İmanda Öncü ve Örnek Kadınlar
İnsanın, Yaradana yar ve yakîn olma yolunda atması gereken ilk adım, iman adımıdır. Bu adımı atanların öncülerinden olmak önemli bir özelliktir. Bu özelliğe sahip olmak da kadın-erkek herkes için edinilmesi gereken müstesnâ bir meziyettir. Tarih boyunca bu özelliği taşıyan ve değişik dönemlerde yaşayan güzel insanlar, Yaradan’a yaklaşmada, çağdaşlarına ve kendilerinden sonra gelenlere örnek olmuşlardır.
Peygamberler, eşleri, ebeveynleri, çocukları ve yakın arkadaşları ile diğer Hak dostları bu örnek insanların önde gelenlerindendir. Hz. Adem (A.S.)’den Hz. Muhammed (S.A.V.)’e kadar Allah Teâlâ’nın mesajlarını insanlara iletmekle görevlendirilen tüm peygamberlerin ümmetlerinden birçok iman öncüsü örnek insanlar gelmiş geçmiştir. Dinî kaynaklarla tarihî belgeler incelendiğinde bunların bir kısmı hakkında bilgi edinilebilir.
Bu yıl Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla “İmanda Öncü ve Örnek Kadınlar” konulu bir program düzenleyen YOYAV, ikisi eski tarihlerde, ikisi de Hz. Peygamber (S.A.V.) zamanında yaşayan imanda öncü ve örnek olan dört hanım hakkında özet bilgiler vererek, günümüz kadınlarınca örnek alınmalarını hedefledi.
Allah nezdinde dereceleri yüce ve değerleri büyük olan bu dört hanım, Hz. Peygamber (S.A.V.)’in ilk eşi Hz. Hatice (R.A.), kızı Hz. Fâtıma (R.A.), Hz. İsa (A.S.)’nın annesi Hz. Meryem ve Firavun’un eşi Hz. Âsiye’dir.
Tabii ki, insanlığın iftihar tablosu olan öncü ve örnek kadınlar bunlardan ibaret değildir. Bunların dışında Hz. Havva, Hz. Hâcer, Hz. Sâre, Hz. Âmine, Hz. Halîme, Hz. Aişe (R.A), Hz. Hafsa (R.A.), Hz. Zeynep (R.A.), Hz. Ümmü Habîbe (R.A.), Hz. Ümmü Seleme (R.A.), Hz. Sümeyye (R.A.), Hz. Nefîse, Râbia-tü’l Adeviyye ve Hayme Ana gibi iman ve ihlas abidesi binlerce büyük annelerimiz var. Allah onlardan razı olsun, mekânlarını cennet ve makamlarını yüce eylesin. Bizlere de onları örnek alıp, izlerinde olma ve yollarında gitme azmini ihsân eylesin.
Bu yıl, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla 7 Mart 2015 Cumartesi günü saat 13.30’da YOYAV Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen “İmanda Öncü ve Örnek Kadınlar” konulu programda duygulu dakikalar yaşandı. Toplantıya katılan konuklar arasında Türkiye Güçsüzler ve Kimsesizlere Yardım Vakfı Genel Başkanı Gülgen Dural, ÖZEV Mütevelli Heyet Başkanı Saime Toptan, Müteşebbis Gelişim Vakfı Başkanı Nurettin Konaklı, Kardelen Eğitim, Kültür ve Çevre Derneği Başkanı Şükrü Can, Kilis Yardımlaşma Derneği Başkanı M. Yahya Efe, Arı Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Mehmet Delikeşoğlu, 20. Dönem Adana Milletvekili Dr. Ertan Yülek ve eşi Prof. Dr. Gürcan Yülek ve Prof. Dr. Hanım Halilova da vardı.
Toplantı dolayısıyla Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Doç. Dr. Ayşenur İslam, Ankara Milletvekili Ülker Güzel, Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ve Türkiye Yardım Sevenler Derneği Genel Başkanı Birsen Eldem YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş’e birer başarı ve iyi dilek mesajı gönderdiler.
Saygı duruşu ve İstiklâl Marşı ile başlayan programda konuşan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, duygu ve düşüncelerini şu cümlelerle dile getirdi:
“Saygıdeğer hanımefendiler, beyefendiler, kıymetli konuklar, değerli dostlar, sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
Gününüzün kutlu, yaşantınızın mutlu ve geleceğinizin umutlu olması dileğiyle sözlerime başlarken, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, sağlık ve saadette daim olmanızı diliyorum. Eşleriniz, kardeşleriniz, çocuklarınız, torunlarınız, yakınlarınız, arkadaşlarınız, ahbablarınız ve tüm sevdiklerinizle birlikte huzurlu ve mutlu bir hayat yaşayıp, her zaman Hakk’ın himayesinde, hidayetinde ve inayetinde olmanızı temenni ediyorum. Böylesine güzel ve özel bir günde sizleri salonumuzda ağırlamanın bahtiyarlığı içinde gününüzü gönülden kutluyor, hepinize hiddet ve şiddetle, kin ve kederden uzak, dostluk ve kardeşlik duyguları ile dolu, sağlıklı bir ömür niyaz ediyorum.
