KALP KAZANMADA KANDİLLERİN YERİ
Üç ayların içerdiği kandillerin ilki olan Regaib Kandili ülke genelinde gerçekleştirilen birbirinden güzel programlarla ihya edildi. 17 Haziran 2010 Perşembeyi Cumaya bağlayan akşam idrak edilen bu mübarek kandil gecesinde gözyaşları sel oldu ve gönüller huzurla doldu. Tevbe ve istiğfar edildi, dualar yapıldı, Kur’ân-ı Kerim tilâvet edildi. Mevlidler okundu, dinî programlar düzenlendi. Camiler dolup taştı.
13 Haziran 2010 Pazar günü üç aylara girmenin ve ardından Regaib Kandiline ermenin mutluluğunu yaşayan müminler, bu mübarek mevsimin feyiz ve faziletinden faydalanmanın haz ve huzuru içinde birbirini kutlayarak karşılıklı ziyaret ve tebrik te’âtîsinde bulundular. Düzenlenen toplantılara katıldılar, yapılan sohbetleri dinlediler. Yardıma muhtaç insanlara yardım elini uzatmanın ve güçsüzlerle düşkünleri ziyaret edip, yalnızlıklarını gidermenin gayreti içinde oldular.
Duyguların doruk noktaya erdiği bu güzel gecenin arefesinde gerçekleştirilen önemli programlardan biri de 17 Haziran 2010 Perşembe günü YOYAV Kültür Merkezi’nde saat 14.00’de düzenlenen “Kalp Kazanmada Kandillerin Yeri” konulu kutlama programı idi.
Öğle namazından sonra salonu doldurup sabırla sohbetin başlayacağı saati bekleyen davetlilere duygulu dakikalar yaşatan Dr. İbrahim Ateş, yaptığı yönlendirici konuşmada şunları söyledi:
“Kıymetli kardeşlerim, muhterem misafirlerimiz, basınımızın değerli temsilcileri!
Manevî iklimine girme bahtiyarlığına erdiğimiz mübarek üç ayların ilki olan Receb-i şerîfin 5. gününe ve Regaib Kandilinin eşiğine gelmiş olmanın haz ve huzuru içinde kandil gecesine sayılı saatlerin kaldığı bu anlamlı anda düzenlediğimiz “Kalp Kazanmada Kandillerin Yeri” konulu programımıza katılarak Regaib Kandilini birlikte karşılayıp onu en iyi şekilde ihya etmek için hazırlıklarımızı gözden geçirerek motivasyonumuzda müessir olacak bazı bilgileri paylaşmamıza vesîle olan güzîde heyetinizi en içten ve samîmî duygularımızla selamlıyor, sağlık ve saadette daim olmanızı diliyorum.
Kandilinizin kutlu, yaşantınızın mutlu ve geleceğinizin umutlu olması temennisiyle sözlerime başlarken, Mevlâ-yı Müte’âl Hazretlerinden cümlemize eşiğinde olduğumuz mübarek Regaib Kandilini en iyi şekilde ihya ederek feyiz ve faziletinden faydalanmayı nasip etmesini niyaz ediyorum.
Sohbetimize sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in üç aylar yaklaşırken yaptığı bir dua ile başlamak istiyorum. “Allahümme bârik lenâ fî Recebe ve Şâ’bân ve belliğnâ Ramadân” “Allah’ım! Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazana ulaştır.”
Regaib Kandili, kültürümüzde üç aylar olarak bilinen, Recep ayı ile başlayıp, Şaban ayı ile devam eden, Ramazan ayı ile noktalanan huzur ve maneviyat mevsimine girdiğimizin habercisidir.
Üç aylar ve içinde barındırdığı özel geceler, Allah’ın rahmetinin mü’minlere bol bol ikram edildiği, mağfiretinin, lütuf ve kereminin üzerimize sağanak sağanak yağdığı zaman dilimleridir. Zira bu günlerde kalpler aynı duygu etrafında birleşip çarpar, eller aynı düşüncelerle semaya açılır, gözlerden aynı hissiyatın yaşları süzülürken, dillerden dua ve tesbihler aynı aşkla dökülür.
