Ilgaz’a Seyahat ve Akşamında Sohbet
“KULLUĞUN KIVAMI DEVAMINDADIR”
Yaradan’a yâr ve yakin olmanın yolu, O’na kulluktan geçer. Azabına dûçar olmanın yolu da, kula kulluktan geçer. Dolayısıyla aklı başında olan bir insan, Yaradan’ı bırakıp yaratığa tapmaz. Gözünde ve gönlünde Allah’dan başkasını ilahlaştıranın da kurtuluşu olmaz. Tevbe ve istiğfar edip, islâh-ı hâl eden (durumunu düzelten) de, ateşe atılmaz.
İnsanın yaratılmasının yegâne sebebi, Allah’a ibâdet etmesi ve sadece O’na kul olmasıdır. Bu amaca aykırı davranışta bulunup kula kul olan insan, kendi bacağına baltayı vurmuş olur ve cehennemi boylar. Bunun içindir ki, bütün peygamberlerin ilk işi, insanları Allah’a ibâdet edip, O’na kul olmaya davet etmek olmuştur. Örneğin, A’raf Suresi’nin 59. ayetinde Hz. Nuh’un kavmine, 65. ayetinde Hz. Hûd’un Âd kavmine, 73. ayetinde Hz. Sâlih’in Semûd kavmine, 85. ayetinde de Hz. Şuayb’in Medyen halkına: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur…” diye çağrıda bulundukları beyan buyurulmaktadır. Benzeri çağrılar, diğer bazı surelerin muhtelif ayetlerinde de yer almaktadır. Meryem Suresi’nin: “Muhakkak ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na kulluk ediniz. İşte doğru yol budur.” mealindeki 36. ayetinde ise Hz. İsa’nın İsrailoğullarını Allah’a kulluğa davet ettiği dikkatimize getirilmektedir.
Öteyandan, Kur’ân-ı Kerîm’in birçok yerinde bazen çoğul, bazen de tekil olarak defalarca insanların Allah’a kul olup O’na ibâdet etmeleri emredilmiştir. Örneğin Bakara Suresi’nin 21. ayetinde: “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz. Umulur ki, böylece korunmuş (Allah’ın azabından kendinizi kurtarmış) olursunuz.” buyurulmaktadır. Nisa Suresi’nin 36. ayetinde: “Allah’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın…” buyurulmaktadır. Zümer Suresi’nin 2. ayetinde: “(Resulüm!) Şüphesiz ki, kitabı sana hak olarak indirdik. O halde sende dini Allah’a has kılarak (ihlâs ile) kulluk et.”, 66. ayetinde de: “Hayır! Yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.” buyurulmaktadır.
İnsanlar, kabul etseler de etmeseler de Allah’ın kuludurlar. Allah’a kulluğu kabul edip, gereğinin îfâsı cihetine gidenler kurtuluşa erer, cennete girer ve Allah’ın rızasını kazanırlar. Kabul etmeyip, inkâra giderek isyankâr tavır takınanlarla O’na ortak koşanlar da, hüsrana uğrar ve azaba dûçar olurlar. Dolayısıyla kurtuluşa ermeyi ve cennete girmeyi dileyen insan, Allah’a kul olmayı her şeyden üstün tutar ve en ön planda bulundurur. O’ndan başkasına el açmaz, ihtiyaçlarını ancak O’na iletir. Hâlini halka anlatıp, Rahîm olan Allah’ı, merhametsiz olan mahlûka şikâyet etme gafletine düşmez. Yaradan’a yâr olmayı en büyük kâr telâkki eder. Yaradan’a yan bakanlardan değil, yalvaranlardan olur. O’nun sevdiği şeylerle uğraşır, sevmediklerinden de uzaklaşır.
Allah’ın sevdiği uğraşların başında da, O’na kullukta kaim, iman, ibâdet ve ta’âtta dâim olmak gelir. Kulluğun kıvamı da devamındadır.