Yıllardır Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla tertiplediği toplantılarda kadınlarla ilgili önemli açıklamalarda bulunup, dile getirdiği değerli düşüncelerle davetlilerine duygulu dakikalar yaşatmanın gayreti içinde olan Vakfımızın, bugün de sizlere imanda öncü ve davranışta örnek olup, cennetle müjdelenen dört değerli hanımın hayatlarından bazı bölümleri dikkatinize getirmeyi amaçladığı bu anlamlı programda, siz kıymetli konuklarımızla buluşma imkânını sağladı.
İkisinin kıymeti Kur’ân-ı Kerîm’de dikkatimize getirilen, biri Resûlullah (S.A.V.)’in eşi olup, O’na en büyük desteği veren, biri de Hz. Peygamber (S.A.V.)’in bir parçası olup O’nun özellik ve güzelliklerini yansıtan bu dört değerli hanımın dördü de dinî kriterlere göre dört dörtlük insandır. Tabii, O’nların özellik ve güzelliklerini dile getirebilmek bizim gibi âcizlerin işi değil. Zira küçüklerin büyükleri eksiksiz olarak anlatması zordur.
Yüce Rabbimizden işimizi kolaylaştırması, dereceleri yüce ve değerleri büyük olan bu değerli annelerimizin şefaatlerine nâil etmesi niyazı ile sözlerime başlarken, herkes tarafından tanınmasını, hürmet edilmesini ve örnek alınmasını dilediğim bu muhterem hanımlar hakkında az ve öz cümlelerle açıklamaya geçmeden önce, başta beşeriyetin annesi, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem (A.S.)’ın eşi Hz. Havva validemiz olmak üzere Peygamber anneleri ile eşlerinden imanda öncü ve örnek olan hanımları hürmet ve muhabbetle anıyor, ruhlarına rahmet diliyorum.
Büyükleri anmak ve anlatmak, küçükler için bir vefa borcu olduğu kadar büyük bir şereftir. Özellikle Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılan örnek insanları ve Resûlullah (S.A.V.)’in eşleri ile evlâd ve ahfâdını anmak ve anlatmak, Müslümanlar için müstesnâ bir meziyet ve mübarek bir haslettir. O’nları anlatan dillerle, dinleyen kulaklar değer kazanan şanslı uzuvlardır.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla düzenlediğimiz bu toplantıda, haklarında özet bilgiler sunarak herkes tarafından örnek alınmalarını önereceğimiz Hz. Âsiye, Hz. Meryem, Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma validelerimizi anmak ve anlatmakla inşallah bizler de büyük bir şeref ve saadete nâil olacağız. Dilimizi O’nları anlatmak, kulağımızı O’nların hakkında anlatılanları dinlemekle onurlandıran yüce Rabbimizden, gönüllerimizi de O’nların sevgisi ile nurlandırmasını, O’nlara karşı saygıda kusur etmeyen duyarlı ve dirayetli insanlardan kılmasını diliyorum.
İsimleri arz edilen dört değerli annemiz, yaşamış oldukları örnek hayatla birer iman ve ahlak abidesi olup, cennetlik kadınların önde gelenleri idiler. Hayatları kadar ölümleri de dersler ve ibretlerle dolu idi. Aradan geçen binlerce sene unutturmak şöyle dursun, müminlerin gözünde O’nları daha da büyüttü. O’nlar, cennetle müjdelenmiş dört büyük hanımdı.
Hz. Peygamber (S.A.V.) bir gün yere dört çizgi çizmiş ve bunun ne anlama geldiğini ashâb-ı kirâma sormuştu. Onlar: “Allah ve Resûlü şüphesiz daha iyi bilir” cevabını verince, Allah Resûlü şöyle buyurmuştu: “Cennet ehlinin en faziletli kadınları, Hatice binti Huveylid, Fâtıma binti Muhammed, Firavun’un hanımı Âsiye binti Müzâhim ve Meryem binti İmran’dır.”
Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) bu mübarek beyanı ile hanımlar içinde özellikle bu dört kişiyi söylemiş ve onların cennet kadınlarının sultanları olacağını ifade etmiştir.
Biz de bu hadîs-i şerîfteki sıralamaya göre O’nlarla ilgili özet bilgileri sizlerle paylaşarak hâtıralarını hâfızalarımıza nakşetmenin gayreti içinde olacağız.
Hatice Validemiz (R.A.), Asr-ı saadet hanımlarından, ilklerin ilki olan, ilk mü’min, ilk cemaat olup, namaz kılan, ilk Müslüman kadın, kalbi Efendimiz (S.A.V.)’in aşkı ile dolu olan, mü’minlerin annesi, tesellici, tâhire, kübrâ, hem seven hem de sevilen, Allah Teâlâ’nın selamına, Efendimiz (S.A.V.)’in övgüsüne nail olacak derecede fazîletli ve şerefli olan bir kadındı.
