İstiğfâr İnsana Ne Sağlar?
Tevbe ve istiğfâr, kötülüklerden dönüş yapan Müslümanların bağışlanmaları ve günah kirlerinden temizlenip arınmaları için sağlanan önemli bir imkândır. Bu imkânı kullarına ihsân eden yüce Yaradan, onların kalplerini karartacak ve sırtlarında yük olacak günahlardan kurtulmalarını dilemiş, yaptıkları kötülüklere son verip içten gelen bir nedâmetle tevbe ederek af ve mağfiret niyazında bulunmalarını istemiştir.
Kullarının, nefislerine uyup suç işlemeye meyilli olduklarını bilen Allah Teâlâ, yanlışlarının farkına varır varmaz, bir daha benzeri bir yanlışı yapmaya yeltenmeyecek şekilde pişmanlık duyarak dönüş yapıp bağış dilemeleri hâlinde onları bağışlayacağını bildirmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de, kendisine ortak koşmanın dışında dilediğini bağışlayacağını beyan buyuran Allah Teâlâ, kullarının rahmetinden ümit kesmeyip, tevbe ve istiğfâr ederek af ve mağfiret dileğinde bulunmalarını emretmiştir. Bu hâl, mümin kullarına merhamet ve mağfiretle muamele eden Allah Teâlâ’dan onlara büyük bir lütuftur. Kul, Mevlâ-i Müte’âl Hazretlerinin bu lütfu karşısında O’na kullukta kusur etmemenin, ibadet ve ta’âtta dâim olup azap ve gazabına uğratacak kötü davranışlardan uzak durmanın gayreti içinde olmalıdır. Zikir, şükür ve istiğfârı dilinden düşürmemelidir. Hiçbir günahı olmasa bile istiğfâra devam etmeyi ilke edinmelidir.
Kültürel faaliyetlerini takdirle takip eden dostları ile mensuplarını bu konuda aydınlatıp yeni ve yararlı bilgiler edindirmenin gayreti içinde olan YOYAV, “Sorun Söyleyelim” sohbet toplantılarının 2015 yılı Nisan ayı halkasını “istiğfâr” konusuna ayırarak “İstiğfâr İnsana Ne Sağlar?” sorusuna cevap olacak nitelikte değerli bilgilerin dile getirilmesine imkân sağladı.
Vakfın düzenlediği Tecvid ve Arapça kurslarından Fatma Yılmaz’ın derslerine devam eden kursiyerlerin ikram ettikleri kahvaltıdan sonra, konferans salonunda yerlerini alan davetlilere istiğfârın anlam ve önemi ile müslümana sağlayacağı saadet hakkında doyurucu bilgiler vererek, maddî doyumdan sonra manevî doyuma ermelerine de katkıda bulunan Dr. İbrahim Ateş, yaptığı yönlendirici konuşmada şu cümlelere yer verdi:
“Kalbinde îman ve itmi’nânın, kafasında ilim ve irfanın, dilinde istiğfâr ve Kur’ânın dâim olmasını dilediğim değerli dostlar, Hakk’ın rızası doğrultusunda hareket edip, kullukta kusur etmemelerini temenni ve tavsiye ettiğim sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
Hatâdan Hakk’a dönmenin, günahlardan kaçıp Yaradan’a yönelmenin ve bağışlanmak için tevbe ve istiğfâr etmenin zaruret ve ehemmiyetini anlatıp, konu ile ilgili ayet ve hadîslerden bir kısmını açıklayıp içeriğini sizlerle paylaşmak amacıyla düzenlediğimiz böylesine anlamlı ve önemli bir toplantıya teşrif ederek gördüğüm görkemli tabloyu teşkil eden güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, rahmet-i Rahmân’a ve mağfiret-i Mennân’a mazhar olan müstesnâ Müslümanlardan olmanızı niyaz ediyorum.
Tevbe ve istiğfâr etmeyen Müslüman yoktur. Herkes dilinin döndüğü, aklının erdiği ve bilgisinin elverdiği kadar Yaradan’a yalvarıp yakararak yanlışlarının affedilmesini ve günahlarının bağışlanmasını dilemektedir. Dolayısıyla herkesin yaptığı bir şeyi gündeme getirip üzerinde durmaya lüzum var mıdır? diye düşünenler olabilir. Ancak biz, bu konuyu gündeme getirmekle bilinenleri tekrarlayarak vaktinizi almak istemiyoruz. Duyulmayanları duyurmaya, bilinmeyenleri bildirmeye ve yanlışları düzeltmeye çalışacağız.
