Ölü Eti Yiyenler
Kimse kimsenin karşısında söyleyemediğini, gıyabında söylemeye yeltenmemelidir. Huzurunda söylemeye çekindiğini, olmadığı ortamda arkasından atıp tutmaya kalkışmamalıdır. Böyle bir davranışta bulunmak insanlık ve Müslümanlıkla bağdaşmayan, onurlu insanlarca hoş karşılanmayan hatalı bir harekettir. İnsanları rencide eden, dostluklara darbe indiren ve kırgınlıklara yol açan bu davranış, ahirette Allah’ın azap ve gazabına uğratan büyük bir felaket faktörüdür.
Fert ve toplum hayatında telâfîsi ve tedâvîsi zor yaralar açan bu felaket faktörünü İslam dini kadar şiddetle ve kesinlikle yasaklayan başka bir din ve ahlak sistemi yoktur. Mevcut dinler ve ahlak sistemleri içinde gıybeti, İslam kadar kesin şekilde yasak ve haram kılan başka bir din ve sistem olmadığı hâlde, Müslümanlar arasında gıybet niçin son derece yaygındır? İslam gıybeti yasaklıyor, biz bol bol gıybet ediyoruz. İslam dini kadar gıybeti ve lisan âfetlerini kötüleyen bir din yoktur. Müslümanlar kadar da gıybet yapan bir toplum yoktur. Bu konuda da halkımız eğitilmelidir.
Gıybet, islamın terkini emrettiği içtimaî yaralarımızdan birisi, belki de en önemlisidir. Çünkü o, hoş yaşamanın engeli, huzursuzluğun kaynağı, küsüşmenin tohumu ve sonuç itibari ile muvaffakiyetin sırrı olarak bilinen birlik ve beraberliğin amansız düşmanıdır. İki kişi birbirine darılmış mıdır? Mutlaka arada o vardır. Aile ocakları mı sönmüştür? Bütün fenalık yine onun başı altından çıkmıştır. Aile, komşu, mahalle sâkinleri ve kabileler birbirlerine kanlı, kinli, düşman mı olmuştur? Yine sebep muhakkak odur.
İnsanlığın fıtraten muhtaç olduğu toplu yaşama hâlini zedeleyen, ona kurt düşüren, için için eritip çürüten ve böylece koskoca hareketli bir cemiyeti tembel ve virane hâle getiren, bu hâli ile kötülüklerin analarından biri olan gıybeti, bu feci hâlinden dolayıdır ki, Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de yasaklayarak ölü kardeşinin etini yemek kadar çirkin bir davranış olduğunu ifade etmiştir.
Bu gerçeği göz önünde bulundurarak mensupları ile dostlarını gıybet konusunda uyarıp, ondan korunmalarına katkıda bulunmanın gayreti içinde olan YOYAV, Dr. İbrahim Ateş tarafından gerçekleştirilmek üzere 15 Mayıs 2014 Perşembe günü “Ölü Eti Yiyenler” konulu bir sohbet programı düzenledi.
Programda, 13 Mayıs 2014 Salı günü Manisa’nın Soma İlçesi’nde meydana gelen maden faciasında vefat eden maden şehitlerine ithafen okunan 5 hatm-i şerifin duası yapılarak sevabı ruhlarına armağan edildi ve kederli ailelerine sabırlar niyazında bulunuldu. Böylece maden şehitlerinin aileleri ile 77 milyon Türk milletinin acısı paylaşıldıktan sonra planlanan sohbet programına geçildi.
Milletimizin maruz olduğu bu elim hadiseden duyduğu hüzün içinde sohbetini özetleyerek sunan Dr. İbrahim Ateş, yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Dilini gıybetten, kalbini gafletten, kalıbını kasavetten ve davranışlarını dalâletten korumanın gayreti içinde olduğuna inandığım kıymetli konuklar, beynini bilgisiz, içini ilgisiz ve gönlünü sevgisiz bırakmamalarını dilediğim değerli dostlar, insanların gıyabında onları üzecek söz ve davranışlarda bulunmaktan kaçınmalarını temenni ve tavsiye ettiğim sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
İnsanların gıyabında konuşarak aleyhlerinde atıp tutmanın ve bu tür konuşmaları dinlemenin meydana getireceği gerginlikler ile doğuracağı sosyal çalkantılar ve çöküntülerle ilgili düşüncelerimizi dile getirip siz kıymetli konuklarımızla paylaşmamıza vesîle olan seçkin heyetinizi en içten ve samîmî duygularımızla selamlıyor, Sorun Söyleyelim Sohbet Toplantılarımızın Mayıs ayı halkasını oluşturan “Ölü Eti Yiyenler” konulu sohbet toplantımıza teşrif ederek bizimle birlikte olmanızdan dolayı hepinize hürmet ve muhabbetlerimizle takdir ve teşekkürlerimizi arz ederek hoş geldiniz diyorum.