Kerem sahibi Rabbimizin sevgili Habîbine en büyük ikramı…
Allah Resûlünün evinin kadını, çocuklarının anası, yoldaşı, dava arkadaşı…
Herkes yalanladığı zaman tasdik eden, herkes terk ettiği zaman yanında olan, malını mülkünü yoluna seren fedakârlık abidesi…
Günümüz yazarlarından Nurdan Damla, Salihe Uyar, Fatma Boz ve benzeri hanım kardeşlerimizin kaleme aldıkları yazılarda Hz. Hatice (R.A.) ile ilgili değerli bilgiler verilmiştir. Bu kardeşlerimizin kalemlerinden damlayan hayat suyu niteliğindeki bazı cümleleri iktibas edip, siz kıymetli konuklarımızla paylaşmak istiyorum.
Hz. Hatice bint-i Huveylid hicretten 68 yıl önce, Kureyşli asil bir ailede dünyaya geldi. O’nun ata soyu, Peygamberimiz’in ata soyu ile Kusayy b. Kilab’da birleşir. Anne tarafından soyu da Peygamberimiz’in baba tarafından dedesi olan Ka’b b. Lüey’de birleşir. Anne ve babası en köklü ailelere mensuptular.
Bir savaş mağduruydu Hz. Hatice (R.A.). Cahiliyye devrinde sık görülen kabileler arası savaşlar, babasını ve ailesinin erkeklerini almıştı. Yaşlı amcası Amr b. Esed’den başka onu koruyacak kimse kalmamıştı. Ama o “Kadını er değil ar zapt eder” sözünün bir timsali gibiydi. Başında O‘na engel olacak pek kimse olmadığı halde kendi yüksek ahlakı sebebiyle iffetli ve hayalıydı. Kendisine “Tâhire” adı takılacak kadar dikkat çekiyordu iffeti…
Babasının servetine tek başına mirasçı olan Hz. Hatice (R.A.) eğer istese, dilediği gibi yaşayabilirdi. Ama O, herkesin değer verdiği şeylere değer vermiyor, sosyete tabakasının çirkin adetlerinden uzak, sade, nezih bir aile hayatı yaşıyordu.
Öte yandan ailesinden kalan serveti işletmek için dürüst bir ortağa ihtiyacı vardı. Ne para, ne mal mülk, ne makam, ne de ailevî nüfuz ve güç değildi aradığı; temiz ahlak, dürüstlük ve yüce gönüllülük arıyordu.
Altının değerini sarraflar bilir ya hani, o da geçirdiği hayat tecrübesiyle adam sarrafı olmuştu. Adamın hasını, sahtesini ayıran bir gönül gözü vermişti Allah Teâlâ…
İşte bu gönül gözü sayesindedir ki, arkadaşı Safiyye’nin yeğeni Muhammed (S.A.V.)’i ilk gördüğü andan itibaren kalbinde bambaşka hisler belirmişti. O‘nunla ortaklık yaptığı sürece de adamlarından hakkında hep güzel şeyler duymuştu.
Sonunda O‘nun üstün ahlakı ve temiz simasına öyle bir vurulmuştu ki ne fakirliği, ne yetimliği gözüne görünmemişti. Hattâ O‘nun kendisine evlenme teklif etmeye cesaret edemeyeceğini de tahmin ettiğinden, bizzat kendisi adım atmış, bu hayırlı işe aracılık yapması için Nefîse bint-i Münye vasıtasıyla iletmiş ve bu durum şöyle gelişmiştir: “Muhammed (S.A.V.), Hz. Hatice (R.A.)’nin, Şam ticaretinden döndükten sonra, Hatice, kendisi ile evlenmek isteyip istemediğini anlamak ve yoklamak üzere beni Muhammed (S.A.V.)’e gönderdi. Aramızda aşağıdaki şekilde bir görüşme gerçekleşti:”
- ‘Ey Muhammed! Seni, evlenmekten alıkoyan nedir?’ diye sordum.
- Elimde param yok. Ben nasıl evlenebilirim? dedi.
- Eğer, Sana, evlenme masrafı sağlanırsa da, sen, cemâle, mala, şerefe ve dengine davet olursan, icabet etmez misin? diye sordum.
- Kim, bu kadın? dedi.
- Hatice’dir. Dedim.
- Bu, sence, benim için, nasıl olabilir? dedi.
- Orası, bana düşen bir vazifedir! Dedim.
- O halde, ben de dediğini yaparım. dedi.”
Hemen gidip durumu Hatice’ye bildirdim. Hz. Hatice (R.A.), Nefîse Hatun vasıtası ile yaptığı yoklama neticesinde Efendimiz (S.A.V.)’in, kendisi ile evlenmeye razı olacağını anlayınca O’na: “Amcamın oğlu! Sen, akraba olduğun, kavminin arasında en faziletli, en emniyetli, en güzel huylu ve en doğru sözlü olduğun için, seninle evlenmeyi arzu ettim.”dedi.
