Namaz Nasıl Kılınır?
Ülkemizde ana-babaların çocuklarına öğrettikleri dinî bilgilerin başta gelenlerinden biri de namazla ilgili bilgilerdir. Namaz vakitleri, türleri, duaları, şartları, farzları, vacipleri, sünnetleri ve nasıl kılınacağı gibi namazla ilgili bazı önemli bilgiler, çocuklara yavaş yavaş öğretilir ve onları sıkmadan uygulama cihetine gidilir. Dolayısıyla islamî hayatı yaşayan ailelerde çocuklar büyüklerinden duydukları bilgiler ve gördükleri uygulamalarla, namaz ibadeti hakkında bir şeyler öğrenmiş olurlar. Ama taşıma suyla değirmen dönmez. Dinin direği olan bu önemli ibadet hakkında bizleri bilgilendirip namaz kılma alışkanlığını kazandıran büyüklerimize müteşekkir olmakla birlikte, hepimiz için hayatî ehemmiyet arz eden namaz ibâdetini, Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle ikame etmek (dosdoğru kılmak) ve kusursuz îfâ etmek için, onu Allah Resûlü’nün öğrettiği gibi öğrenmemiz ve kıldığı gibi kılmamız gerekir.
Namaz kılarken Hakk’ın huzurunda olduğumuzu bilip, ahkâm ve âdâbına riayet ederek eksiksiz bir namaz kılmamız için, onunla ilgili ayet ve hadisleri dikkatle ve dirayetle okuyup, içeriklerini öğrenmemiz icap eder. Bununla birlikte fıkıh kitaplarının namazla ilgili bölümlerini iyice inceleyip, detaylı bilgilerle donanmalı ve din bilginlerinin sohbetlerine katılıp, yaptıkları açıklamaları dinleyerek namazlarımızı doğru, düzgün kılacak konuma gelmenin gayreti içinde olmalıyız.
Mensupları ile dostlarını doğru ve doyurucu bilgilerle donatıp, ibâdetlerini eksiksiz îfâ etmelerine yardımcı olacak açıklamalarda bulunmanın gayreti içinde olan YOYAV’ın, kurs öğretmenlerinden Afet Tan’ın öğrencilerinin 25 Şubat 2016 Perşembe günü ikram ettikleri kahvaltının ardından, öğle namazını birlikte eda ettikten sonra ayın sohbet toplantısına katılmak üzere konukları ile birlikte konferans salonundaki yerlerini aldılar. Leziz bir kahvaltıdan sonra değerli bir sohbet toplantısında sunulacak kıymetli bilgilerle, beyinlerini bilemek için “Namaz Nasıl Kılınır?” sorusuna cevap olacak nitelikteki bilgileri içeren sohbetin başlayacağı ânın gelmesini beklediler.
Saat 12.30’da kürsüye gelip, davetlileri selamlayarak sohbetine başlayan Dr. İbrahim Ateş, yaptığı mesaj yüklü konuşmada şu cümlelere yer verdi:
“Yaradan’a yar ve yakin olmanın gayret ve kararlılığı içinde olduklarına inandığım kıymetli konuklar, dinini dünyaya değişmemenin dirâyet ve duyarlılığı içinde olduklarını düşündüğüm değerli dostlar, ibâdete devamla kullukta kıvama ermelerini temenni ve tavsiye ettiğim sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
Namaz kılmakla huzûr-u Hakk’a varmanın, huzûr-u Hak’da olmakla huzur bulmanın sağlayacağı saadeti arz ve ifade ederek, Yaradan’a yar ve yakin olma yolunda atılacak ibâdet adımlarının ilki olan namaz ibâdetinin nasıl edâ edileceğine dair bilgi birikimimizi sizlerle paylaşmak amacıyla düzenlediğimiz bu sohbet toplantısına teşrif ederek, duyulmasında ve uyulmasında fayda mülahaza ettiğimiz doğru ve doyurucu bilgilerin, bir kere daha dile getirilmesine vesîle olan güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, ibâdetlerde irâde-i ilahîye imtisâl ve irşâd-ı Nebevîye ittibâ’ı esas alıp ihlas, içtenlik ve samîmîyetle îfâ ve icrâ etme cihetine giderek rızâ-ı Rahmân’a eren ve cennet-i a’lâya giren mutlu, mümtâz ve müstesnâ Müslümanlardan olmamızı diliyorum.