Bu arada istiğfârın ne demek olduğunu, kimlerin istiğfârda bulunacağını, ne zaman hangi duaları okuyacaklarını ve istiğfârın sahibine sağlayacağı saadetin ne olacağını açıklamanın gayreti içinde olacağız.
Mevlâ-i Müte’âl Hazretlerinden bana anlatıp aktarmada, size de anlayıp uygulamada tevfîkini refîk etmesini diliyor, cümlemizi iyiliklerde ileri, kötülüklerden berî kılmasını niyaz ediyorum.
Kur’ân-ı Kerîm’i dikkatle okuduğumuzda “seyuğferu, istağfere, estağferte, festağferû, yestağfir, lâ testağfir, lem testağfir, estağfiru, le estağfirenne, yestağfirune, yestağfiru, testağfirune, yestağfirunehu, istağfir, istağfirî, istağfirûhu, estağfiru, estağfirhu” şeklindeki istiğfâr kökenli 18 tür kelimelerin geçtiği 40 ayet-i kerîmede, Allah’dan bağış dilemenin önemi ile bağışlanmayacakların kimler olduğuna dair önemli uyarılarda bulunulduğunu görürüz.
Takdir edersiniz ki, bu ayet-i kerîmelerin tamamını böyle bir sohbete sığdırmak mümkün değildir. Dolayısıyla biz, vaktimizin elverdiği nispette bu ayet-i kerîmelerden bir kısmını sizlerle paylaşmaya çalışacağız.
Her şeyden önce şunu arz etmek isteriz ki, istiğfâr; bağışlanmayı istemek, müstağfir; bağış dileyen, estağfirullah da; Allah’dan bağış diliyorum demektir.
İstiğfârda bulunmak, sadece günahkârların yapması gereken bir iş değil, günahı olsun olmasın herkesin yapması gereken bir yakarıştır. Allah Teâlâ Hz. Peygamber (S.A.V.)’in dahi istiğfârda bulunmasını emretmiştir. Bu hususta Nisa Suresi’nin 106. ayetinde: “Allah’dan mağfiret iste, çünkü Allah, çok yarlığayıcı, ziyadesi ile esirgeyicidir.” buyurulmuştur. Gâfir (Mümin) Suresi’nin 55. ayetinde de şöyle buyurulmuştur: “(Resûlüm!) Şimdi sen sabret. Çünkü Allah’ın va’di gelecektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam-sabah Rabbini hamd ile tesbih et.”
Bu ayette Hz. Peygamber (S.A.V.)’in emredildiği sabah-akşam hamd ve tesbihi, aynı zamanda ümmete bırakılan bir sünnettir.
Hz. Peygamber (S.A.V.) kendisi için istiğfârda bulunmakla emrolunduğu gibi, ashâbını affedip onlar için dua etmek, mümin erkek ve kadınların günahlarının bağışlanması için de istiğfârda bulunmakla emrolunmuştur. Âl-i İmran Suresi’nin 159. ayetinde: “Allah’dan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” buyurulmuştur.
Muhammed Suresi’nin 19. ayetinde de: “İyi bil ki, Allah’dan başka ilah yoktur. (Habîbim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.” buyurulmuştur.
Mealleri arz edilen bu ayet-i kerîmelerin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber (S.A.V.) hem kendisi, hem de müminler için istiğfârda bulunmakla (bağış dilemekle) emrolunmuştur.
Buna karşılık Ahzâp Suresi’nin 56. ayetinde beyan buyurulduğu üzere, müminler de Hz. Peygamber (S.A.V.)’e salât ve selâmda bulunmakla emrolunmuşlardır:
“Allah ve melekleri, Peygambere çok salavât getirirler, ey müminler! Siz de ona salavât getirin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin.”
Ehlince bilindiği üzere Allah’ın salavâtı, rahmet etmek ve kulunun şanını yüceltmektir. Meleklerin salavâtı, Peygamber’in şânını yüceltmek, müminlere bağış dilemek anlamınadır. Müminlerin salâtı ise, dua anlamına gelmektedir. Allah bütün müminlere, Peygamberlerine salât ve selâm getirmelerini emretmekte ve ona saygı göstermelerini istemektedir. “Allâhümme salli alâ Muhammedin” demek salât, “esselâmü aleyke eyyühe’ne-nebiyyü” demek de selâmdır. Peygamberimiz (S.A.V.)’den rivayet edilen çok sayıda salavât-ı şerîfe vardır. Bunları okumak, mümkün olduğu kadar çok salât ve selâm getirmek, Peygamberin sevgisini celb eder, şefâatine sebep olur.