Nikâh törenlerinde, Hz.Hatice (R.A.)’nin amcası Amr b. Esed ve Rasûlullah (S.A.V.)’ın amcaları hazır bulundular. Hz. Hatice (R.A.)’ye mehir olarak 12 ukiyye (1 ukiyye, kırk dirhemdir.) ve bir Neşş altın (1 Neşş, yarım ukiyye, yani 20 dirhemdi.) verildi. 20 genç ve yiğit deve verilmesi taahhüd edildiği de rivayet edilir.
Peygamberimiz (S.A.V.), evlendiğinde 25 yaşında, Hz. Hatice (R.A.) ise 40 yaşındaydı. Peygamberimiz (S.A.V.), bir veya iki deve kesip halka yemek yedirmiştir. Bu ziyafet, O’nun verdiği ilk Velîme ziyafeti idi.
Hayatında başına gelen en güzel şeydi, Allah'ın resûlüyle evlenmek…
Artık gönlünü daraltan bütün endişelerden sıyrılmıştı. Malını mülkünü kocasının eline güvenle teslim etti. Dahası O‘nun yaptığı hayırlara, iyiliklere hiç engel olmadı, hiç başına kakmadı. Çünkü O, eşinin cömertliğini, yüce gönüllüğünü takdir edebilecek asâlete sahip bir hanımdı.
Erkekler ekseriyetle kadında gençlik, güzellik ve bekarlık ararlar. Kadınlar da erkeklerde zenginlik, makam mevki, güç kudret ararlar. Ama onların evliliği çok farklıydı. Onlar kurak bir çağda fazilete susamış gönüllerdi. Fazilette kendinden üstün olan bir eşe yoldaş olmak, işte Hz. Hatice (R.A.)’nin hayatına mana katan biricik şeydi bu…
Sanki coşkun akan bir ırmak, özlediği ummana kavuşmuştu. İki merhametli yürek, aynı zerafetle, aynı tevazuuyla kanat açtı, akrabaya, fakire, yolda kalmışa…
Onların sofrası sanki Mekke’nin yoksullarının sığınağı, kapıları dertlilerin uğrağıydı. İnsanlığın zirvesi bu örnek ailenin cömertliği bilhassa Kureyş’in muhterem saydığı Recep ayında en coşkun hâlini alıyordu. Çünkü bu ayda Hz. Muhammed (S.A.V.) Hira Dağı‘na ibadete çekiliyor, inince de yoksullara yemekler veriyordu.
Yine Hira mağarasına çekilmişti, fakat geriye dönüşü çok gecikmişti. Hatice birkaç kere yanında azık alıp muhterem zevcinin yanına varmış, ama O‘nun ibadetin lezzetine doyamadığını görünce, inmesi için ısrar etmemişti. Fakat iyice meraklanmıştı, iki aya yakın zamandır ne yapıyordu orada?
Döndüğü zaman merakı sevince dönüştü. Çünkü Sevgililer Sevgilisinden duydukları, yıllar önce amcaoğlu Varaka’dan bahsini duyduğu son Peygamber’in O‘nun kocası olduğunu müjdeliyordu. Zaten O‘nunla evlenmeden önce gördüğü rüya da bunu müjdeliyordu.
Bir gece Hz. Hatice (R.A.) rüyasında güneşin Mekke üzerinde döndüğünü ve yavaş yavaş aşağı inerek O‘nun evine girdiğini görmüştü. Rüyasını amcaoğlu Varaka b. Nevfel’e anlattığında bu bilge zat, rüyasını şöyle tabir etti: "Şöhreti âlemi tutacak büyük birisiyle evleneceksin."
Varaka b. Nevfel, çok seyahat etmiş, kutsal kitapları okumuş biriydi. Ehl-i Kitabın âlimlerinden Son Peygamber (S.A.V.)’in yakında zuhur edeceğini okumuştu. Hatice’de gördüğü yüksek ahlak ve sezdiği manevî haller, rüyada gördüğü bu güneşin, belki de son Peygambere işaret ediyor olabileceğini düşündürmüştü.
Neden olmasın? Aylardan beridir muhterem kocasının her gördüğü rüya apaçık çıkmıyor muydu? O‘nu dünyayı terk edip, ticareti bırakıp Hira dağına çıkmaya sevk eden sır neydi?
Ramazan ayının on yedisinde, pazartesi günü, Hira Mağarası’nda, seher vakti, uyanık bulunduğu sırada, Peygamberimiz (S.A.V.)’e Hakk’ın emri geldi. Peygamberimiz (S.A.V.), Allah Teâlâ tarafından, Cebrail (A.S.)’ın getirip tebliğ ettiği Risalet vazifesini kabul ederek evine döndü. Yüreği titreyerek eve gelip Hz. Hatice (R.A.)’nin yanına girdi. “Beni sarıp örtünüz! Beni sarıp örtünüz!” buyurdu. Korkusu, titremesi gidinceye kadar vücudunu sarıp örttüler. İmam Zührî’nin bildirdiğine göre: Peygamberimiz (S.A.V.), Hz. Hatice (R.A.)’ye ‘uykuda, rüyada görüp de, sana söylemiş, anlatmış, olduğum şeyi Rabbim, bana, Cebrail (A.S.)’ı göndererek açıkladı!’ buyurup Allah Teâlâ tarafından gelenleri ve Cebrail (A.S.)’dan işittiklerini haber verdi ve aralarında şu şekilde bir konuşma geçti:
- Peygamberimiz (S.A.V.): “Doğrusu, kendim hakkında korkmuştum.”dedi.