Bu ve benzeri konularda mensupları ve dostlarını aydınlatmayı amaçlayan YOYAV, 27-28 Şubat 2017 tarihlerinde Ilgaz’a düzenlediği iki günlük gezide gurubun konakladığı Yıldıztepe Armar Oteli’nde akşam yemeğinden sonra bir sohbet toplantısı tertipledi. Gündüz karda gezip dolaşarak güzel bir gün geçirmenin mutluluğunu yaşayan gurubu, manen motive etmeyi hedefleyen Dr. İbrahim Ateş, sohbete katılan kardeşlerine, Allah’a kulluğun anlam ve önemiyle sağladığı saadeti anlattığı konuşmasında şunları söyledi:
“İnsan olmanın onurunu taşıyan, İslam ve imanla şereflendirilmenin saadetini yaşayan inançlı, bilinçli, basîretli ve sevinçli kardeşlerim!
Kullarına Kur’ân’la konuşan, inananlara ihsanını saçan, tevbe edip dönenlere kapılarını açan, müminlere merhametini, muhsinlere ihsanını ve mükrimlere ikramını esirgemeyen yüce Allah’ın “Selâm” ism-i şerîfinin esenliğine ermeniz dileğiyle, güzîde heyetinizi en içten ve en hâlisâne duygularla selamlıyor, kullukta kaim ve ibâdette dâim olmanızı niyaz ediyorum. Yaratılmanın ve yaşamanın gayesini kavrayarak Yaradan’a yâr olma yollarına tevessül etmeniz temennisiyle sözlerime başlamak istiyorum.
Tetkîkinize takdim edilen Ocak ve Şubat aylarına ait Aylık Kültürel Etkinlikler Programında görüleceği üzere bugünkü sohbetimizin konusu “Kulluğun Kıvamı Devamındadır.”
Günümüzde göz ardı edilen ve üzerinde dikkatle durulmayan kavramlardan biri de kulluk kavramıdır. Müslümanlarca mutlaka bilinmesi ve hayat boyu göz önünde bulundurulması gereken bu kavram, maalesef yeteri kadar bilinmemekte ve önemi idrâk edilmemektedir. Dolayısıyla yaratılmamızın yegâne sebebi olan kulluk görevimizi eksiksiz olarak îfâ etme yönünde gerekli hassasiyet gösterilmemektedir.
Kutsal kitabımız Kur’ân’ı Kerîm’in 280 ayetinde ‘abd’ kökenli kelimelerle Allah’a kulluk ve ibâdet dile getirilmektedir. Bu cümleden olarak Zâriyât Suresi’nin 56. ayetinde: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyurulmaktadır.
Dolayısıyla Allah dünyadaki her şeyi insanlar için, insanları da kendisine ibâdet için yaratmıştır. Allah Teâlâ Hâlık, insan mahlûktur. Allah Teâlâ Râzık, insan merzûktur. Mevlâ-i Müte’al Mabud, insan abiddir. Allah Teâlâ Rab, insan da abddir. Rubûbiyet Allah’ın, ubûdiyet insanın sıfatıdır. Bu itibarla insan için en şerefli sıfat, Allah’a kul olmaktır.
Malumunuz olduğu üzere kelime-i şehâdette Hz. Muhammed (s.a.v.)’in kulluğu, peygamberliğinden önce geçmektedir. Bütün peygamberler, Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın kulu olarak zikredilmektedirler.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya götürüldüğü bildirilen İsrâ Suresi’nin 1. ayetinde bu ilahî lütuf şöyle beyan buyurulmaktadır: “Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. O, gerçekten işitendir, görendir.”
İncelendiğinde de anlaşılacağı üzere bu ayet-i kerîmede Hz. Peygamber (s.a.v.)’den söz edilirken, ‘kulu’ kelimesi kullanılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’e vahyin indirildiğinin bildirildiği Necm Suresi’nin 10. ayetinde de: “Allah, kuluna vahyini bildirdi.” buyurulmaktadır. Bu ayet-i kerîmede de Hz. Peygamber (s.a.v.)’den söz edilirken ‘kulu’ kelimesi kullanılmıştır.
Sâd Suresi’nin 30. ayetinde ise Hz. Süleyman (a.s.) hakkında: “Süleyman ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima Allah’a yönelirdi.” buyurulmuştur.
Aynı Sure’nin 44. ayetinde Hz. Eyyûb (a.s.) hakkında benzeri ifadeye yer verilmiştir.