Müminler, kendilerine bağış dilemekle emrolunan Peygamber (S.A.V.)’e salât ve selâmı ihmal etmemelidirler.
Hz. Peygamber (S.A.V.)’e salât eden melekler, müminler için de istiğfâr edip mağfiret dilerler. Bu hususta Gâfir (Mümin) Suresi’nin 7. ayetinde: “Arşı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ile tesbîh ederler, O’na iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını isterler; Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve Senin yolunda gidenleri bağışla. Onları cehennem azabından koru! (derler.)”
Hz. Peygamber (S.A.V.) ve meleklerin kendileri için istiğfârda bulunup bağışlanmalarını diledikleri müminler de kendileri, ebeveynleri, ebediyete göçen büyükleri ve bilumum müminler için istiğfar edip, bağış dilemelidirler. Böylece hem onların bağışlanmalarına vesîle olduklarını, hem de onların bağışlanmaları için Allah’a yalvarıp yakarmalarından dolayı ecir alacaklarını unutmamalıdırlar.
Hz. Peygamber (S.A.V.) bir hadîs-i şerîfinde: “Kim mümin erkekler ve mümin kadınlar için istiğfâr ederse (bağış dilerse), (bağış dilediği her mümin erkek ve kadın için) kendisine bir hasene (iyilik) yazılır.” buyurmuştur.
Başka bir hadîs-i şerîfinde ise: “Kim erkek müminler ve kadın müminler için her gün 27 defa istiğfar ederse (bağış dilerse), duası kabul edilenlerden olur ve kendilerinin sayesinde yeryüzü ehli rızıklandırılır.” buyurulmuştur.
Diğer bir hadîs-i şerîfinde de: “Muhakkak Allah Teâlâ yeryüzündekilerin dualarından dağlar gibi sevaplar ihsan eder. Muhakkak hayattakilerin ölülere hediyesi onlar için istiğfar etmeleridir.” buyurulmuştur.
Hz. İbrahim (A.S.)’den bu yana devam eden ve dünyanın dört bir yanında Müslümanların kıldıkları her namazın sonunda okudukları “Rabbena’ğfirlî veli vâlideyye velil mü’mînine yevme yekûmü-l hisâb.” Yani: “Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana-babamı ve müminleri bağışla.” (İbrahim 41) duasıyla müminlerin tamamı birbirine günde en az 13 defa dua etmektedirler.
Ashâb-ı kirâmdan sonra gelen Müslümanların, kendileri ve kendilerinden önce gelip geçen müminlerin bağışlanmaları için yaptıkları yakarış ve dua hakkında Haşr Suresi’nin 10. ayetinde şöyle buyurulmaktadır: “Bunların (ensâr ve muhâcirlerin) arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelmiş geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla! Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen çok şefkatli, çok merhametlisin!”
Müslüman, her zaman kendisi ve diğer Müslümanlar için bağış ve iyilik dilemeli, onlara karşı içinde iyi duygular beslemelidir. Ne kadar günahkâr olursa olsun, Allah’ın rahmetinden ümit kesmemeli, günahı ne kadar büyük de olsa, Allah’ın rahmetinin daha büyük olduğunu unutmamalı, tevbe ve istiğfârı bırakmayıp, Yaradan’a yakarışta dâim olmalıdır. Zümer Suresi’nin: “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” mealindeki 53. ayetini sürekli göz önünde bulundurarak rahmet-i Rahmân’a sığınmalıdır.
Müminleri rahatlatan bu ayet-i kerîmede Allah’ın rahmet ve muhabbetinin sonsuzluğu ifade edilmektedir. O’nun rahmeti her şeyi kuşatmıştır. Her insan bu ilahî rahmetten istifade edebilir. Ancak şu hususa dikkat etmek gerekir ki: “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin” demek, günah işlemeye devam edin, demek değildir. Bundan maksat, en günahkâr insanların bile tevbelerinin kabul edileceğini bildirmek, dolayısıyla bir an evvel kötülükten vazgeçip Allah’a dönmelerini teşvik etmektir.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) bir hadîs-i şerîfinde: “Her ademoğlu hatâ eder (yanlış yapar). Hatâ edenlerin en hayırlısı da çokça tevbe edenlerdir.” buyurmuştur.