- Hz. Hatice (R.A.): “Öyle söyleme! Vallahi Allah, seni, hiçbir zaman utandırmaz, üzüntüye düşürmez: Çünkü, sen, akrabanı görüp gözetirsin, işini görmekten âciz olanların yükünü taşırsın, yoksula verir, hiç kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın, konuğu ağırlarsın, hak yolunda karşılaştıkları musibet ve felaket hâlinde halka yardım edersin, sözü doğru söylersin, emaneti yerine verirsin, güzel huylusun da.”dedi.
Bu teselli sözleri bütün hanımlara örnek teşkil etmekle birlikte Hz. Hatice’nin (R.A.) ne denli akıllı ve dirayetli olduğuna da işarettir. Cebrail’in (A.S.) Efendimiz (S.A.V.)’e görünmesi, insanları hidayete davet etmesi şeklinde gelen ilk ilahî vahye ve hattâ Peygamberimiz (S.A.V)’in anlattığı bütün şeylere ilk inanan kimse O’dur; ilk müslümandır, ilk vahiyler sırasında Muhammed (S.A.V.)’ı heyecan ve endişelerinde teskin eden de O’dur.
Elbette bu destek ve hizmetin mükâfatı ancak ve ancak Rabbinden hususi selam ile selamlanmak olabilirdi.
Bir gün Hz. Cebrâil (A.S.) Hira mağarasında ibadet eden Resûlullah (S.A.V.)’e gelerek:
- Ey Allah'ın Resûlü, dedi. İşte Hatice geliyor. Beraberinde bir kap var, içerisinde katık -veya yiyecek, veya içecek- mevcut. O yanınıza ulaştığı vakit, O’na Rabbinden selam söyleyin ve O’nu gürültü ve yorgunluk bulunmayan cennette, içerisi oyulmuş inciden mamul bir evle müjdeleyin!"
Allah'ın Habîbi olmak öyle kolay mı? Cennet hanımefendisi olmak bedava mı? Sadece faziletli olmak yetmez, bir de imtihanlara razı olmak, itirazsız boyun eğmek var bu yolda…
Kul olma iddiası ispat isterdi çünkü…
Darbeler birbiri ardınca iniyordu. Belki işittikleri hakaretlerin en çirkini, en insafsızı, çocuğunu henüz kaybetmiş bir annenin yüreğini yakan o söz idi: “ebter”
Allah Teâlâ kendisinin ayetlerini tebliğ ettiği için incitilen sevgili Resûlünü, bir de evlat acısı imtihanından geçiriyordu.
Peygamber (S.A.V.)’in sevgili oğulları Kasım iki yaşında, ikinci oğlu Abdullâh ise henüz emzikli bebekken birbiri ardınca vefat etti. Kureyş müşriklerinden Âs bin Vâil, bu yürek burkan hâdiseyi bile onları incitmek için fırsat olarak görüyordu:
- Bırakın onu! O ebterdir, nesli devâm etmeyecek bir adamdır. Ölünce adı anılmaz olur. Siz de artık ondan kurtulur ve rahata kavuşursunuz!
Hz. Hatice (R.A.) sütten dolayı sızlayan göğsünü ovarak:
- Ey Allâh’ın Rasûlü! Oğlumun sütü göğsümü ağrıtıyor, dedi.
Kulluk edebinin en yükseğini başa gelen hallere teslim olmakla gösteren Hz. Peygamber (S.A.V.) cennette tamamlayacak!” diye teselli buyurdu ve ekledi “İstersen Allâh’a duâ edeyim de sana onun sesini işittireyim.” buyurdu.
Hz. Hatice (R.A.)’nin iman etmek için böyle bir delile ihtiyacı yoktu: “Hayır, yâ Rasûlallâh! Ben Allâh ve Rasûlü’nü tasdîk ediyorum.”
Bu kutlu ailenin mükâfatı gecikmedi, Allah Teâlâ Kevser Sûresi’ni indirerek, onlara bitip tükenmeyen bir çokluk müjdeledi. “Muhakkak Biz Sana Kevser’i verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu, asıl ebter, adı sanı ortadan kalkacak olan, Sana kin tutan kimsedir.”
Allah yolunda katlanılan zorluklar ve çileler birbirini izliyordu. Bir anne için en büyük imtihanlar birbiri ardınca sıralanıyordu. Bu sefer kızlarından imtihan olacaktı.
Kızları Hz. Ümmü Gülsüm ve Hz. Rukıyye, komşuları ve yakın akrabaları olan Ebu Leheb’in iki oğluyla nişanlıydı. Fakat Ebu Leheb ve karısı Peygamber (S.A.V.)‘e iman etmedikleri gibi hakaret ve kötülükte en ileri gidenlerin arasındaydılar.