İnsanları birbirinden uzaklaştırıp aralarında nefret ve düşmanlık tohumu eken hatalı hareketlerden biri olan gıybetten kaçınarak iyilik ve güzellikleri dile getirip iyi ilişkiler içinde olmamız temennisiyle sözlerime başlarken, kimseyi kötüleme ve kimseye kötülük dileme gafletine düşmeyen duyarlı ve dirayetli insanlardan olmamızı diliyorum.
Malumunuz olduğu üzere gıybet; bir kimsenin mü’min kardeşi hakkında, duyduğunda üzüleceği veya razı olmadığı şeyleri onun yokluğunda söylemesidir.
Gıybet, insan veya insanla ilgili birtakım şeyler üzerinde olur. Kişinin bedeni, nesebi, ahlâkı, işi, dini, dünyası, elbisesi, evi, bineği... Dedikodu konusu olabilir. Gözün şaşılığı, saçların döküklüğü, uzun veya kısa boyluluk, siyah veya sarı renkte olmak...
Kaş-göz işareti yapmak, imâ, işaret ve yazı gibi mümini üzen her hareket de gıybettendir. Meselâ elle birisinin uzun veya kısa boyluluğuna işaret etmek, bir şahsın ayıpları hakkında yazı yazmak gıybettir.
Kısa boylu bir kimse için bodur, uzun boylu için sırık, kilolu bir zat için şişko demek hem gıybettir, hem de terbiyesizlik...
Bazı kimseler, kendilerini çok sâlih ve çok takvalı sanırlar ve gösterirler, hem de günde birkaç saat gıybet yaparlar. Bu konuda Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz ashabına: “Gıybet nedir, bilir misiniz?” buyurdu. Ashab: Allah ve Resûlu daha iyi bilir, dediler. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz: “Din kardeşini arkasından hoşlanmadığı bir sözle anmandır.” buyurdu. Ashabtan biri tarafından:
- Ya söylediğim şey din kardeşimde varsa ne buyurursun? denildi. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz: “Eğer söylediğin şey onda varsa, onu muhakkak surette gıybet ettin. Eğer söylediğin şey onda yoksa muhakkak ona iftira ettin demektir.” buyurdu.
Görüldüğü üzere, Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz gıybeti, hakkında konuşulan kimse işittiği takdirde hoşlanmayacağı bir vasfı ile onu anmak olarak tarif etmektedir. Bu vasfın onda olması suçu hafifletmiyor. Olmaması, gıybetten de büyük olan iftirayı teşkil etmektedir. Bir kimsenin arkasından caiz olmayan bir tarzda bahsetmek ya gıybet olur ya da bühtan ve iftira olur. Bunların haram olduğu hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de ayet-i kerimeler mevcuttur.
Müslüman gıybet etmez, Müslüman o kimsedir ki, insanlar onun elinden ve dilinden selamette olurlar. Diliyle eşek arısı gibi sokan kimse ne biçim Müslümandır? Müslüman görünüşlü bir kişi gıybet yapsa, ona yapma deseler, “Benim bu yaptığım gıybet değildir...” dese, yaptığı gerçekten gıybet ise o kişinin bu sözüyle küfre düşmüş olmasından korkulur.
Gıybet; din kardeşinde mevcut olan, fakat hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemendir. İftira ise: Dîn kardeşinin hakkında duyduğun bir şeyin doğru olup olmadığını bilmeden ve araştırmadan orda-burda bahsetmendir.