Namaz kılanları, âdâp ve ahkâmına riayetsizlikten, kılmayanları da ibâdetsizlik ve isyankârlıktan kurtarmaya katkıda bulunmak gayesiyle tertiplenen bu toplantıda, bana doğruları dile getirmede, sizlere de duyduklarınızı değerlendirip ibâdetlerinizi eksiksiz olarak îfâ etmede tevfîkini refik etmesini yüce Allah’tan niyaz ederek sözlerime başlarken, namaz ve niyazımızda Efendimiz (S.A.V.)’i örnek alıp, ma’nen mi’râca ermenin bilinciyle namaz kılanlardan olmamızı diliyorum.
Namaz nasıl kılınır? sorusunun cevabına geçmeden önce, Kur’ân-ı Kerîm’in kaç ayetinde hangi kelimelerle emr ve ifade edildiğine dair özet bilgiler arz etmekte fayda mülahaza ediyorum. Namazla ilgili ayetler incelendiğinde görüleceği üzere, üç ayette “sallâ”, bir ayette “sallû”, iki ayette “yusallî”, bir ayette “lâ tusalli”, bir ayette “yusallûne”, bir ayette “tusallû”, iki ayette “salli”, iki ayette “salâtu”, altmış bir ayette “es-salât”, bir ayette “es-salavât”, bir ayette “salatüke”, bir ayette “bisalâtike”, bir ayette “salâteke”, bir ayette “salâtehû”, bir ayette “salâtî”, bir ayette “salâtehüm”, beş ayette “salâtihim”, bir ayette “salavâtihim”, üç ayette “musallîn”, bir ayette “musallâ” olmak üzere doksan dört ayette namazla ilgili ilahî emirlerle uyulması icap eden hususlar dikkatimize getirilmektedir.
Namazın ibâdetler arasındaki yeri ile müslümana sağlayacağı saadet-i sermedîyeyi anlamak için bu ayetlerle, onların izahı niteliğinde olan ve Hz. Peygamber (S.A.V.)’in uygulamasını bildiren hadîs-i şerîfleri dikkatle okuyup, içerik ve yüceliklerini öğrenmek lazımdır.
Biz bugünkü sohbetimizde bu ayetlerle hadislerden bir kaçının içeriğini vaktimizin elverdiği nispette sizlere sunmaya çalışacağız.
Her şeyden önce namaz; başı kıyâm, sonu niyaz olan bir ibâdettir. Başka bir ifadeyle namaz; kamet, niyet ve iftitah tekbiri ile başlayıp, kıyâm, kırâet, rükû ve secde ile devam eden, ka’de-i ahîre ve selam ile sona erip, dua ve niyazla noktalanan bir ibâdettir. Dolayısıyla namaz, müminin günde beş defa Rabbi’nin huzûruna çıkması, divanında durması demektir. Bu yüce divanda hiçbir aracı olmadan, her türlü istek ve ihtiyacını, kul, bizzat kendisi Allah’a arz eder; O’na sığınır ve yalnız O’ndan yardım diler. Böylece namazın, müminin mi’râcı olması sırrı yaşanır.
Her mümin, Cenâb-ı Hak ile kendi arasında kuvvetli bir bağ meydana getirebilmek, O’na yakın olabilmek, her ânını O’nun yolunda geçirebilmek için hayatını ibâdet yörüngeli yaşamaya çalışmalıdır.
Namaz, bu noktada kulu Allah’a bağlayan bir köprü gibidir. Rabbimiz buluğ çağına gelmiş her müslümandan namaz kılmasını istemektedir. Hem de bu istek Kur’ân-ı Kerîm’de defalarca tekrar edilmektedir. Namaz kadar çok tekrar edilen, üzerinde ısrarla durulan başka bir ibâdet yoktur.
Namaz; insanın kendini, kâinâtı ve hakikati idrâk etmesidir. Namaz; esas itibariyle hiçbir şeye hükmü geçmeyenin, her şeye hükmü geçenin kapısına gitmesidir. Namaz; ebedî azık ve daimî gençlik iksiridir.
Namaz; yaratılmış olan bir varlığın ulaşabileceği en yüce makam, oturabileceği en yüksek şeref kürsüsüdür. O, müminin mi’râcıdır. İnsan namaza durduğu an kâinatın sinesinde atan bir kalp, nizamı seslendiren bir nabız, cisimleşmiş bir idrâktir.
Namaza durmak, “Hayatta olan hiçbir şey Allah’tan gayrı mıdır ki”, “Allah’ın insanın namazına ihtiyacı mı var?” gibi nefsin şaşırtan sorularına direnip, kayıp bir kul olmaktan her vakit hazır bir kul olmaya dönüşebilmenin adıdır. Namaza durmak, huzur içinde huzûra durmaktır. Namazı anlamak, her şeyi anlamak; namazı yaşamak, yaşanabilecek en ulvî hazza şahit olmak, semavî mesajla inen sofraya oturmaktır.