Dinî hayatımıza yeni bir heyecan ve canlılık kazandıracak olan bu mübarek ay ve geceler, yüce Yaratıcımıza, ailemize, çocuklarımıza ve tüm insanlığa karşı görev ve sorumluluklarımızın olduğunu bir kez daha bizlere hatırlatmakta, yanlış ve kusurlarımızdan dönmemize vesîle olmaktadır. Bu mübarek zaman dilimini fırsat bilerek, yüce dinimizin bizden istediği, sevgi, saygı ve hoşgörü ortamının kurulmasına, birlik, beraberlik ve kardeşliğimizin güçlenmesine, insanî ve ahlakî meziyetlerin yaygınlaşmasına gayret göstermeliyiz.
Kıymetli kardeşlerim!
İnanan insanlar olarak ömür boyu en önemli işimiz; kalbimizi Kur’an’a, imana ve İslam’a açıp, Allah ve Resûlü’nün sevgisiyle doldurarak mâsivâdan muhâfaza etmemiz, nefis ve iblisin igvasıyla hevâ ve hevesin ifsâdından, her türlü hased, fesad, fitne, fücur ve kötülüklerden korumanın gayreti içinde olmamızdır. Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle kalb-i selîm sahibi olup, kalbimizi kaymaktan korumamız ve mü’min kardeşlerimizin gönüllerini kırmaktan kaçınmamızdır. Dua ve niyazlarımızda, Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in Al-i İmrân Suresi’nin 8. ayeti kerimesinde geçen: “Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lutfu en bol olan sensin.” mealindeki yakarışla, Haşr Suresi’nin 10. ayetinde öğretilen: “... Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen çok şefkatli, çok merhametlisin.” mealindeki yalvarışı dilimizden düşürmemeliyiz. Bilhassa böylesi mübarek gün ve gecelerde mü’minlerin kalplerini kazandıracak söz, davranış ve yaklaşımlarda bulunmayı ilke edinmeliyiz. Kalplerin daha çok yumuşadığı ve duyguların doruk noktaya erdiği kandil gecelerinde, müslümanların kalbî bağlarının güçlendirilmesine, dostluk ve kardeşlik duygularının pekiştirilmesine, sevgi ve saygı hislerinin arttırılmasına vesîle olacak duyarlı ve dirayetli davranışları devamlı kılacak duygularla donanmanın gayret ve kararlılığı içinde olmalıyız.
Bu bakımdan sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in yaklaşımlarıyla davranışlarını örnek almalı, uyarılarına uymalı, ashab-ı kiram ve evliyaullah ile gönül erlerinin tavsiyelerine tâ’bi olmalıyız.
Bu cümleden olarak büyük mutasavvıf ve mütefekkir Yunus Emre’nin aşağıdaki dizelerini ömür boyu kulağımıza küpe etmeliyiz:
Çalış, kazan, ye, yedir, bir gönül ele getir.
Yüz Kâbe’den yeğrektir, bir gönül ziyareti.
Gönül Çalabın tahtı, Çalab gönüle baktı.
İki cihan bedbahtı, kim gönül yıktı ise.
Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil,
Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil.
Yunus Emre der hoca, gerekse var bin hacca.
Hepisinden iyice bir gönüle girmektir.
Ben gelmedim da’vi için, benim işim sevi için.
Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.
Bu dizelerde belirtildiği şekilde, gönül kazanmanın önemi büyük olduğu gibi, gönül kırmanın vahâmeti de büyüktür. Müslüman, gönül kırmama hususunda dikkatli ve dirayetli, gönül kazanma hususunda da gayretli ve basîretli olmalıdır. Bunun için ne yapmak gerekir derseniz, kısaca arzetmek isterim ki, insanlara sevgi, saygı ve hoşgörü ile yaklaşıp, güleryüz, tatlı söz ve sevecen bir özle yönelmek gerekir. Böyle davranan, kalp kırmaktan kaçınmış ve gönül kazanmada başarılı olmuş demektir.
Kıymetli kardeşlerim!
Yakınlarımız ve yurttaşlarımızla yakından ilgilenip, muhtaç olanların ihtiyaçlarını giderme cihetine gitmemiz önemli bir insanlık görevidir. Ancak bundan daha önemlisi onların kalp ve ruh hayatlarını düşünmektir. En hayatî vazifelerini aksatan, temel değerlerimizle barışık olmayan bir kardeşimizin varlığı uykularımızı kaçırmalı, beynimizi sancıyla zonklatmalı ve bizi çare üstüne çare aramaya sevk etmelidir. Bunun için organizasyonlar yapmalı, işin ehli olan insanlarla istişarelerde bulunmalı ve arkadaşlarımızın dünyalarını düşündüğümüz kadar, belki ondan daha çok ahiretlerini düşünmeliyiz.
“Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi sende başkasına yapma” mealindeki Nebevî emir, hayatımızın bütününü kuşatması gereken vazgeçilmez bir prensiptir. İnsanlığın iftihar tablosu bize “incinmek istemiyorsan, incitmeyeceksin. Hakarete maruz kalmak istemiyorsan, hakaret etmeyeceksin. Güler yüzden, sevgiden, şefkatten hoşlanıyorsan, herkese güler yüz gösterecek, her gönüle sevgi ve şefkatini duyuracaksın...” tavsiyesinde bulunuyor. Bir başka hadîs-i şerîfinde: “İyilik adına, kardeşine güzel bir tebessümü dahi sakın küçük görüp ihmal etme.” buyuruyor sevgili Peygamberimiz. Buna göre yanından geçtiğimiz insanlara selam verip hatırını soracağız. Onlara, amirleri değil, kardeşleri olduğumuz hissini vereceğiz. Sevilmek istiyorsak, seveceğiz. İlahî muhabbete mazhariyetin, kullara gösterilen muhabbetle alakadar olduğunu hiç unutmayacağız.
Ümmetine tebessümü tavsiye buyuran sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in: “Mü’minin mü’mine karşı tebessümü sadakadır.” mealindeki uyarısını insanî ilişkilerimizde esas alıp, herkese güler yüzle yaklaşma cihetine gideceğiz.
İnsanlara karşı yumuşak olmanın, onlara iyilikte bulunup, işlerini güler yüzle ve tatlı dille yapmanın gayreti içinde olacağız.
Bir gönül ehlinin dediği gibi: “Tasavvuf, namaz kılmak, oruç tutmak ve geceleri ibadet etmek demek değildir. Bunları yapmak her insanın kulluk vazîfesidir. Tasavvuf, insanları incitmemektir. Bunu hâsıl eden, vâsıl olmuştur.”
Ma’rûf-i Kerhî’nin nafile oruçlu olduğu bir gün idi. İkindi vaktine yakın pazardan geçerken bir sakanın (sucunun): “Bu sudan içene Allah rahmet ve bereketi ile muâmele eylesin!” diye dua ettiğini görmüş ve icâbet edip orucunu bozmuştu. Yanındakiler: “Efendim, orucunuzu niçin bozdunuz?” dediklerinde Mâ’rûf-i Kerhî Hazretleri: “Sakanın duasındaki berekete nâil olmak istedim.” buyurmuştu. O’nu vefâtından sonra rüyada görüp: “Allah Teâlâ sana nasıl muamele etti?” diye sorduklarında şöyle cevap vermişti: “Sakanın o hâlisâne duası bereketiyle Rabbim beni bağışladı. Bana merhametle muamele buyurdu.”
Evliyânın başka insanlardan nasıl ayırt edileceğini, Muhammed bin Salim Hazretlerinden sormuşlar: “Sözlerinin yumuşak, huylarının güzel, yüzlerinin güler, ihsanlarının bol olması, konuşurken itiraz etmemeleri, özür dileyenleri affetmeleri ve herkese merhametli olmaları ile anlaşılır.” demiştir.
Müslümana yakışan; gücendiği kimseye iyilik etmesi, sevmediğine ihsânda bulunması ve sıkıldığı kimseye karşı güler yüzlü olmasıdır.
İnsanları görüp gözetmede Resûlullah ile ashab-ı kiramın uygulamalarını ve din büyüklerinin davranışlarını örnek almasıdır.
Malumunuz olduğu üzere Efendimiz (S.A.V.)’e bir kurban bayramı sabahı evine geldiğinde hazırlanan kurban etini takdim ederler. Efendimiz (S.A.V.)’in tebessüm eden yüzünde bir tereddüt işareti dolaşır: “Şu anda çevremizdeki komşularımız da et yiyorlar mı?” diye sorar.
- Hayır, derler, biz herkesten önce sizin için hazırladık. Önce siz yiyin, sonra onlara göndereceğiz!
Elinin ucuyla önündeki tabağı öteye iterken şöyle der:
- Götürün bu tabağı önümden. Komşumun yemediğini yemem, giymediğini de giymem. Ne zaman komşularımızın bacalarından et piştiğini gösteren dumanlar yükselirse o zaman getirin, onlarla birlikte et yiyebilir, onlarla birlikte bayram yaparım!.