Gıyabında söylediğin şey, ister bedeninde olan bir noksanlık olsun, ister nesebi hakkında olsun müsâvîdir. Hattâ elbisesi, evi ve hayvanı hakkında olsun. Bütün bu mevzularda bir Müslümanın hoşuna gitmeyeceği şeyleri arkasından söylemek gıybettir.
Ebû Berze el-Eslemî (R.A.)’den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz: “Ey dili ile inanıp, imanı kalbine girdirmeyenler! Müslümanların gıybetini yapmayınız. Onların gizli taraflarını araştırmayınız. Çünkü onların gizli taraflarını, araştıranın gizli tarafını da Allah araştırır. Allah kimin gizli tarafını araştırırsa, evinin içinde bile olsa onu herkese karşı mahcup eder.” buyurdu. Enes b. Malik (R.A.)’den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu:
“Mîrac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı. Ey Cebrâil! Bunlar da kim? diye sordum.
- Bunlar, dedi, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını, şereflerini payimal edenlerdir.” Hadîs-i şerîfte de geçen “insanların etlerini yiyenler” tabiriyle, ayet-i kerimeye tevfîken gıybet edenler kastedilmektedir.
Gıybetin böylece kötülenmesi İslam'ın çok ehemmiyet verdiği içtimâî tesânüdü zedeleyici olmasından ileri gelir. Başka çeşit yaraların tedavisi kolay ise de, manevî yaraların, içtimaî hastalıkların tedavisi zordur. Çoğu kere mümkün değildir. Üstelik bu, ferdî hukuka girmektedir, affedilmesi, öncelikle gıybeti edilen kimsenin affetmesine bağlıdır.
Halbuki bazan ırkî, mezhebî, siyasî cemaatî mülâhazalarla kitlelerin gıybeti yapılmakta, böylece hem ümmet birliği ciddî şekilde yaralar alarak günümüzdeki darmadağınıklıkta olduğu gibi gayr-i İslam unsurlar karşısında güçsüz duruma düşülmekte; hem de öbür dünyaya büyük veballe gidilmektedir.
Gıybete giren ufak bir sözle, icabında bir millet, bir hizib, bir aile mensupları toptan rencide edildiği için günahı büyük olmaktadır. Gıybet, bütün sâlih amelleri, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi yiyip bitirebilir. Evet ateş, kıymık kıymık toplanan odunu bir anda yok eder. Bir hayat boyu bin bir zahmetle kılınan namazlar, tutulan oruçlar ve nice fedakârlıklarla verilen sadakalar hesapsız bir çift sözle bir anda yakılıp yok edilebilecek bir durum arz etmektedir. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin ikazı bilhassa bu meselede iyi dinlenilmelidir.
Gıybet, küçümsenecek bir şey değildir. Çoğu zaman tüyler ürpertici cinayetler, vicdanlar sızlatıcı aile faciaları hep gıybet yüzünden meydana gelir.
Gıybet, başkalarını yıkma iştahıdır. Hazır olmayan insanların ırzlarını, üstünlüklerini ve muhterem hususiyetlerini zedeleme ve parçalama arzusudur. Çekingenliğin; korkaklığın delilidir. Çünkü o, arkadan kötülemedir ve bu, hırsızlığın ve haksızlığın belirtisidir. Gıybet, kuvveti olmayanın kuvveti, azmi olmayanların ümidi, yıkıcılığın yoludur. Gıybet ne suretle olursa olsun, haramdır.
Gıybet, lisan afetlerinin en büyüğüdür. Bir Müslümana en fazla zarar veren şey, kendi dilidir. Biz lisanımızı koruyabiliyor muyuz? Gıybetten, nemîmeden uzak duruyor muyuz?
Gıybet, insanın ahlakî yükselmesine mani olan kötü bir şeydir. Binaenaleyh, bundan kendimizi çekmek ve dilimizi buna alıştırmamak lâzımdır. Herkes seni gıybet etse bile sen kimseyi gıybet etme. Sohbetlerde gıybete sapmamak için, gıybet yapmaya müsait olmayan konular seçilip konuşulmalıdır.
Gıybet etmek haram olduğu gibi, yapılan gıybeti dinlemek de haramdır. Binaenaleyh, bulunulan mecliste gıybet yapılırsa, mümkünse mani olmalı, değilse meclisi terketmelidir.
