NE DÜNYAYA DARIL NE DE ONA SARIL
Her canlı gibi insan da doğar, yaşar ve ölür. Doğup dünyaya gelen herkes az veya çok bir süre kalır, sonra sahip olduğu her şeyi geride bırakıp gider. Dünya yaratılalıdan beri hep böyle olmuş, kıyamete kadar da öyle olacaktır. Kimse dünyada ebedî kalmamış ve kalıcı da değildir. Dünya geçici bir güzergâhtır. “Gelen gider bunda kalmaz, İki kapulu handır bu” Hz. Lokman’ın oğluna verdiği öğütlerinden birinde ifade ettiği gibi, dünya geçici ve kısadır. Bizim dünya hayatımız ise azın azıdır. Bunun da azının azı kalmış, çoğu gitmiştir. Dünya, uykuda görülen bir rüyaya benzer. Uyanınca hiçbir şey kalmaz.
Dünyanın sevinci de kederi de, bolluğu da darlığı da devamlı değildir. Kanaatkâr bir kalbe sahip olan kimse, dünyaya malik olan kimseye eşittir. Dünya üç gün gibidir. Geçen gün geçip gitmiştir. Artık geri döndürme imkânı yoktur. Ondan ümit kesilmiştir. İkinci gün içinde bulunulan gündür. Bugün, ganimet ve fırsat bilinip çok iyi değerlendirilmelidir. Üçüncüsü ise, gelecek olan gündür ki, kişinin ona ulaşıp ulaşmayacağı belli değildir. Kim bilir belki de ona ulaşmadan ölebilir.
İnsan dünyadan üç şeye hasretle gider. Topladığına doymaz, umduğuna kavuşmaz, önündeki ahiret yolculuğu için iyi azık temin etmez.
Dünyadan ahirete mutlaka gidileceğine göre oraya hazırlanmak gerekir. Zira, yolculuğun bitmesi yakın, ecelin gelmesi de daha aceledir. Bu gerçeği göz önünde bulundurarak, dünyada kalacak kadar dünya için, ahirette kalacak kadar da ahiret için çalışmak gerekir. Biri diğeri için ihmal edilmemelidir.
Bunlar ve benzeri konularda aydınlatıcı açıklamalarda bulunarak davetlilerini doğru ve doyurucu bilgilerle donatmanın gayreti içinde olan YOYAV, yürütegeldiği kültürel faaliyetler cümlesinden olan Ayın Konferansı serisinin Şubat ayı halkasında dünya ve ahiret hayatıyla ilgili duygu ve düşünceleri programına aldı. 23 Şubat 2013 Cumartesi günü gerçekleştirilen “Ne Dünyaya Darıl, Ne de Ona Sarıl” konulu konferansta konuklarına duygulu dakikalar yaşatan Dr. İbrahim Ateş, yaptığı mesaj yüklü konuşmasında şunları söyledi:
“Dünyaya dalanın ahirette geri kalacağının idraki içinde olduğuna inandığım kıymetli konuklar, ebedî yaşayacakmış gibi dünyası, yarın ölecekmiş gibi de ahireti için çalışmalarını dilediğim değerli dostlar, ahiretin dünyada kazanılacağının veya kaybedileceğinin bilincinde olduklarını düşündüğüm sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
Dünyada dengeli davranıp, fânîde bâkiyi kazanmanın yol ve yöntemlerini anlatıp aktarmak amacıyla düzenlediğimiz konferansa katılarak duygu ve düşüncelerimizi sizlerle paylaşmamıza vesîle olan seçkin heyetinizi sevgi ve saygıyla selamlıyor, hayatı Hakk’ın rızasına uygun duyarlı ve dirayetli davranışlarla değerlendirip saadet-i sermediyeye eren, cennet-i a’lâya giren ve Cemalullah’ı gören bahtiyar insanlar olmanızı diliyorum.