Daha beşikte çocukken Allah Teâlâ’nın verdiği konuşma kabiliyetiyle dile gelip konuşan Hz. İsa (a.s.), Meryem Suresi’nin 30. ayetinde belirtildiği üzere: “Ben, Allah’ın kuluyum. O, bana kitabı verdi ve beni peygamber yaptı.” demiştir.
Bu ayet-i kerîmeleri dikkatle ve dirayetle okuyan her insan, Allah’a kulluğu kabul eder, O’na kullukta kaim ve ibâdette dâim olmanın gayreti içinde olur. Allah’dan başkasına aslâ başını eğmez.
Ben, bu inanç ve anlayışla yıllar önce yazdığım üç ayrı beyitte şöyle demiştim:
1 “Allah’dan gayriye eğmem başımı,
Odur veren ekmeğimi, aşımı.”
2 “Ölsem de, solsam da, pulsuz kalsam da,
Kula kul olmak yok, benim dünyamda.”
3 ”Makama, mevkiye ve mala değil,
Dünyada sadece Allah’a eğil.”
İlahi olarak bestelenen başka bir şiirimde de:
“Yüceler yücesi birdir Allah’ım.
Ben O’nun kuluyum, O benim şâhım.
Bana dokunmayın, ben abdullâhım,
Büyüktür efendim, bırakmaz âhım.
Gel birader gel gel, Mevlâya yönel.
Boş dönmez Allah’a açılan bir el.
Geçmeden gençliğin, gelmeden ecel,
Tevbe ve ihlâsla Rabbına yönel.”
1 Şubat 2017 Çarşamba günü Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yapılan Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Ödülleri töreninde konuşan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın: “Biz, ilah olarak Allah’tan başka bir güç aslâ tanımayız, tanıyamayız. Bu bizim inancımızın, itikadımızın en önemli başlıklarından bir tanesidir. Bir diğeri de ubudiyettir, yani kulluktur. Allah’tan başka hiçbir güce biz kul olmadık, kul olamayız. Bu bizim aynı şekilde ubudiyetimizin gereğidir.” dedi.
Bu inanç ve bilinçte bir Cumhurbaşkanımızın olması, Allah’ın bize bir lutfudur. Kendilerini gönülden kutluyor, Hakk’ın himayesinde dâim olmalarını diliyorum. Bu vesîleyle “Rabbına kul olmayan, davasına er olamaz.” diyen merhum Başbakanımız Necmettin Erbakan’a da Allah’tan rahmet ve mağfiret niyaz ediyorum.
Müslümanları gayrimüslimlerden farklı kılan müstesnâ meziyetler vardır. Bunların başında Allah’a ibâdet, peygambere itaat, müminlere muhabbet, büyüklere hürmet, küçüklere şefkat, mahlûkata merhamet, halkı Hakk’a davet, Hakk’ın rızâsı için halka hizmet, hakka, hukuka ve hakkaniyete riayet gelir. Bunları emânet, adâlet, sadâkat, samîmiyet, hüsn-ü niyetle, ihsân, irfan, iz’an, ihlâs, itidal ve istikamet gibi güzellikler izler. Sahibine saâdet-i sermediyye vesîlesi olup, Yaradan’a yâr ve yakin olmasında etken olan bu özelliklerin başında iman, ibâdet ve itaat gelir.
İbâdet; “itaat etmek, boyun eğmek, kulluk etmek, tevâzu göstermek, ilah edinmek” anlamına gelir. Dinî bir terim olarak; “Niyete bağlı olarak yapılmasında sevap olan ve Allah’a yakınlık ifade eden şuurlu itaat ve Allah’a tazim için yapılan fiil” demektir.
Kur’ân’da ibâdet kavramı; tevhid, itaat, dua, boyun eğmek, iman ve sâlih amel, Allah’ı tesbih etmek, O’na secde etmek, Allah’ı tanımak gibi anlamlarda kullanılmıştır.
Dolayısıyla ibâdet kavramı, en geniş anlamıyla; Allah’ın varlığını ve birliğini ikrar etmek, kitaplarını ve peygamberlerini doğrulamak, Allah’ın râzı olduğu şeyleri yapmak, O’nun hükmüne râzı olmak, nimetlerine şükretmek, musîbetlere sabretmek, insan haklarına saygı göstermek, onlara şefkat ve merhamet etmek gibi kalbî ve bedenî eylemleri ifade ettiği gibi namaz, hac, zekât, oruç, cihâd, evlenme, boşanma, helal-haram, miras, ticaret, ahde vefa, yemin, keffâret gibi İslam’ın bütün ahkâmını uygulamayı ve Allah’ın sınırlarını korumayı ifade eder.