Bu hususta Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Gıybet eden ve dinleyen günahta ortaktırlar.”
Şu halde, bilfiil gıybet yapmadıkları halde gıybete kulak verip dinleyenler de gıybet günahından kurtulamazlar. Ancak dili ile gıybet yapanları men etmeye çalışırlarsa veya buna imkân bulamadıkları takdirde kalben rıza göstermeyip buğz ederlerse, o zaman mesuliyetten kurtulmuş olurlar. Bir mecliste bir din kardeşimizin gıybeti yapıldığında, o Müslüman kardeşimizi müdafaa ederek ona yardımda bulunmalıyız. Bu konuda Muaz b. Esed el- Cühenî (R.A.)’den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kim bir mü'mini bir münafığa, gıybetçiye karşı himaye ederse, Allah da onun için, Kıyamet günü, etini cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir. Kim de müslümana kötülenmesini dileyerek bir iftira atarsa, Allah onu, kıyamet günü, cehennem köprülerinden birinin üstünde, söylediğinin günahından paklanıp çıkıncaya kadar hapseder.”
Bu hadîs-i şerîf, bir mü'min gıybet edildiği zaman sessiz kalmayıp, onun müdâfaa edilmesini teşvik etmektedir. Hadîs-i şerîfteki “münafık”tan maksat gıybetçidir. Mü'minin yüzüne karşı değil de gıyabında zemmettiği için münafık denmiş olmaktadır. Öyleyse mü'minin himayesi ile kastedilen şey, onun şerefinin, ırzının korunmasıdır. Bu, lehinde konuşmak veya en azından gıybet etmesine meydan vermemekle olur. Hiç kimseyi gıybet etme, çekiştirme, gıybet yapana mani ol.
Gıybet edenler, cadde ortasında oturup sağa sola ateş eden kimseye benzer. Hem etraftakileri yaralar, hem de kendi amel sermayesini onlara dağıtır. Bunun için gıybeti işiten kimse, kâdir ise men etmelidir. Böylece gıyaben insanların haklarını koruyanlar, kıyamet gününde himaye edilir. Selef, ibadeti yalnız namaz ve oruçda saymazlardı. İnsanların aleyhinde bulunmamayı en büyük ibadet telâkki ederlerdi.
Bazı kimseler vardır ki, dünyada taat ve ibadet ehli oldukları halde, sırf gıybet etmelerinden dolayı, kıyamet gününde amel defterleri bomboş, fakir ve perişan olurlar. Gıybet çok çirkin ve sahibini mahveden bir sıfattır.
Allah Teâlâ Hucurât Suresi’nin 12. ayetinde: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin ayıbını araştırmayın. Kiminiz de kiminizi arkasından çekiştirmesin. Sizden herhangi biriniz, ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Elbette ondan tiksinirsiniz. Allah'tan korkun, şüphesiz Allah tövbeleri kabul eder, çok merhametlidir.” buyurmuştur.
Hasan Basri (R.A.) anlatıyor: “Bedir savaşına katılmış 70 sahâbiye yetiştim, siz onları görmüş olsaydınız ‘Bunlar deli!’ derdiniz. Onlar bu gün insanların yaptıklarını görselerdi ‘Bunlar ahiret gününe inanmıyorlar’ veya ‘Bunlar ahiretten nasipsiz’ derlerdi.”
Her hangi biri evinden sadece abdest almak veya mescitte cemaatle namaz kılmak için çıkardı. Onlar Rableri ile baş başa kalmak için bir an önce gecenin bastırmasını beklerlerdi, halkla bir araya gelip huzurları kaçacak diye, gündüzden hazzetmezlerdi. Onlar ibadette zirveye çıkmışlardı, faraza kendilerine “Yarın kıyamet kopacak” denilecek olsa, ibadet gayretlerinde bir farklılık olmazdı. Ahlakları çok güzeldi. Aslâ gıybet etmezler, meclislerinde birisinin gıybet etmesine de müsaade etmezlerdi.
Onlara göre gıybet kişinin bin bir zorlukla yapmış olduğu sevaplarını, amellerini zikirlerini mancınıkla etrafa dağıtması anlamına geliyordu. Gıybetin hesabının çok zor olacağını bilirlerdi. Ahirette, sevaplarının gıybetini yaptıkları kişiye intikal ettirilerek, iflas eden müflislerden olmak, en büyük korkularıydı.