Eskilerin deyimiyle “mukîm-i dayfi râhil ve na’îmi zıllı zâil” yani “ikamet edeni göçücü misafir ve nimetleri geçici gölge” olan dünyanın debdebe, tantana, hayhuy, parıltı ve cazibesine kanmayıp, fâniliğini fark edip fenalıklarından korunmamız temennisiyle sözlerime başlarken, dünyanın bir amaç değil, araç olduğunu bilen, yanıltıcı ve yaldızlı yönleriyle şan, şöhret, varlık, makam, mevki gibi aldatıcı ve oyalayıcı ahvaline aldanmayıp, Yaradan’a yaklaştıracak iş ve uğraşlarda bulunan basîretli insanlardan olmamızı niyaz ediyorum.
Dünya denilen gezegen, insanların yaratıldıkları ve yaşadıkları geçici yurtlarıdır. Doğup dünyaya gelen her insan, Allah’ın belirlediği ömür süresince burada yaşar ve eceli gelince ebedî hayata göçer. Beşeriyetin babası Hz. Adem (A.S.) ile annesi Hz. Havva’dan bu yana dünyaya gelen sayılarını bilemediğimiz pek çok insan, gelip gitmiştir. Nice Nebîler, velîler ve Hak dostları da dünyaya gelmiş, görevlerini îfâ etmiş ve emr-i Hak gelince dünyadan ayrılıp ukbaya göçmüşlerdir. Kimse burada baki kalmamış, herkesim ve her seviyedeki herkes hayat boyu edindiği her şeyi burada bırakıp gitmiştir. Malını-mülkünü, makamını-mevkiini, eşini-dostunu bırakıp, tek başına toprağa tevdî’ edilmiştir. Yunus Emre’nin dediği gibi, dünyaya çıplak gelmiş, ahirete kefenle gitmiştir. Bitmez sanılan ömür bitmiş, gelmez sanılan ecel gelmiş, can cesetten ayrılmış ve hayat sona ermiştir. Dünya hayatı devam etmemiş ve kimse sahip olduğu varlığı beraberinde alıp gitmemiştir.
Kutsal Kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in “ed-dünya” kelimesi geçen 112 ayeti ile “el hayâtü-d dünyâ” kelimeleri geçen 66 ayeti olmak üzere toplam olarak 178 ayetinde dünya hayatıyla ilgili hususlar, “el âhiretû” kelimesi geçen 9 ayeti, “el âhireti” kelimesi geçen 100 ayeti, “el âhirete” kelimesi geçen 13 ayeti, “el yevmi-l âhiri” kelimeleri geçen 26 ayet olmak üzere toplam olarak 148 ayetinde ahiret hayatıyla ilgili hususlar dikkatimize getirilerek dünyanın fâni, ahretin bâki, dünyadaki nimetlerin bir geçimlik, varlık ve imkânlarının da geçici olduğu vurgulanarak kalıcı olan ahiret hayatının önemi ifade edilmiştir. Dolayısıyla dünyada doğru, düzgün, düzenli ve dürüst bir hayat yaşayarak inançlı, bilinçli, duyarlı ve dirayetli davranışlarda bulunmamız emredilmiştir.
Takdir edileceği üzere sohbetimizin süresi, bu ayet-i kerimelerin tamamının içeriğini aktarmaya yeterli olmadığından biz bu günkü birlikteliğimizde 5’ini sizlerle paylaşmakla yetineceğiz:
“Nefsani arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.” (Al-i İmran, 14)
“Size verilen şey, yalnızca dünya hayatının geçimliğidir. Allah’ın yanında bulunanlar ise daha iyi ve daha süreklidir. Bu mükafat iman edenler ve Rablerine dayanıp güvenenler içindir.” (Şûra, 36)
Ayet-i kerimenin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere dünyada insanlara verilen maddî imkân ve bolluk sadece bir geçim vasıtasıdır. Allah’ın yanındaki sevap ise kalıcı ve daha faydalıdır. Bu ayet-i kerime, Hz. Ebubekir bütün malını Allah yoluna harcadığı zaman, bir topluluğun O’nu kınaması üzerine nazil olmuştur. Oysa bu davranışıyla Hz. Ebubekir, Allah’a dayanıp güvenmenin en güzel örneğini vermiştir.