Namaz; dinin direği, imanın gereği ve ibâdetlerin yüreğidir. Namazsızlık, insanı inkâra sürükler. Dolayısıyla namaz, aslâ ihmal edilmemeli, terk ve tembelliğe tevessül edilmemelidir. İhlas ve ihtimamla îfâsı cihetine gidilmeli, ikâme edilmesine (dosdoğru kılınmasına) itina gösterilmelidir.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in bu hususla ilgili: “Namaz dinin direğidir. Onu ikâme eden (ayakta tutan) dini ayakta tutar. Terk eden de dini yıkar.” mealindeki uyarısını herkes kulağına küpe edinmelidir. Namaz, günümüz yazarlarından Ali Demirel’in bir yazısında ifade ettiği gibi, dinimizde imandan sonraki en önemli esastır. Bunu elbette hepimiz biliriz. Ama ah şu nefis yok mu? Namaz, nefse ağır gelen bir ibâdettir. Nefis, insanı namazdan uzaklaştırmak için akıl almaz bahaneler uydurur. Onun bir de yardımcısı vardır. Kim olacak, elbette şeytan. Bu işte şeytan nefsin en büyük dostu ve yardımcısıdır. İkisi el ele verip olmadık bahaneler fısıldar insana:
“Daha çok gencim, hayatımı yaşayayım, yaşlandığımda kılarım.” “O kadar yoğunum ki, namaz kılmaya vakit ayıramıyorum.” “Ya, başlayacağım ama arkadaşlarım benimle dalga geçecekler.” “Bu aralar hiç havamda değilim.” “Az kaldı, hele şu emekliliğim bir gelsin, ondan sonra başlayacağım inşallah.” “Ya namaz tamam da şu abdest işi bana çok ağır geliyor.” “Namaza başlayacağım ama örtünmem de gerekiyormuş, onu nasıl yapacağım bilemiyorum.”
Bu listeyi çok daha fazla uzatmak mümkün. Bu mevzuda akla gelen her türlü bahane, kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir. Efendimiz (S.A.V.)’in ifadesiyle namaz, müminin mi’râcıdır. Bu hadîs-i şerîften esinlenen bir şair:
“Ey birader kıl namazı, çün saadet tâcıdır.
Sen namazı öyle bil ki, müminin mi’râcıdır.” demiştir.
Meşhur Mevlid yazarı merhum Süleyman Çelebî de “Vesîletü-n Necât” adlı eserinin Mi’râç bölümünde şu dizelere yer vermiştir:
“Sen ki mi’râç eyleyüp kıldın niyaz.
Ümmetin mi’râcını kıldım namaz.
Her kaçan kim bu namazı kılalar,
Cümle gök ehli sevabın alalar.
Çünkü her türlü ibâdet bundadır.
Hakka kurbiyyetle vuslat bundadır.”
Evet, merhum Çelebî’nin dediği gibi, namaz Yaradan’a yaklaşma yoludur. Bu gerçek kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Alak Suresi’nin 19. ve sonuncu ayetinde şöyle beyan buyurulmuştur:
“… Allah’a secde et ve (yalnızca O’na) yaklaş.”
Hz. Peygamber (S.A.V.) de bu yakınlığı izah ederek: “Kulun Rabbine en yakın olduğu an, secdede olduğu andır.” buyurmuştur.
Yaradan’a yar ve yakin olmayı dileyen, mutlaka bu yola girmeli, hızlı adımlarla ilerlemeli ve ara vermeden devam etmelidir.
Namaz kılmak asansöre binmek gibidir. Asansöre binmek ne kadar zor ve insanı ne kadar yoruyorsa, namaz da işte o kadar zordur ve o kadar insanı yorar.
Çok basit bir harekette bile ilk hareket biraz daha zor oluyor ve fazla enerji kullanımı gerektiriyor. Uçaklarda ve arabalarda da durum böyledir. Karar verme manasında ilk hareket gerçekleşir ve yola koyulabilirse, artık akar gibi yolculuk devam eder, gider. Ayrıca motor ısındıktan sonra enerji sarfiyatı da azalıyor. Yeter ki rampada stop ettirilmesin. O zaman tekrar kalkış yapmak ilk hareketten de zor olabilir. Bir de aradan uzun bir süre geçmiş ve motor soğutulmuşsa, yeni bir başlangıç imkânsız gibi gelir.
İbâdetler de böyledir. Karar verdikten sonra fazla bir zorluk söz konusu değildir. Yani esas zorluk, asansöre binmek ve onunla yükselmek değil, binmeye karar vermektir. Bulunduğu pozisyondaki rahatını değiştirmek istemeyenler, bu kararı vermekte zorlanabiliyorlar. “Kılsam mı kılmasam mı” veya “bir gün kılacağım” diyenler kılamıyor. “İşte başladım ve kılıyorum” diyenler ilk zamanlarda biraz zorlansalar bile, zamanla namaz hayatlarının bir parçası oluyor ve artık vazgeçmeyi akıllarına bile getirmiyorlar.