Peygamber (S.A.V.) ve Hz. Hatice (R.A.) bu kötü komşuların eziyetine katlanıyor, kötülüklerine aynen karşılık vermiyorlardı. Fakat Allah Teâlâ onlar hakkında son derece sert ayetler indirince işler değişti.
Ebu Lehep ve karısı iki oğullarını bu nişanı bozmaları ve hakaretler etmeleri için kışkırttı. Nihayetinde kız çocuklarının hiç istenmediği bir devirde onlarla yaşanabilecek en büyük imtihanı da yaşamış oluyorlardı.
Çileler bununla da bitmedi. Allah Teâlâ babasına iman eden ve başına gelen bu hâdiseye sabreden Hz. Rukıyye’ye temiz simalı, hayalı, güzel ahlaklı bir genci, Hz. Osman (R.A.)’ı lütfetmişti. Ama küçük yaşta yetim kalmış olan Hz. Osman (R.A.)’ın amcası ona rahat vermiyordu. İman ettiğini öğrendiği andan itibaren yeğenini hapsetmiş ve dininden dönmesi için eziyet etmekteydi.
Sonunda genç çift dinlerini yaşamak için Habeşistan’a hicretten başka çare bulamadılar. Hz. Hatice (R.A.) için gurbet günleri de böyle başlamış oluyordu. Hz. Rukıyye bu zorlu yolculuğa dayanamayıp hastalanacak, döndükten bir süre sonra vefat edecekti.
Cennet hanımı olmak kolay mı? Peygamber (S.A.V.)’in yanında durmak, O’nunla beraber çilelere sabretmek hiç kolay bir imtihan değildi. Müminlerin çoğu yoksuldu, bir kısmı da satın alınıp hürriyetine kavuşturulmuş köleler ve cariyelerdi. Onları doyurmak ve sahiplenmek ise müminlerin annesi Hz. Hatice (R.A.)’ye düşüyordu.
Malını mülkünü bitecek diye endişe etmeden harcıyordu Hz. Hatice (R.A.). Boykot yıllarında aç çocukların ağlamalarını dindirmek için babasından kalan serveti son kırıntılarına kadar harcayıp tüketmişti. Ama kendisi de tükenmişti…
Ömrünün sonuna gelmişti artık. Fakat ölüm O’nun için tatlı bir müjdeydi. Çünkü Allah Resûlü hastalanıp ölüm döşeğine düşen Hz. Hatice (R.A.)'nin başucuna gelip O’nu şöyle müjdelemişti:
"Ey Hatice, sevin ki Allah seni İmran kızı Meryem ve Firavun'un zevcesi Âsiye'yle eşit kılmıştır."
Rasûlullah (S.A.V.)’ın izdivaç ettiği hanımların tümü mü’minlerin anasıdırlar. Bu bakımdan, Hz. Hatice (R.A.) kocasının sadece sevgili bir refikası olmakla kalmamış, aynı zamanda müminlerin anası olarak İslam uğruna çok mühim hizmetlerde bulunmuş mübarek bir hanımdır. Allah’ın rızasını, yuvasının mutluluğunu, dünya ve ahiret saadetini düşünen, bütün hanımlar için en güzel örnek teşkil eden Hz. Hatice (R.A.) nübüvvetin 10. yılında Ramazan’da vefat etti ve Mekke’deki Hacun Kabristan’ına defnedildi. Gömüleceği zaman, Peygamberimiz (S.A.V.) O’nun kabrinin içine indi.
Hiç şüphe yok ki, Hz. Muhammed (S.A.V.), zevcesini tam bir muhabbet ile el üstünde tutmuştu. Daha sonra, Medine’de Hz. Hatice (R.A.)’nin vefatını müteakip yeniden evlendiğinde, göz bebeği genç zevcesi Hz. Aişe(R.A.), zaman zaman hüzün ve kıskançlık hisleri taşımıştır. Hz. Aişe (R.A.) tarafından; “Çok seneler önce vefat edip giden Mekkeli yaşlı hanım” diye adlandırırken, zevcesinin muhabbet ve şefkatinden Hz. Muhammed (S.A.V.) sık sık bahsediyordu.
Hz. Peygamber (S.A.V.) aile efradının sadece şahıslarına değil, onların yakınlarına da iltifat ve alakayı ihmal etmemiştir. Nitekim evine uğrayan yaşlı bir kadına ziyadesiyle iltifat ettiğini gören Hz. Aişe (R.A.), bu ihtiyar kadın gittikten sonra iltifatının sebebini sorunca şu cevabı alır: “Ey Aişe, bu kadın Hatice’nin bir arkadaşıdır. O’nun sağlığında bize uğrardı. Dostluğa vefa imandandır.” Hz. Aişe (R.A.), Hz. Hatice (R.A.)’nin yakınlarına olan bu bağlılık sebebiyle, Peygamberimiz (S.A.V.)’in her koyun kesişte, O’nun arkadaşlarına mutlaka bir pay gönderdiğini belirtir. Bedir esirleri arasında yer alan damadı Ebu’l- As’ın fidye-i Necati olarak gönderilen kolyeyi gören Resûlullah (S.A.V.) fevkalade duygulanarak, bunun iadesini teklif eder ve kabul edilir. Bu kolyeyi, kızı Zeyneb’in evlenmesi sırasında annesi Hz. Hatice (R.A.) hediye etmiştir.