Her insan yanlış davranışlarda bulunabilir. Önemli olan yanlışı sürdürmeyip farkına varır varmaz dönüş yaparak tevbe ve istiğfâr etmektir.
Bu gerçeğin bilincinde olan duyarlı ve dirayetli Müslümanlar, hayat boyu tevbekâr olup, istiğfârı dillerinden düşürmemenin gayreti içinde olmuşlardır. Öyle ki, bazıları mezar taşlarına bile Allah’ın rahmetinden ümitvar ve tevbede dâim olduklarını dile getiren dizeleri yazdırmışlardır. Örneğin bir mezar taşında:
“Ger günâhım gûh-u kâf olsa ne gamdır yâ Celîl!
Rahmetin bahrine nispet innehû şey’ün kalîl.” yazıldığı görülmüştür.
Merzifonlu Şeyh Abdurrahim Rumî’nin mezar taşında da:
“Tevbe yâ Rabbi, hatâ râhına gittiklerime,
Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime!” yazılı olduğu bilinmektedir.
Mezara bile tevbe ile girip orada da rahmet-i Rahmân niyazında bulunan bu yüce ruhlu insanların ihlas ve samimîyetini, Mevlâ-i Müte’âl Hazretleri cümlemize nasip eylesin.
Yapılan günahlardan dolayı tevbe, istiğfâr etmek, muttakîlerin muttasıf oldukları müstesnâ meziyetlerdendir. Âl-i İmran Suresi’nin 133. ayetinde: “Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun.” talimatı verildikten sonra, muttakîlerin bazı özelliklerinin belirtiliği 134-135. ayetlerinde: “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar. Öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.
Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulm ettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe istiğfâr ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler.” buyurulmaktadır.
Aynı Surenin devam eden 136. ayetinde de sözü geçen muttakîlerin mükâfatları şöyle beyan buyurulmaktadır: “İşte onların mükâfatı Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir.”
Zâriyât Suresi’nin 15-19.ayetlerinde muttakîlerin bazı özellikleri anlatılırken, 18. ayetinde: “Seher vakitlerinde de istiğfâr ederlerdi.” buyurulmaktadır.
Allah Teâlâ, istiğfârda bulunup mağfiret dileğiyle kapısına gelen mümin kulları boş çevirmez. Kur’ân-ı Kerîm’in müteaddid ayetlerinde bu müjdeyi müminlere veren yüce Rabbimiz, Nisa Suresi’nin 110. ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Kim bir kötülük yapar veyahut nefsine zulm eder de sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok yarlıgayıcı ve esirgeyici bulacaktır.”
Enfâl Suresi’nin 33. ayetinde de: “Sen onların içinde iken Allah onlara azap edecek değildir. Onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.” buyurulmaktadır.
Allah Teâlâ münâfıkların bile Resûlullah’a gelip bağışlanmayı dilemeleri ve Resûlullah’ın, onların bağışlanmalarını dilemesi hâlinde, onları dahi bağışlayacağını beyan buyurmaktadır. Bu cümleden olarak Nisa Suresi’nin 61-63. ayetlerinde münâfıklarla ilgili bazı hususlar belirtildikten sonra 63. ayetin ikinci yarısında: “Eğer onlar (münâfıklar), kendilerine zulm ettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfâr etseydi, Allah’ı ziyadesi ile affedici, esirgeyici bulurlardı.”
Münâfıklar, Hz. Peygamber (S.A.V.)’in huzuruna gelip bağışlanmaları dileğinde bulunmaktan kaçındıkları için bağışlanmayacakları belirtilerek Münâfıkûn Suresi’nin 5-6. ayetlerinde şöyle buyurulmaktadır: “Onlara: Gelin, Allah’ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.
Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir. Allah onları kesinlikle bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez.”
Hz. Peygamber (S.A.V.), benî Mustalik seferinde iken Müreysi suyu başında Cehcah b. Saît (R.A.) ile Sinan-ı Cühenî arasında kavga çıkmış, fakir muhâcirlerden biri, Cehcah lehine kavgaya müdâhale etmişti. Münafıkların reisi Abdullah b. Übey de muhâcirlere ağır hakaretler savurarak, yardım edilmemesini söylemişti. Henüz pek genç yaşta bulunan Zeyd b. Erkam (R.A.), bu küstahça sözleri işitmişti. Keyfiyeti Hz. Peygamber’e haber verdi. Hz. Peygamber (S.A.V.) de İbn-i Übey’i çağırtarak söylediklerini soruşturdu. İbn-i Übey, muhâcirlerle ilgili suçlamalarını inkâr edince, Hz. Peygamber ve sahabe yanında yalancı duruma düşmekten son derece üzülen Zeyd’in doğruluğu bu surenin inişi ile ortaya çıktı. İbn-i Übey ise, ayette belirtildiği gibi, kendisine teklif edilen istiğfâr taleplerini reddetti. Hz. Peygamber (S.A.V.)’in huzuruna gelmeyi gururuna yediremedi. Aradan çok zaman geçmeden de çetin bir hastalığa tutulup öldü.