İnsanın kendisi ibâdet etmeye muhtaçtır. İnsan hastalandığı zaman doktora gider. Doktor da o insanın hastalığını teşhis ettikten sonra tedâvîsi için bir takım ilaçlar verir. Ardından ilaçları kullanması için ısrar eder. Aynen bunun gibi ibâdetler de insanın manevî yara ve hastalıklarının tedâvîsi için Allah tarafından yazılmış reçete gibidir. İnsanoğlunun huzur ve mutluluğu ibâdetlerini yerine getirmesiyle mümkündür.
Allah’a kullukla gönlü coşan bir insan, ruhen doygunluğa erişir. Allah’ın râzı olacağı bir kulluk performansına yükseldiği müddetçe de o, iç dünyasında en derin mutluluk ve tarifi imkânsız hazlar yaşar.
Böyle bir insan, almış olduğu manevî lezzetler sayesinde günlük hayatında önünü kesen her türlü zorluklar karşısında sarsılmadan durabilir. Çünkü o, eşya ve hâdiselerin tek yaratıcısı yüce Allah’a dayanmış ve O’na güvenmiştir.
Bu güven elbette ki onu yalnız bırakmayacaktır. Bir kul olarak bizim için en büyük nimet, Rabbimize karşı kulluk vazîfemizi yerine getirebilme gayretimizdir. Böyle bir gayret, neticede hem kişinin kendisine, hem de çevresine huzur getirir.
Bir Hak dostunun ifadesiyle insan, cismen küçük, zayıf ve âciz olmakla beraber, hayvanlardan sayıldığı halde, pek yüksek bir ruhu taşır.
Pek büyük bir kabiliyete mâliktir. Sınırlandırılamayacak derecede meyilleri vardır. Sonsuz emel ve arzular sahibidir. Sayılamayacak kadar çok fikirleri vardır. Sınır kabul etmez şehevî ve gazabî hisleri vardır ve öyle hârika bir yaratılışı vardır ki, sanki bütün nevilere ve âlemlere fihrist olarak yaratılmıştır.
İbâdet insanın ruhuna genişlik verir. Kabiliyetlerini inkişaf ettirir. Meyil ve arzularını kötü olanlarından ayırıp seçer, tertemiz hâle getirir. Emel ve isteklerini gerçekleştirir.
Fikirlerini genişletip intizam altına alır. Şehevî ve gazabî duygularını kontrol altına alıp taşkınlık ve kötülüklerden korur. Kemâl ve olgunluğun zirvesine yükseltir. Kul ile Allah arasında en yüksek güzel alâka ve bağ ibâdettir.
Cennet, Allah’ın ahirette müminlere, bu dünyada iken iman edip Sâlih amel işlemelerine karşılık lütfundan bahşettiği mutluluk yurdunun adıdır. Cennet, bu dünyaya imtihan edilmek üzere gönderilen insanların, kıyamet kopup, hesaplar görüldükten sonra, içlerinden bu dünyada iken Allah’a, ahiret gününe ve Allah’ın elçileri vasıtasıyla gönderdiği bütün mesajlara inanan, elinden geldiği kadar kulluk ve taatte bulunan müttakî ve temiz olanlarının gideceği ebedî huzur ve saadet yurdudur.
İbâdet edenlerin cennete kavuşacağını anlatan pek çok ayet bulunmaktadır: Örneğin Bakara Suresi’nin 25. ayetinde: “İman edip makbul ve güzel işler yapanları müjdele: Onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır.” buyurulmaktadır. Âl-i İmran Suresi’nin 133. ayetinde de: “Rabbiniz tarafından mağfirete, genişliği göklerle yer kadar ve müttakiler için hazırlanmış bir cennete doğru yarışırcasına koşuşun!” buyurulmaktadır.
Görüldüğü üzere ayetlerde cennete hep takvâ sahiplerinin ve sâlih amel işleyenlerin gireceği belirtilmektedir. O halde cennete ehil hâle gelebilmek için de ibâdet etmeliyiz.