Hz. Hatice (R.A.), eşi Hz. Peygamber (S.A.V.)’e destek olacak hayırlı bir evlat yetiştirmişti. Kızların hası, babacığının annesi, Hz. Fâtıma’yı…
Artık o babasına işkence edenlerin karşısına mertçe dikilip söz söyleyecek, çekinmeden hakkı haykıracaktı. O da annesinin yolundan giderek cennet hanımlarından bir diğeri olacaktı.
Hz. Fâtıma (R.A.) Nebîler Efendisinin son çiçeği, Resûlullah (S.A.V.)’in dünyada neslini devam ettiren nur yumağı, kızlarının en küçüğü, eli değirmen döndüren "Fâtıma ana" diye anılan bir sultane anne, eşi ve çocuklarıyla ehl-i beyt'i teşkil eden ümmetin hanımlarının seyyidesi ve Cennet hurilerinin hanımefendisidir.
Hz. Fâtıma (R.A), babası sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in engin sevgisi ve bol şefkati altında büyümüştür. Babacığındaki merhameti ve güzel ahlâkı, anneciğindeki asâleti, cömertliği, babacığına karşı hizmet, hürmet ve muhabbeti görmüştür. İslâm uğruna çektiği sıkıntılara nasıl katlandığını ve o yolda fedakârlığın en güzel örneklerini bizzat yaşayarak öğrenmiştir. Tam bir iffet ve izzet-i nefs nümûnesi olarak bütün güzellikleri hayatına nakşederek kendisini yetiştirmiştir. O şanslı bir genç hanımefendiydi. Babası Hâtemü-l Enbiyâ Efendimiz (S.A.V.) ile anneler sultanı Hz. Hatice (R.A.)'nin yanında onların gözetiminde eğitimini tamamlamıştır. Rahmet ve şefkat pınarından doyasıya içmiştir.
O, hassas ruhlu, zayıf yapılı idi. Yaşından beklenmeyecek derecede yüce bir ahlâka sahibti. Üstün bir zekâsı, halîm ve selîm bir yapısı vardı. Son derece mütevaziydi. Söz ve davranışlarında vakurdu. Çok az konuşurdu. Ağzından çıkan sözler inci danesi gibi hikmetler saçardı. Cömertti, zâhidâne yaşamayı severdi. Ev işlerinde maharetli ve becerikliydi. İki Cihan Güneşi Efendimiz (S.A.V.)’in bir parçası ve kalbinin meyvesiydi.
Allah Resûlü O’na: “Babasının anası” derdi. O içeri girerken Hz. Peygamber (S.A.V.) ayağa kalkar ve O’nu ayakta karşılardı. Bir seferinde “Baban sana feda olsun” demişti. Bir seferinde de “O, benden bir parçadır. O’nu üzen beni üzmüştür. O, kadınların ulusudur” diyerek sevgi boyutunu anlatmıştır.
Peygamberimiz (S.A.V.)’in en küçük kızı olan Hz. Fâtıma (R.A.) Allah Resûlü (S.A.V.)’nün vefatından sonra geride kalan tek çocuğudur. O da altı ay sonra vefat etmiştir. Hicretin ikinci yılında Hz. Ali (R.A.) ile evlenmiştir. Efendimiz (S.A.V.)’in nesli Hz. Fâtıma (R.A)’nın çocukları vasıtasıyla devam etmiş ve kıyamete kadar gelecek seyyid ve şerifler bu tertemiz ve saf menbadan fışkırmıştır. Resûlullah (S.A.V.)’in terbiyesiyle yetişen Hz. Fâtıma (R.A.) O’nun hem haya ve edep gibi özelliklerine, hem de konuşma tarzından yürüyüşüne kadar bir çok vasfına sahip olmuştur. Babasının uygun gördüğü hayat tarzını benimseyerek, O’nun gibi sade yaşamıştır.
Hz. Fâtıma (R.A.)’nın ebediyete intikalinin 1378. yıldönümü dolayısıyla 22 Kasım 2010 Pazartesi günü düzenlediğimiz anma toplantısında yaptığımız detaylı açıklama YOYAV Dergisi’nin Ocak 2011 tarih ve 209. sayısında yayınlanmıştır. Dileyenlerin Dergimizin o sayısındaki açıklamaları okumalarını tavsiye ederiz.
Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de iki kadını inkârda, bir kadını imanda, bir kadını da iffette örnek göstermiştir. Tahrim Suresi’nin 10. ayetinde Hz. Nuh (A.S.)’un karısı ile Hz. Lut (A.S.)’un karısını inkârda örnek göstererek şöyle buyurmuştur: “Allah, inkâr edenlere, Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hâinlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin! denildi.”