Münâfıkların reisi Abdullah b. Übey, ölüm hastalığına yakalandığı zaman oğlu Abdullah, Resûlullah (S.A.V.)’e gelerek babası için istiğfâr etmesini istedi. Abdullah hâlis bir Müslüman olduğu için,Resûlullah (S.A.V.) onun hatırını kırmadı ve babasının affı için Allah’a dua etti. Bunun üzerine Tevbe Suresi’nin aşağıda meali verilen 80. ayet-i kerîmesi nâzil oldu: “(Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları aslâ affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.”
Yukarıda meal ve açıklamaları arz edilen ayet-i kerîmelerin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere istiğfâr, müslümanın olmazsa olmazı denecek kadar önemli olup her Müslüman için hayatî ehemmiyet arz eden dinî bir davranış ve Yaradan’a yakarış tarzıdır. Bu hâl, Hakk’ın hoşlandığı, iblisin haşlandığı hâldir. Kişi, ne kadar çok ve çeşitli meşgale içinde olursa olsun, istiğfârı ihmal etmemeli, hâlini Hâlık’a arz etmeyi unutup mahlûkun kapısına gitmemeli, her zaman hâlini Hakk’a arz edip, devamlı O’nun yardımını, lütfunu, ihsânını, rahmet ve mağfiretini niyaz etmelidir.
Sabah-akşam, gece-gündüz, her zaman ve her yerde beş vakit namazın ardında ve seher vaktinde tesbîh, tekbîr ve tehlîl ile tevbe ve istiğfârda bulunmalıdır. Ne kendini aşırı davranmaya zorlamalı, ne de onu îfâ etmekten geri durmalıdır. En azından her namazın ardından üç defa istiğfârda bulunmalıdır.
Bu bakımdan Hz. Peygamber (S.A.V.)’in aşağıda meali arz edilen hadîs-i şerîfinde verilen müjdeyi sürekli göz önünde bulundurmalıdır:
“Kim her namazın ardından üç defa istiğfârda bulunup ‘Estağfirullahe’llezî lâ ilâhe illâ hüve’l hayye’l kayyûme ve etûbu ileyhi’ ‘yani kendinden başka hiçbir ilah olmayan, hay ve kayyûm olan Allah’dan mağfiret diler ve O’na tevbe ederim.’ derse, savaştan kaçmış olsa bile günahları bağışlanır.”
Benzeri bir müjde de başka bir hadîs-i şerîfte şöyle beyan buyurulmuştur:
“Kim yatağına girerken üç defa ‘Estağfirullahe’llezî lâ ilâhe illâ hüve’l hayye’l kayyûme ve etûbu ileyhi’ ‘yani kendinden başka hiç bir ilah olmayan, hay ve kayyûm olan Allah’dan mağfiret diler ve O’na tevbe ederim.’ derse, günahları denizin köpüğü, ağacın yaprağı… gibi ve dünyanın günlerinin sayısı kadar da olsa bağışlanır.”
Hz. Peygamber (S.A.V.), seyyidü’l istiğfâr (İstiğfârın Efendisi) duası ile ilgili bir hadîs-i şerîfte ise: “’İstiğfârın efendisi: Allahümme ente Rabbî lâ ilâhe illâ ente halakteni ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve va’dike mesteta’tü eû’zü bike min şerri mâ sana’tü ebû’ü leke bi ni’metike aleyye ve ebû’ü bizenbî fağfir lî feinnehû lâ yağfirû’zzünûbe illâ ente.’ Yani ‘Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Sen beni yarattın. Ben Senin kulunum. Ben gücümün yettiğince Senin ahdin ve vadin üzerindeyim. Yaptığımın şerrinden Sana sığınırım. Üzerimdeki nimetinle Sana dönerim ve günahımla dönerim. Beni bağışla, zira günahları ancak Sen bağışlarsın.’ Kim bunu gündüzün inanarak söyler de o gün akşama ermeden ölürse, o cennet ehlinden olur. Kim de bunu geceleyin inanarak söyler de sabaha ermeden ölürse, o cennet ehlinden olur.”