Bu dünyada kulluk görevlerini yerine getiren insan, yapmış olduğu amellerle kendi cennetini inşâ etmektedir. Kulluk görevlerini yerine getirmeyen insanı ise ahirette çok zor bir hayat beklemektedir.
İbâdet alışkanlığı çocukluk yaşlarında sağlanıp, bulüğ (ergenlik)la birlikte başlatılıp kesintiye uğratmadan kurallarına uygun olarak îfâ edilmeli ve ölünceye kadar sürdürülmelidir. Hicr Suresi’nin: “Ve sana yakin (ölüm) gelinceye kadar Rabbına ibâdet et.” mealindeki 99 ve sonuncu ayetinde vurgulanan ilahî talimata uyulmalıdır. Yükümlülüğün büluğla başlayıp ölünceye kadar devam edeceği unutulmamalıdır.
İbâdette ihlâs, itidal ve devamlılık uyulması îcâp eden üç önemli unsur olduğu gibi, emeklilik, aşırılık ve ihmale yer olmadığı da unutulmaması gereken üç önemli husustur. Bu önemli unsurlarla hususlara titizlikle riayet edilmelidir. İhlâsla bağdaşmayan duygu, düşünce ve davranışlardan şiddetle kaçınılmalıdır. Bilhassa gösterişe aslâ tevessül edilmemelidir. İbadette itidal ve devamlılık sürekli göz önünde bulundurulmalıdır. Aşırı gitmenin ve eksik davranmanın tasvip edilmediği bilinmeli, orta yol izlenmeli, ifrât ve tefrîtten kaçınılmalıdır.
Buharî ve Müslîm’in Hz. Enes (r.a.)’den rivayet ettikleri şu hadîs-i şerîfde belirtilen uyarıya uyulmalıdır: “Üç heyet, Resûlullah’ın yanına gelerek, O’nun ibâdetini sordular. Kendilerine Allah Resûlü’nün ibâdeti hakkında bilgi verilince , -O’nun ibâdetini az bulacaklar ki- şöyle dediler: “Resûlullah ile biz bir olabilir miyiz? O’nun geçmişteki ve gelecekteki günahları bağışlanmıştır. İçlerinden biri tüm geceyi namaz kılmakla geçireceğini, diğeri devamlı oruç tutacağını ve üçüncüsü de kadınlara yaklaşmayacağını ifade ettiler.” Daha sonra Resûlullah (s.a.v.) bu durumu öğrenince onları çağırıp şöyle buyurdu: “Allah’a yemin olsun ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’ndan en fazla sakınanızım; fakat zaman zaman oruç tutar ve iftar ederim; namaz kılar ve uzanıp yatarak istirahatte bulunurum; kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden (benim ümmetimden) değildir.”
İbâdetlerde devamlı olmak, kulluğun kıvamında etken olan önemli bir husustur. Dolayısıyla farz, vacib ve sünnet olan ibâdetler, vaktinde ve ara vermeden eksiksiz îfâ edilmelidir. Bir süre ibâdet edip daha sonra bırakmak, ya da bazen ibâdet edip bazen etmemek doğru değildir. Örneğin Cuma namazını kılıp beş vakit farz namazları kılmamak ve Ramazan’da namaz kılıp, diğer aylarda kılmamak gibi. Böyle bir davranış ibâdetin mana ve mâhiyeti ile bağdaşmayacağı gibi, Allah Teâlâ’nın emrettiği devamlılık esasına da uygun olmaz.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfinde: “Allah’a amellerin en sevimlisi, az da olsa devamlı olanıdır.” buyurmuştur. Hicr Suresi’nin meali arz edilen 99. ayetinde beyan buyurulduğu üzere, ölünceye kadar Allah’a ibâdet edilmelidir.
Adamın biri Ramazan ayı boyunca oruç tutmuş ve teravih namazlarına devam etmiş. Bayram namazından geldikten sonra da hanımına: “Hanım! Al şu takke ile tesbihi iyi sakla, gelecek Ramazan’da yine lazım olur.” demiş ve bayram namazıyla ibâdeti noktalamış. Böyle mevsimlik bir ibâdet, islamdaki ibâdet anlayışına uygun olmaz.