Bakalım onların titizliği nasılmış gıybet konusunda. Umarız, bize bir şeyler kazandırır da kalplerimizi mahveden ve daima bizi Allah’tan uzaklaştıran bu kalbî marazdan kurtuluruz.
Evet, onları örnek almalıyız. Çünkü Selef-i Sâlihîn, Nebevî ahlakın yaşanabilirliğinin yeryüzündeki delilleridir.
Ebu Kılabe (ra) şöyle diyordu: “Gıybet, kalbin hidayet ve hayır duvarlarını yıkarak, harap eder.”
İbrahim b. Edhem Hazretlerinin şöyle dediği anlatılır: “Yalancı! Dünyalığını dostlarına vermekten kaçındın. Ama ahiretini düşmanlarına verecek kadar cömert davrandın. Hâlin böyle olunca, cimrilik ettiğin için özürlü olamazsın. Cömertliğine de bir övgü beklemen yersiz.”
Meşhurdur ki Hasan-i Basrî (r.aleyh), birisinin gıybetini yaptığını duyduğunda, kendisine hediye gönderir ve elçiye şöyle demesini tembih ederdi: “Kardeşim, duyduğuma göre, iyiliklerini bana hediye etmişsin. Ona tam olarak karşılık vermeyi isterdim, ama yapamadım. Özür dilerim.”
Şeyh Efdaluddin (k.s) şöyle diyordu: “Zaman zaman iyi amellerimi çoğaltıyorum ki, malı veya hukuku ile alakalı olarak kıyamet günü benden davacı olacak olan hasımlarıma verebileyim.”
Evliyaullahdan Abdülaziz (r.aleyh), kendisinin gıybetini yaptığını haber aldığı adamın evine gider ve “Kardeşim, sıkıntın ne ki, Abdulaziz’in günahlarını sırtlanıyorsun?” derdi.
Ömer b. Abdulaziz (r.aleyh) de şöyle diyordu: “Aman ha sakın, kardeşlerinden; herhangi bir şekilde haksızlık yapana ve sövene karşılık verme, çünkü o yapacağını bir kere yapmıştır, sen içinde kin besleyip olayı her hatırladığında kendisine bela okursan, hakkını fazlasıyla almış olduğun gibi, borçlu duruma da düşersin!”
Fudayl b. İyaz (r.aleyh) şöyle diyordu: “Zamanımızdaki kurraların (kıraat ilmine vâkıf âlim ve hafızların), meyveleri gıybet ve birbirlerinin kusurlarını bulmaktır. Akranları kendilerinin üstüne çıkar, ilim, zahitlik ve takvada onların gerisinde kalırlar, diye ödleri patlamakta, deyim yerinde ise bazıları gıybeti ekmeğin yanındaki bir katık gibi kullanmaktalar ve üstelik bu da onlara göre en hafif günahlarıdır.”
Vuheyb b. el-Verd (r.aleyh)’in bir sözü: “Yanımda gıybet yapılmamasını, altından bir dağı sadaka vermeye tercih ederim.”
Veki' b. el-Cerrâh (r.aleyh), bir sözünde şöyle demişti: “Gıybete bulaşmamanın ne kadar onurlu bir davranış olduğu, ondan pek az kişinin âzâde kaldığından anlaşılmaktadır.”
Vehb Mekkî’nin (r.aleyh) şöyle dediği anlatılır: “Gıybet etmemek, dünya ve içindekilerin hepsini Allah yoluna koyup tüketmekten, daha hayırlıdır. Harama bakmamak, dünya ve içindekilerin hepsini Allah yolunda harcayıp tüketmekten daha hayırlıdır.”
Salihlerin öncülerinden, muttaki bir zat olan, Süfyân-ı Sevrî’ye sormuşlar:
- Peygamber Efendimiz (S.A.V.): “Çok et yenen bir hane halkından, Allah nefret eder.” hadisiyle neyi kasdetmiştir?”
- Gıybet edenleri kastetmiştir. Zira hiç durmadan Müslümanların etini yiyorlar!