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer-çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadîd, 20)
Dünya ve ahiret hayatının mukayesesinin yapıldığı bu ayet-i kerimede, özellikle, dünyanın aldatıcı tarafları izah edilmiş, onlardan kaçınılması tavsiye edilmiştir. Çünkü dünya ve dünyadakilerin boş yere yaratılmadıkları muhtelif ayetlerde açıklanmıştır. Dünya hayatı kötü değildir. Kötü olan onu Allah’a ve Peygambere itaate yöneltmemek; ahireti ve insanlığı unutup sırf dünyaya ve dünyanın fenalıklarına kapılmaktır.
“… De ki dünyanın menfaati önemsizdir. Allah’dan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez.” (Nisa, 77)
“… Bu dünya hayatı aldatma metaından başka bir şey değildir.” (Al-i İmran, 185)
Mealleri arzedilen ayet-i kerimelerde açıkça beyan buyurulduğu üzere dünya hayatı aldatıcıdır. Ona güvenip bel bağlamaya gelmez. İnsanı oyalar, elde edilmesi gereken iyiliklere ermekten ve ebedî hayattaki güzellikleri görmekten alıkoyar.
Dünyanın oyun, eğlence ve nefse hoş gelen halleriyle zevk-ü sefasına dalıp, ahireti ihmal edenler aldanmışlar, hayatı Hakkın rızasına uygun davranışlarla değerlendirip ahireti kazandıracak ibadet, taat, hayır, hasenât ve benzeri yararlı yatırımlarda bulunanlar kazanmışlardır.
Görüldüğü üzere herkesin yaşadığı yer olan dünyada kimi kimseler kazanmakta, kimi kimseler de kaybetmektedir. Dolayısıyla dünya ahiretin kazanıldığı veya kaybedildiği yer olması itibariyle herkes için hayatî ehemmiyet arzetmektedir.
İnsanların ahiretteki yer ve değerleri, dünyadaki inanç, anlayış ve davranışlarına göre belirlenir. Hz. Peygamber (S.A.V.)’in bir hadîs-i şerîfinde beyan buyurulduğu üzere “dünya ahiretin tarlasıdır.” Dünyada ekilen ahirette biçilir. İyilik yapan iyilik bulur. Kötülük yapan da kötülük bulur. Buğday eken buğday biçer, diken eken de diken biçer. Tarlayı işleyen ürün alır, boş bırakan her hangi bir mahsul alamaz. Atalarımızın dediği gibi “Tencereye ne konulursa, kepçeye o gelir.”
Dünya çalışıp kazanma, ahiret de hesap görüp karşılık alma yeridir. Başka bir ifadeyle dünya imtihan yeri, ahiret de sonuçların belirlendiği yerdir.
İnsanlara düşen tarlayı iyi kullanıp verimli ürün almaya ve sınavda başarılı olmaya çalışmaktır. Tabii dünyayı kazanmak da güzel ama ahireti kazanmak daha güzeldir. Çünkü dünya geçici, ahiret kalıcıdır. Aslolan da kalıcı olanı kazanmaktır.
Müslüman ne dünyaya darılmalı, ne de ona sarılmalıdır. Dünyada kalacağı kadar dünyasını, ahirette kalacağı kadar da ahiretini imar etmenin gayreti içinde olmalıdır. Bu hususta sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in: “Ebedi yaşayacakmış gibi dünyan için çalış, yarın ölecekmiş gibi de ahiretin için çalış.” mealindeki emrine uyulmalıdır. “Dünyası için ahiretini, ahireti için de dünyasını terk eden, sizin en hayırlınız değildir.” mealindeki uyarısı da devamlı göz önünde bulundurulmalıdır.