Böylece Allah’a kavuşacakları âna kadar namaza devamda karar kılarak, O’nun makbul kullarından olmaya çalışıyorlar. Zira onlar,namazlarına devam edenlerle (Mearic, 22-23) namazlarını koruyanlardan (Mearic, 34) olup, aynı surenin: “işte bunlar cennetlerde ağırlanırlar.” mealindeki 35. ayetinde verilen müjdeye mazhar olmanın gayreti içindedirler.
Bu surenin 22-35. ayetleri arasında makbul kulların özellikleri sayılırken, başta ve sonda namaza yer verilmesi, namazın önemini apaçık ortaya koymaktadır. 22 ve 23. ayetlerde namaza devam etme ve bu konuda ihmal göstermeme noktasına temas edilmektedir. 34. ayette ise namazın bütün haklarını vermenin, yani bir taraftan erkan ve âdâbına riayet etmenin, diğer taraftan namaz dışındaki davranışlarda da namazın kazandırdığı ulvî hasletleri korumanın önemine işaret edilmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’in 341-348. sayfaları arasındaki 118 ayetten oluşan Müminun Suresi’nin ilk on ayetinde kurtuluşa eren müminlerin ibâdetlerinden, ahlakî yaşayışlarından ve nâil olacakları uhrevî nimetlerden bahsedilerek, yedi özelliği kendinde toplayan kimseler için kurtuluşun muhakkak olacağı müjdelenmektedir ki, bu yedi özellikten birincisi iman, ikincisi namazı huşu içinde kılmak, üçüncüsü de namaza devam etmek ve korumaktır. Bu surenin 2. ayetinde: “Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler.” 9. ayetinde de: “Ve onlar ki, namazlarını muhafaza ederler.” buyurulmaktadır.
Böylece müminlerin kurtuluşa ermelerinde etken olan yedi özellikten, namazla ilgili iki önemli özellik dikkatimize getirilmektedir. Bunların biri namazı huşu ile kılmak, diğeri de namazı kaçırmayıp korumaktır.
Dolayısıyla “namaz nasıl kılınır?” sorusuna verilecek cevapların başında huşû’, huzû’ ve huzûr-u kalple kılınır demek yerinde olur. Huşûu, bazı müfessirler korku, çekingenlik gibi kalp fiillerinden olmak üzere tarif etmişler; bazıları da sükûnet içinde olmak ve sallanmayı terk etmek gibi organlara ait fiillerden göstermişlerdir. Doğrusu huşû; aslı kalpte, tezâhürü bedende olmak üzere ikisini de içinde bulundurur. Kalbe ait tarafı, Allah’ın azamet ve celâli karşısında kendi küçüklüğünü göstererek nefsi, Hakk’ın emrine baş eğdirip söz dinlettirecek ve edeple tazimden başka bir şeye yönelmeyecek şekilde kalbin son derece bir saygı hissi duymasıdır. Dış görünüşle ilgili yönü de, vücut organlarında bu duygunun belirlenmesiyle bir sâkinlik ve sükûnet meydana gelmesi, gözlerinin önüne, secde yerine bakıp, sağa-sola, şuna-buna iltifat etmemesidir. Bundan dolayı huşû’un aslı namazın şartlarından olan niyetin samîmîliği ile tezâhürleri de namazın âdâp ve diğer tamamlayıcıları ile ilgilidir. Bu noktadan hareketle başta namaz olmak üzere bütün ibâdetler, kalıpla değil, kalple yapılmalıdır diyebiliriz.
Malum olduğu üzere ibâdetler, kalıpla yapıldıkları zaman angarya gibi zor ve sıkıcı olurlar. Kalple yapıldıklarında ise derecesine göre huzur ve inşirah verirler. İbâdetler, vücudun ihtiyacı olan gıdalar gibi, günahlar da vücuda musallat olan mikroplar gibidir. Sağlığımız ise hem yeterli beslenmeye, hem hijyene bağlıdır.
Aynen bunun gibi her iki durum için zor olan ibâdetin veya yasağa riayetin kendisi değil, nefsin kulluğunu kabullenmesinin zorluğudur.O kul olmak istemiyor. Eğer terbiye edilmezse onun tabiatında firavunluk da vardır, kölelik de. Bir taraftan üç kuruş için kimlere ve nelere kulluk yapıyor ama Allah’a kulluk yapmaya gelince mutlaka bir bahane buluyor ve yan çiziyor.