Tabii seyyidü’l istiğfâr, istiğfârın uzun olanlarındandır. En kısa istiğfâr ise “Estağfirullah” yani “Allah’tan bağış dilerim” demektir.
Kişi bu kısa şekli ile de istiğfâr edip Allah’dan bağış dilemiş olur. Ama seyyidu’l istiğfârın fazîleti farklıdır. Bunun için ona istiğfârın efendisi denilmiştir.
Tüm ibadetlerde olduğu gibi, istiğfârda da devamlılık esastır. Bir gün binlerce defa istiğfârda bulunup, ertesi gün tamamen terk etmektense, az az da olsa her gün yapacak şekilde devam etmek daha iyidir. Bir hadîs-i şerîfte buyurulduğu üzere: “Allah nezdinde amellerin en sevimlisi, az da olsa devamlı olanıdır.”
Öte yandan her hayırlı işte olduğu gibi istiğfârda da Hz. Peygamber (S.A.V.)’in tavsiyesine uymak ve yaptığını yapmak sünnete uygun olanıdır.
Hz. Peygamber (S.A.V.) istiğfârla ilgili hadîs-i şerîflerinden birinde: “Kim istiğfârı üstlenirse, Allah ona her darlıktan bir çıkış (yolu), her kederden bir kurtuluş kılar ve onu beklemediği yerden rızıklandırır.” buyurmuştur.
Başka bir hadîs-i şerîfte de: “Allah’a yemin ederim ki, gerçekten ben günde 70 defadan fazla istiğfâr ediyor (Allah’tan bağış diliyor) ve O’na tevbe ediyorum.” buyurmuştur.
Bu iki hadîs-i şerîften esinlenerek istiğfâr konusunda sünnete uygun olanın günde en az 70 defa istiğfarda bulunmak olduğu söylenebilir. Bu sayıya kolayca ulaşabilmek için de gerekirse istiğfârın en kısa şekli olan “Estağfirullah” ile yetinilebilir.
Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Nuh’un kavmine söylediği istiğfârla ilgili öğüdü bizlere aktararak, istiğfârın sahibine sağlayacağı saadeti Nuh Suresi’nin 10-12. ayetlerinde şöyle dikkatimize getirmektedir: “… Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) Üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın.”
Bu ayet-i kerîmelerde ifade edildiği üzere istiğfâr, yeryüzünde hayatın devamına imkân sağlayan suyun temininde etken olan yağmurun bolca yağdırılmasına, servet ve evladın artmasına, varlık ve devletin göstergesi olan bahçelerle akarsuların ihsan edilmesine vesîle olur.
Sonuç olarak istiğfâr, insanı Yaradan’a yaklaştırır, günahlardan uzaklaştırır. Peygamber (S.A.V.)’in yolunda gitme ve melekler gibi dua etme alışkanlığını kazandırır. Lisânı, mâlâya’nî, dedikodu, gıybet ve kötü sözleri söylemekten alıkoyar. Günahlardan arındırıp, manevî temizliğe tâbi’ tutmaya vesîle olur. Zikir, şükür ve fikir hâli ile duada devamlılığa yol açar. Çünkü istiğfâr, bağışlanma kapısını açan anahtardır. Ne yazık bu anahtarı almayana, o kapıyı açmayana ve günahlardan kaçmayana. Ne mutlu iman, ibadet, ihlas, istiğfâr ve istikâmette dâim olana.
İstiğfârı dilimizden düşürmememiz dileğiyle sözlerimi noktalarken, yıllar önce yazmış olduğum “Yakarış” başlıklı şiirimden beş beyitle huzurunuzdan ayrılmak istiyor, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum:
Bizi bağışla İlâhî Habîbin hürmetine
Gidecek bir yerimiz yok kapına geldik yine
Âsî mücrim kuluz amma bağlıyız biz bu dîne
Suçumuz çok, yüzümüz yok, kapına geldik yine
Lütf u ihsânına muhtâc kulunuz kapını aç
Herşeye Kâdir-i mutlak her derde Sensin ilâç
Nefs-i emmâremizi emrine döndür yâ Rahîm
Kalb-i âvâremizi nûr ile doldur yâ Kerîm
Gözümüzü gönlümüzü garîk-i Rahmetin et
Özümüzü yüzümüzü mazhar-ı mağfiret et.”