Bu Sure’nin 11. ayetinde de Firavun’un karısı Âsiye’yi imanda örnek göstererek şöyle buyurmuştur: “Allah inananlara da Firavunun karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında cennette bir ev yap; beni firavundan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zâlimler topluluğundan kurtar! demişti.”
Aynı Sure’nin 12. ayetinde ise İmran’ın kızı Meryem’i de iffette örnek göstererek şöyle buyurmuştur: “İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem’i de (Allah örnek gösterdi). Biz ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O, gönülden itaat edenlerdendi.”
Mealleri sunulan ayet-i kerîmelerde bahsedilenlerden Hz. Nuh (A.S.)’un karısı kavmine O’nun mecnun (deli) olduğunu söyledi. Hz. Lut (A.S.)’un karısı da, kocasına gelen erkek misafirleri, gece ateş yakarak, gündüzde duman çıkararak haber verirdi. İkisi de layık oldukları cezaya çarptırıldılar.
Firavun’un karısı Âsiye Hz. Musa’ya iman etmişti. Bundan dolayı kocası Firavun, O’nu ellerinden ve ayaklarından dört kazığa bağlamış, göğsüne kocaman bir taş koymuş, öylece yakıcı güneşe bırakmıştı. İşkence altında ayette geçen duayı yaparken ruhunu teslim etmiştir.
Bu ayet-i kerîmelerin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere insana değer kazandıran veya değer kaybettiren eşi değil, işidir. Âsiye’ye eşi Firavun’un değer kaybettirmediği gibi, Hz. Nuh ve Hz. Lut Peygamberlerin eşlerine de kocalarının Peygamber olması kıymet kazandırmamıştır. Âsiye’ye imanı cenneti kazandırmış, Hz. Nuh (A.S.) ve Hz. Lut (A.S.)’un karılarının da inkârları cehenneme girmelerine yol açmıştır.
Yukarıda meali arz edilen hadîs-i şerîfte adları geçen dört cennetlik kadının üçüncüsü, Firavun’un eşi Âsiye binti Müzahim’dir. Nil Nehri’ne bırakılan Hz. Musa’yı gördüğünde O’nun sarayda büyütülmesini ve gerekirse evlat edinilmesi fikrini öne süren, Firavun’un sahte ilahlığına karşı çıkıp, O’nu kabul etmeyen ve eşinden gördüğü ceza ve cefa yüzünden hayatını şehadetle noktalayan bu hanım, hem Kur’ân-ı Kerîm’de, hem de hadîs-i şerîflerde anlatılmış ve müminlere örnek bir hanım olarak takdim edilmiştir.
Hz. İsa (A.S.)’nın annesi olan Hz. Meryem de, İslam’da üstün nitelikleri sebebiyle yüceltilen, iffet ve itaat simgesi bir şahsiyet olarak kabul edilmiştir. Meryem adı Kur’ân-ı Kerîm’de “23’ü İsa b. Meryem” şeklinde olmak üzere 34 yerde geçmektedir. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’in 19. Suresi bu isimle anılmaktadır.
Hz. Meryem Kur’ân-ı Kerîm’de ismi ile anılan tek kadındır. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şeriflerde en çok övülen kadınların başında gelen Hz. Meryem, ismet ve takva gibi faziletleri kendinde toplamış bir şahsiyettir. Hz. Meryem bedenî ve ruhî saflığı, kendini Allah’a ibadete adaması, iffet ve namusunu koruması sebebiyle “Betül” olarak adlandırılmıştır.
O, daha annesinin karnında iken Allah’a adanmış ve çocuk yaşından itibaren mabedde kendini Rabbine ibadete vermiş, günahlardan uzak bir gül gibi yetişmiş bir kadındır. Bir Peygamber anasıdır. Daha dünyada iken Rabbimizin rızasına nâil ve meleklerin müjdelerine mazhar olmuş bir annedir Hz. Meryem.
Yüce Rabbimizden adları arz edilen bu dört değerli annemizin izlerinde olmamız temennisi ile sözlerimi noktalarken, bizleri Hz. Havva’nın hamiyetine, Hz. Hatice’nin himmetine, Hz. Aişe’nin ilmine, Hz. Meryem’in iffetine, Hz. Âsiye’nin izzetine, Hz. Hacer’in teslimiyetine, Hz. Fatıma’nın ahlakına, Hz. Sümeyye’nin sabır ve sebatına erdirmesini niyaz ediyor, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.”
Dr. Ateş’ten sonra kürsüye gelen Prof. Dr. Hanım Halilova, Saime Toptan ve Gülgen Dural da yaptıkları konuşmalarda duygu ve düşüncelerini dile getirerek YOYAV’ın örnek etkinliğine katılmaktan duydukları memnuniyeti ifade ettiler ve davetlilerin kadınlar gününü kutladılar.
Toplantı sunulan ikramın alınmasıyla noktalandı.