Çok yoğunum, namaz kılmaya vakit bulamıyorum sözü namaz kılmama adına nefsimizin ürettiği en yaygın mazeret ifadelerinden birisidir. Yemek yemeğe vakit bulabilenin, başta namaz olmak üzere ibâdete vakit bulamaması inandırıcı bir bahane olamaz. Zaten vakit bulunmaz, Allah’ın bize her gün yeniden bahşettiği bu değer tanzim edilir. Planlanan işler o zaman dilimine yerleştirilir ve yapılır. Kendince zamanın tamamını doldurup, bazı işleri yapmaya zamanım yok demek, “ben zamanımı onlara harcamak istemiyorum, onların benim için önemi yok” demektir. En azından, “benim daha önemli işlerim var, ibâdete ayıracak vaktim yok” demektir. Sırf onun için gönderildiğimiz bu dünyada ibâdetten daha önemli ne olabilir?
Bir de başta namaz olmak üzere her türlü ibâdetini yapmak istediklerini ama zor geldiği için yapmadıklarını söyleyenler var. Halbuki her bir ibâdetin kendince görünen bir zorluğu olmakla beraber, her çeşidiyle bütün ibâdetler, hiçbir ölçüye göre gerçek anlamda zor değildir.
Mesela günde beş vakit namaz kılmak, iki katlı bir binanın merdivenlerinden yürüyerek çıkmak kadar insanı yormadığı gibi, çoğu zaman en basit bir iş kadar bile vaktimizi almıyor. Öyleyse problem bu değildir. Problem ibâdetlerin bizâtihi zor oluşlarından değil, kişiye zor gelmesinden kaynaklanıyor. Çünkü nefis kulluk istemiyor. Zor olan nefsi kul olduğuna ikna etmektir. İknanın da işe yaramadığı zamanlarda onu birazcık zorlamaktır.
Bir farklı açıdan bakıldığında, burada iki türlü zorluk söz konusudur: Birisi dini sorumluluklarını îfâ ve ibâdetleri edanın zorluğu, diğeri dinin günah saydığı yasaklardan uzak yaşamanın zorluğu.
Halbuki ne ibâdetlerin kendilerinde, ne de yasaklardan uzak durmakta gücümüzü aşan bir zorluk vardır. Yasaklardan uzak durmak, din yasaklamamış olsa bile zaten uzak durmamız gereken hususlarla ilgilidir. Farzlara ise mutlak manada ihtiyacımız vardır.
Namazı muhâfaza etmek ise, onu kaçırmamanın gayreti içinde olup, vaktinde eda etmeye özen göstermektir. Öyle ki, bir vakit namazı vaktinde kılmayı dünyevî değerlerin tümüne tercih edecek kadar ona önem vermektir. Bunun içindir ki, Müminûn Suresi’nin meali arz edilen 9. ayetinde kurtuluş vesîlesi olan yedi özellikten birinin, namazı muhâfaza etmek olduğu beyan buyurulmuştur.
Bakara Suresi’nin 238. ayetinde de namaza devamın önemi vurgulanarak: “Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah’a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın.” buyurulmaktadır. Bu ayet-i kerimenin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere namazın temelini teşkil eden önemli esaslardan biri devamlılık, ikincisi Allah’a saygı, üçüncüsü de bağlılıktır. Bir gün kılıp, beş gün bırakan, bedenen namaza durup, zihnen ve kalben Allah’a saygı ile bağdaşmayan duygu ve düşüncelere dalan, darda kalınca Allah’a yakarıp, rahatlayınca Allah’ı unutanların kıldıkları şeklî ve göstermelik namaz, sahibine umulan huzur ve mutluluğu sağlamaz.