Mâlik b. Dinar (r.a)’ın bir sözü: “Sâlih bir zat olmaması kişiye günah olarak yetmezmiş gibi bir de tutuyor meclislerde sâlih zatlara dil uzatıyor!”
Zührî (r.aleyh)'den gıybeti tarif etmesi istenince şöyle der: “Kardeşinin yüzüne karşı söylemekten hoşlanmadığın her şey gıybettir.”
Bir gece virdini yapmadan uyuyan Şakîk el-Belhî (r.aleyh) hanımından azar işitince:
- Virdimi yapmadım diye, beni ayıplama! Çünkü Belh'in bütün âlimleri ve zahitleri benim amelimin artması için gece-gündüz namaz kılıyor, benim yerime oruç tutuyor, benim için hayır yapıyorlar! der. Hanımı:
- Bu nasıl olur? diye sorar, Şakîk açıklar:
- Onlardan biri bütün gece namaz kılıyor, gün boyu oruç tutuyor, sonra tutup Şakîk'i çekiştiriyor, onun etini yiyor (gıybetini yapıyor), böylece bütün sevapları Şakîk'in terazisine aktarılıyor.
Ebû Umâme (r.aleyh) şöyle der: “Kul kıyamet günü amel defterinde, yapmadığı iyilikleri görünce: ‘Ya Rabbi bunlar bana nereden verilmiş?' diye sorar. Allah Teâlâ da: “Sen farkında değilken, insanların seni çekiştirmeleri sebebiyle sana verilmişlerdir.”
Abdullah b. el-Mübarek (r.a) şöyle der: “Birisinin gıybetini yapacak olsaydım, annem ile babamın gıybetlerini yapardım, çünkü onlar sevaplarıma başkalarından çok daha lâyıktır.”
Muhammed b. et-Tirmizî (r.aleyh)'nin bir sözü: “Birisinin şerefine dil uzatan bir kimse, deyim yerinde ise sevaplarını ona vermek suretiyle onu kendine tercih etmiş, onu kendinden çok sevdiğini ortaya koymuştur.”
Evliyaullahın, hayatlarında gıybet konusunda ne kadar titiz olduklarını görmek için bu anlatılanlar yeterli sanırız. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, dini yaşantımızı ne kadar hafife alırsak, Allah Teâlâ’nın bize karşı muamelesi de o şekilde şiddetli olacaktır. Ama biz ne kadar dinimizi ince ince yaşamaya gayret edersek, Allah Teâlâ’nın bize karşı şefkat ve merhameti de, o nispette fazla olacaktır. Öyleyse toplumca müptelası olduğumuz şu gıybet hastalığından kurtulmanın yollarını bulmalı ve bir an önce, ölüm gelmeden evvel Rabbimize yönelmeliyiz.
Ebû Hureyre (R.A.)’ın Efendimiz (S.A.V.)’den naklettiği şu hadîs-i şerîfi sürekli göz önünde bulundurmalıyız:
"Müflis kimdir biliyor musunuz? diye sordu Resûlullah.
Ashab: Bizce müflis parası ve malı olmayandır, Yâ Resûlullah!. dediler.
Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
Benim ümmetimin müflisi o kişidir ki, kıyâmet günü namaz, oruç, zekât getirecek. Fakat, buna zinâ isnad etmiş, bunun malını yemiş, bunun kanını akıtmış, bunu dövmüştür!..
Sonra onlar kısas olarak bunun sevaplarından alacaklardır. Şayet sevapları, üzerinde bulunan hataların karşılığı ödenmeden tükenirse, bu defa, onların hatalarından (doğan günâh) alınıp buna yüklenecek ve sonra da ateşe atılacaktır!.."
Şeytan, en büyük şeytâniyetini insanları birbirleriyle uğraştırmak sûretiyle ortaya koyar.
Günümüzün büyük kısmını, dikkat edin, “Falanca böyle yapmış, filânca şunu demiş, Ahmet bunu yapmış, Ayşe böyle demiş...” diyerek geçiriyoruz.
Allah bizleri, birbirimizle uğraşmak, birbirimizin dedikodusunu yaparak ömür tüketmek için yaratmamıştır. Önemli olan, falancanın filâncanın ne yaptığı değil, bizim kendi geleceğimize dönük bir biçimde ne yaptığımızdır.”