Öte yandan, herhangi bir hastalık veya yaşlılık nedeniyle bir süre ibâdete ara vermek veya tamamen terk etmek de doğru olmaz. Herhangi bir mazeretinden dolayı sağlıklı hâlindeki gibi ibâdet edemeyenler, fıkıh kitaplarında belirtilen şekillerde mazeretlerine münasip hâllerle ibâdetlerini îfâ ederler.
Büluğla başlayıp ölümle bitecek olan ibâdet sürecinde, ibâdeti zamanında ve eksiksiz îfâ etmeye, ihmal, taksir ve tembellikten kaçınmaya özen gösterilmelidir.
Malum olduğu üzere gençlikteki ibâdetle yaşlılıktaki ibâdetin değeri bir olmaz. Dolayısıyla “gençliğini yaşa, gereğini yap. Ye, iç, gez, dolaş, eğlen, hayatın tadını çıkar. Yaşlanınca her şeyden elini ayağını çek. Allah’a dön, ibâdete başla.” demek veya böyle diyen birinin sözüne uymak son derece yanlıştır. Bel bükülmüş, diş dökülmüş, dizlerin dermanı kalmamış, kemikler kireçlenmiş, el tutmaz, göz görmez, kulak duymaz olmuş bir hâle gelip, pîr-i fânî olduktan sonra yapılan ibâdet pek fazla bir şey sağlamaz.
Bir hadîs-i şerîfte beyan buyurulduğu üzere, kıyamet günü Allah’ın gölgesinde barındırılacak yedi kişiden biri de Allah’a ibâdetle yetişen gençtir. Bu hadîs-i şerîfin meali aynen şöyledir: “Yedi sınıf var ki, Allah Teâlâ kendi gölgesinden başka gölge olmayan bir günde onları kendi gölgesinde barındırır: Âdil devlet reisi, Allah’a ibâdet ederek yetişen genç, gönlü mescitlere bağlı olan kimse, Allah rızâsı için birbirini seven ve bunun üzerine toplanan ve ayrılan iki kimse, şeref ve mevki sahibi güzel bir kadın kendisine arz-ı nefs ettiği halde ‘Allah’tan korkarım’ diye bu teklifi reddeden kimse, sağ elinin verdiğini sol eli duymayacak sûrette gizli sadaka veren kimse, kimsenin bulunmadığı yerde Allah’ı hatırlayıp da gözleri yaşla dolup taşan kimse.”
Allah cümlemizi bu hadîs-i şerîfte belirtilen özelliklere sahip olup, Hakk’ın himâyesine eren mutlu Müslümanlardan eylesin.
Kişinin gençliğinde ibâdet etmemesi, kendisi için büyük bir kayıp ve eksikliktir. Bu kaybın en acı örneklerinden biri de 80’li yıllarda Kanada’da okuyan bir Türk gencinin başına gelendir. Ahmet Sağırlı’nın 07.11.2013 tarihli Türkiye Gazetesi’nde yayınlanan bir yazısında bu hazin hâl şöyle nakledilmişti:
“80’lerin başında kurs için Kanada’ya giden genç bir subayımız, yaşlı bir kadının evinin alt katını kiralamış… Pansiyon gibi bir yer… Ev sahibesi bir müddet sonra; ‘Evimden çık. 15 gün boyunca dikkat ettim… Kiliseye gitmedin, havraya gitmedin, camiye gitmedin… Ben dinsize ev vermem.” demiş.
Bizleri üzen bu hazin hâlin benzerlerine tanık olmamamız için, biz anne ve babalara önemli görevler düşmektedir. Çocuklarımızın okuyup öğrenmelerine ve çağın gerektirdiği bilgilerle donanmalarına gösterdiğimiz ilgi ve ihtimâmın benzerini, dinî duygularla donanmalarına da gösterip, Yaradan’a yâr ve yakin olmalarını sağlayacak girişimlerde bulunmamız temennisiyle sözlerimi noktalarken, kullukta kaim, îmân, ibâdet ve istikamette dâim olmamızı diliyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
GEZİ RESİMLERİ
Bu kare kod ile bu haberi ve resimleri cep telefonunuza indirebilirsiniz.