İnsanın ihmalkâr olması ve gaflete dalıp yapması gereken işlerle, îfâsı îcâp eden görevleri unutup, zamanında yerine getirmemesi, ciddiyetten ârî ve sorumluluktan berî olması demektir. Halk tarafından hoş karşılanmayacak bu hâl, Hâlik tarafından da hoş karşılanmaz. Özellikle namaz vakitlerini kale almayıp, dünyalık işlere dalan ve namazdan geri kalan gâfil, unutkan insanların ihmallerini cezasız bırakmaz. Mâ’ûn Suresi’nin: “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar.” mealindeki 4-5. ayetlerinde, namazlarına karşı kayıtsız kalanlar, cezayı müstelzim olan laubali davranışlarından dolayı ağır bir şekilde kınanmışlardır. Çünkü onlar, namazlarından sehiv etmişlerdir, yanılmışlardır. Dinin direği ve kulların derli toplu kalp ile Hakk’ın huzuruna durarak bir yükselişi, Allah’a kavuşmaya bir çeşit vâsıl oluşu demek olan ve şu halde O’nun zikriyle yardım ve inayetinden fert ve toplum olarak medet ve hidayet alarak O’nun rızasına, doğru yoldan yaklaşmak üzere emrine göre kulluk vazîfelerini ihlâs ile yapmak için şevk ve uyanıklık almak gereken namazlarından gaflet ile yanılmaktadırlar. Dikkate şâyândır ki, namazlarında sehiv değil, namazlarından sehiv ile azarlama yapılmıştır. Çünkü bazen namaz içinde sehvetmek, yanılmak insanlık gereği çekinilmesi kabil olmayan ârızalardandır. Ondan dolayı Atâ b. Dînâr’dan rivayet edildiği üzere denilmiştir ki, hamdolsun Allah’a, namazda yanılma ile azarlamamış “namazlarında yanılanlar” buyurmamış, “namazlarından yanılmışlar” buyurmuştur.
Namazdan yanılmak demek; namazın öneminde gaflet edip onu gereği gibi ciddî bir vazîfe olarak yapmamaktır ki, kılınıp kılınmadığına aldırmamak, vaktine dikkat etmemek, geçip geçmediğine aldırış etmeyip vaktinden geri bırakmak, terk etmekten üzülmemek, kıldığı vakit de Allah için hâlis niyet ile kılmayıp, dünyaya ait bir takım maksatlar, gayeler için münâfıkça bir şekilde kılmak, açıkta, el yanında kılarsa gizlide kılmamak, kıldıklarını da Hakk’ın huzûrunda hayatın rûhânî ve cismânî bütün değişimlerini temessül ettirecek bir kulluk ve ta’zim olarak değil de, bir gösteriş veya bir eğlenti hâlinde yapmak demektir.
Namazla ilgili önemli hususlardan biri de vaktinde kılınmasıdır. Günde beş defa kılınan farz namazların belirli vakitleri vardır. Nisa Suresi’nin 103. ayetinde bu hususta şöyle buyurulmuştur: “… Kuşkusuz namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.” Bu vakitler fıkıh kitaplarında belirtilmiş olduğu gibi, piyasada bol miktarda bulunan birçok takvimde de günü gününe detaylı bir şekilde açıklanmaktadır. Namaz vakitleri titizlikle takip edilmeli ve geçirilmemelidir. Farz namazlar vakit girmeden önce kılınmamalı, girince de namaz vaktinde eda edilmeli, geciktirilip kaçırılmamalıdır. Vakit girmeden önce kılınan namazın sahih olmayacağı, vakit çıktıktan sonra kılınan namazın da eda değil, kaza olacağı bilinmelidir. Bunun için vakit namazları ezan okunur okunmaz ya da vakit girer girmez vaktin başında kılınmalı, sonuna doğru geciktirilip kaçırılmamalıdır. Bir hadîs-i şerîfte belirtildiği üzere amellerin en faziletlisinin namazları vaktinde kılmak olduğu unutulmamalıdır. Başka bir hadîs-i şerîfte emredildiği üzere namaz geçirilmeden önce, tevbe de ölmeden önce acele edilmelidir.
Bu gerçeği göz önünde bulunduran büyüklerimiz: “Kıl beşi, kurtar başı./Teslim ol, bitir işi.” demişler ve izlenecek yolu göstermişlerdir.
Namaz, en büyük zikirdir; Allah’ı anma şekillerinin en mükemmelidir. Aklı eren kimse için onu terk etmenin hemen hiçbir mazereti yoktur. Darlık zamanlarında ruhsatlar ve kolaylıklar vardır. Genişlik ve huzur zamanlarında ise vakit ve erkânına riayetle tam olarak kılınır. Allah’ı anmak yalnızca namaz hâline münhasır olmamalı, Müslüman her hâlinde Allah’ı anmaktan gâfil bulunmamalıdır.
Ankebût Suresi’nin 45. ayetinde: “(Resûlüm!) Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibâdetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” buyurulmuştur.
İncelendiğinde de anlaşılacağı üzere bu ayet-i kerîme günaha götüren isteklerin baskısından kurtulmanın ve ruh yüceliğine erişmenin en sağlam yolunu göstermektedir. Şüphesiz bu en geniş manada “Allah’ı anmak”tır. Kur’ân tilâveti ve namaz bunun en başta gelen şekilleridir.
Gerçekten Kur’ân’ın manalarını düşünenler için, Kur’ân tilâveti, daha önce farkına varılamayan birçok manaların açığa çıkmasını sağlar, kişiyi ulvî bir âleme götürür. Kur’ân tilâvetinin fazîleti ile ilgili pek çok hadîs-i şerîf vardır.