Bu, Kâinatın Efendisi (S.A.V.)’nin, komşularının yemediğini yemeyişinden, yani onların derdiyle dertlenmesinden bir misaldir.
Bir misal de O'nun halifesi Hazreti Ömer'den verelim. Bakalım yönettiği halkın haliyle nasıl halleniyor, gördüğü örneği nasıl benimsemiş bulunuyor.
Bir iftar sofrasında soğuk bal şerbeti ikram ederler. Bardağı dudağına değdirmesiyle çekmesi bir olur:
- Bu ne? der.. Ürkek sesle cevap verirler:
- Bal şerbeti, sizin için özel olarak hazırlatmıştık. Sert sesle sorar:
- Benim idare ettiğim halkım da şu anda soğuk suyla yapılmış bal şerbeti içebiliyor mu?..
- Nerede?.. derler. Onlar hele bir sıcak suyu bulsunlar!.. Kelimelere basarak konuşur:
- Ben, der, yönettiğim insanların yemediğini yemem, giymediğini de giymem. Götürün bu soğuk bal şerbetini, getirin halkımın içtiği sıcak suyu. Halkından ayrı yaşayan yöneticilerden olmaktan Allah'a sığınırım.
Bu da O'nun halifesinden bir misaldir. Bir misal de ordu kumandanından verelim.
Suriye taraflarında Rumlarla yapılan savaşta akşam olur, taraflar çarpışmaya ara verirler. Sıcak kumların üzerine sofralar serilir, açlıktan takatsiz düşmüş mücahitler kuru ekmek, sıcak su ile yanık hurmadan ibaret sofralarına yönelirler. Ancak kumandan Halid bin Velid'in sofrasında kuru değil yumuşak ekmek, sıcak değil soğuk su var. Hayretle sorar:
- Akşama kadar deve sırtında bekleyen bu ekmekleri güneş nasıl kurutmamış? Suyu nasıl ısıtmamış?. Derler ki:
-Biz bu ekmek ve suyu eştiğimiz kum çukurlarındaki nemli zeminde sizin için sakladık!.
- Askerlerimin sofrasında da böyle yumuşak ekmek, soğuk su var mı? diye sorar.
- Hayır, derler. Onların sofrasında, deve üzerinde kurumuş ekmek, ısınmış su var! Kumandan hiddetlenir:
- Kaldırın bu yumuşak ekmekle, soğuk suyu. Bana askerimin yediği kuru ekmekle, içtiği sıcak suyu getirin. Savaşta birlik olup da yemekte ayrılan kumandanlardan olmaktan Allah'a sığınırım!. Bizim örnek aldığımız zatlar böyle yapmıyorlardı, biz de yapmayız. der.
Mübarek Regaib Kandilini kutlamaya hazırlanırken bir daha anlıyoruz ki, insanlık bu ideal hedefe henüz varamamış, “komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir” diyen, dert ortaklığına henüz ulaşamamıştır. Ulaşırsa aradığı birlik ve beraberliği bulacak, komşusunun derdiyle dertlenme kahramanlığını göstermiş olacaktır.
İbrahim Havvâs Hazretleri nasihat isteyen bir gence: “Evlâdım, üç şeye dikkat et” buyurmuş. Delikanlı merak etmiş: “Onlar nedir efendim?” diye sormuş. Buyurmuşlar ki: “Birincisi, paraya, mala mülke gönül bağlama! İkincisi, bu dünyada öyle hayat sür ki, senin yüzünden kimse Cehenneme girmesin. Yani kimseye kötü örnek olma. Hiç kimse sana bakıp da İslamiyetten soğumasın.” Genç sormuş: “Ya üçüncüsü efendim?” Mübarek: “Üçüncüsü de yanına üzüntüyle gelen, neş’eyle çıksın. Kederli insanları ferahlandır. Sen insanları sevindirirsen, Allah Teâlâ’da seni sevindirir.” buyurmuştur.
Sohbetimizi HMK’nın Okul ve Yaşam Dergisi’nde okuyup etkilendiğim “Bir Tebessümün Hikayesi”ni sizlerle paylaşarak noktalamak istiyorum:
Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı.
Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğle yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.
Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki... İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi.
Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı...
Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar...
Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir tebessümün sonucuydu.
Allah yüzümüzden tebessümü, gönlümüzden sevinci, hayatımızdan huzuru eksik etmesin. Bizleri sevdiği, sevdirdiği ve sevindirdiği kullarından eylesin.