Hakkı verilerek kılınan namazın da, rûhu ulvîleştireceği ve mutlaka kötülükten alıkoyacağı, bu ayet-i kerîmede ve birçok hadîs-i şerîfte ısrarla belirtilmektedir. İyiliğe sevketmeyen, kötülüklerden alıkoymayan bir namaz ise, İslam büyükleri tarafından sırtta taşınan bir vebal olarak nitelendirilmiştir.
Dolayısıyla namazın ikame edilmesine (dosdoğru kılınmasına) özen gösterilmelidir. Kur’ân-ı Kerîm’in, namaz ibâdetinin emredildiği ve onunla ilgili hükümlerin anlatıldığı ayetlerinin çoğunda “ikame” kökenli kelimeler kullanılarak namazın dosdoğru, eksiksiz, kusursuz, huşu içinde ve huzûr-u kalple kılınmasının önemine işaret edilmiştir.
Fâtiha’dan sonra gelen Bakara Suresi’nin 3. ve 4. ayetlerinde muttakîlerin beş önemli özelliği anlatılırken: “Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler, ahiret gününe de kesinkes inanırlar.” buyurulmaktadır.
3. ayette geçen “namaz kılarlar” cümlesi “ve yukîmûnessalâte” kelimeleri ile ifade edilmiştir. Bunun gibi namazla ilgili diğer ayetlerin çoğunda “ekamû”, “yukîmûne”, “ekım”, “ekîmû” gibi “ikame” kökeninden kelimelerle “namazı dosdoğru kılma” anlamına gelen kelimeler yer almıştır. Bu cümleden olarak: “ekımi’s-salâte” yani “namazı dosdoğru kıl.” Emrinin yer aldığı beş ayetin mealleri şöyledir:
“Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır.” (Hûd, 114)
Tefsircilere göre, gündüzün iki tarafındaki namazlar, sabah, öğle ve ikindi, gecenin yakın saatlerindekiler de, akşam ve yatsı namazlarıdır. Ayet-i kerîmede belirtilen iyiliklerden biri beş vakit namazdır. Resûlullah (S.A.V.) buyurmuştur ki: “Ne dersiniz, sizden birisi kapısının önünde bir ırmak bulunsa da, her gün beş defa onda yıkansa, kendisinde kir namına bir şey kalır mı?” Ashâb, “hayır” dediler. Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: “İşte beş vakit namaz da bunun gibidir ki, Allah o sayede bütün hataları arıtır.”
“Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl; bir de sabah namazını. Çünkü sabah namazı şahitlidir.” (İsra, 78)
Müfessirlere göre bu ayet-i kerîme, beş vakit namazı ifade etmektedir. Şöyle ki: Güneşin dönmesi, yani zeval vaktinden sonra öğle ve ikindi namazı, güneşin batmasından sonra akşam ve yatsı namazları vardır. Sabah namazı ise, ayrıca zikredilmiş ve bu namazın şahitleri olduğu belirtilmiştir. Çünkü, tefsircilerin beyanına göre, gece melekleri ile gündüz melekleri sabah namazında buluşur, hep birlikte bu namazın kılındığına şahit olduktan sonra gündüz melekleri kalır, gece melekleri ise semaya yükselirlermiş.
“Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah’ım! Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et; Beni anmak için namaz kıl.” (Tâhâ, 14)
“Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.” (Lokman, 17)
“(Resûlüm!) Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibâdetlerin) en büyüğüdür. Allah, yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût, 45)
Mealleri sunulan bu beş ayette geçen, “namazı kıl” emri, ayetlerin metinlerinde “ekımi’s-salâte” yani “namazı dosdoğru kıl” cümlesiyle ifade edilmiştir.
3 ayet-i kerîmede de “namazı dosdoğru kılın” emri çoğul olarak iki yerde “ekîmu’s-salâte”, bir yerde de “ekımne’s-salâte” yani “namazı dosdoğru kılın” şeklinde ifade edilmiş olup, bu ayet-i kerîmelerin mealleri şöyledir:
“Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah’ı anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz, müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.” (Nisa, 103)
Bu ayet-i kerîme ile bundan önceki 101 ve 102. ayet-i kerîmeler, yolculukta ve tehlikeli durumlarda namazın nasıl kılınacağını anlatmaktadır. Sünnet ve tatbikatta anlaşıldığına göre yolculuk hâlinde, dört rekatlı namazların kısaltılarak iki rekat kılınması için düşman tehlikesi şart değildir. Seksen ile doksan kilometrelik bir mesafeyi katetmek üzere yola çıkan her Müslüman, bu ruhsattan istifade eder. Düşman veya beklenen tehlike karşısında kılınan farz namazın ayette iki rekat olarak tarif edilmesi, ordunun aynı zamanda seferî olmasındandır. Bu durumda cemaatle namazın nasıl kılınacağı konusunda iki uygulama vardır. Hanefîlere göre, birliklerin bir kısmı düşman karşısında dururken, diğer kısmı gelip imamın arkasında namaza dururlar, birinci rekat tamam olunca yerlerine giderler. Diğer kısım ise gelerek veya yerlerinde –yetişemedikleri rekatı kılıyormuş gibi- okuyarak namazlarını tamamlarlar. Şâfiî ve Mâlikîlere göre, birinci gurup imamla ilk rekatı kılınca imam ikinci rekatın kıyamında bekler, bunlar namazlarını tamamlayıp yerlerine giderler ve ikinci gurup gelir, imamla bir rekât kılarlar, imam son oturuşta onları bekler, kalkıp bir rekat daha kılarlar ve imamla beraber selam verirler.
“Namazı dosdoğru kılın ve Allah’tan korkun (diye de emredildik). O, huzuruna varıp toplanacağınız Allah’tır.” (En’am, 72)
“… Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin…” (Ahzap, 33)
Bu ayet-i kerîmede geçen emir, her ne kadar Resûlullah (S.A.V.)’in hanımları için buyurulmuş ve onların özel durumları vurgulanmış ise de, hüküm bütün Müslüman hanımlara şâmildir.
Namaza duran kişinin işi, dünyevî düşüncelerden sıyrılıp, Hakk’ın huzûrunda olduğunun bilinci ile kafası, kalbi ve bedeni ile konsantre olup, kendini tamamen o ibâdetin içinde tutup huzûr-u kalp, huşû ve huzû ile namazı eda etmek olmalıdır. Akabinde Ayet-el kürsîyi okuyup, tesbîhâtta bulunmalı ve Yaradan’a yalvarıp yakararak dua ve niyaz ile namazı noktalamalıdır. Dili ile Fâtiha, zamm-ı sure, tahiyyat, salli, bârik ve tesbîhâtı okurken, kalbi başka düşüncelerle uğraşıp sağda solda dolaşmamalıdır. Dilin söylediğini kalp, kalbin düşündüğünü de dil yalanlamamalıdır.
Bir koltukta iki karpuzun taşınamayacağı gibi, bir kalbin aynı anda iki şeyle uğraşamayacağı da bilinmeli ve kişinin iki kalbe sahip olmadığı unutulmamalıdır. Ahzap Suresi’nin 4. ayetinde geçen: “Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadı…” mealindeki ilahî uyarı göz ardı edilmemelidir. Kişi namazda ne okuduğunun ve kimin huzûrunda olduğunun bilincinde olmalıdır. Bilhassa iftitah tekbirini getirip “Allahu Ekber” diyerek namaza başladığı, Fâtiha’nın “iyyâke na’büdü ve iyyâke nesteîn” yani “sadece sana ibâdet eder ve sadece senden yardım isteriz” ayetini okurken ve tahiyyatta “es-selâmü aleyke eyyühe’n nebiyyü” yani “selam sana olsun ey Peygamber!” cümlesini okurken huzûr-u kalp içinde olmalıdır.
Bu cümlelerle sohbetimizin sonuna yaklaşırken, “Namaz Nasıl Kılınır?” sorusuna cevap olacağına inandığım iki hadîs-i şerîfin mealini sizlerle paylaşarak sözlerimi noktalamak istiyorum. Bu hadîs-i şerîflerin biri: “(Dünyaya) Vedâ, edenin kıldığı namaz gibi, namaz kıl.” Hayata gözlerini yumup dünyadan ayrılmak ve ahirete intikal etmek üzere olan kişinin hâlet-i rûhiyesini düşünüp namazın içinde ya da nihayetinde rûhunu teslim edeceği inancıyla tüm benliği ile namaza durup, kemâl-i edep ve hürmet ile eda etmenin gayreti içinde olalım.
İkincisi de: “Benim namaz kıldığımı gördüğünüz gibi, namaz kılın.” mealindeki hadîs-i şerîftir.
Müslüman, her iş ve uğraşında olduğu gibi, namaz ibâdetini edâ ederken de, Hz. Peygamber (S.A.V.)’i örnek almalıdır. Hz. Peygamber (S.A.V.)’in nasıl namaz kıldığını öğrenmek için de, O’nun hayatını çok iyi okuyup öğrenmeli, nasıl ibâdet ettiğini anlatan ashâb-ı kirâmın bu hususla ilgili açıklamalarını öğrenmelidir.