ÖVMEK DÖVMEKTEN KÖTÜDÜR
Nefse hoş gelen ama hiç de hoş olmayan hallerden biri övünmek, diğeri de övülmek arzusudur. Övünmek daha ziyade kişinin kendisinden, övülmek de başkalarından kaynaklanmaktadır. Övünen itibar görmeyi, öven de iltifat edilmeyi hedeflemektedir. Dolayısıyla her ikisi de şahsî çıkar, dünyevî itibar ve maddî menfaat gözetmektedir. Övünen çevresinde saygınlık sağlamaya, öven de övdüğünden yararlanmaya yönelmektedir. Her ikisinin de hedefinde haksız yaklaşımlar yeralmaktadır.
Övülmekten haz duymak ve hoşlanmak ise belirtilen haksız yaklaşımlardan nemalanmak ve prim elde etmek olur ki, o da başka bir yanlışı doğurur.
Tabii ki, iyilikler ve güzellikler dilegetirilecek, anlatılacak ve aktarılacaktır. Ama bunlar yapılırken her türlü abartma ve aldatmalardan kaçınılacaktır. Dolayısıyla dalkavuklara destek olacak, çıkarcılara çanak tutacak ve meddahlara menfaat sağlayacak davranışlara dur diyecek dirayetli duruşlar sergilenecektir. İyilik, güzellik ve doğruluk nerede ve kimde olursa olsun dilegetirilip değerine dikkat çekilecektir. Kötülük, çirkinlik ve eğrilik de yerilip tenkit edilecektir. Ancak bütün bunlar yapılırken aşırılıklardan uzak durulacak ve abartılardan şiddetle kaçınılacaktır. Birilerini övüp göklere çıkarmanın, diğerlerini de yerip yerlere batırmanın doğru olmadığı herkes tarafından benimsenecek ve icabına uyulacaktır.
Yapılan yararlı iş ve uğraşlarla gerçekleştirilen hayırlı hizmetlerden duyulan memnuniyet dilegetirilip tasvip ve takdir edilerek taltîfi cihetine gidileceği gibi, övülmeye layık hâl ve hasletlerden hâlî olan kimselere haksız övgüde bulunanlara karşı kayıtsız kalmayıp, gerekli tepki zamanında gösterilecektir.
Düzenlediği kültürel etkinliklerde herkesi yakından ilgilendiren böylesi konuları gündeme getirerek davetlilerini doğru ve doyurucu bilgilerle donatmanın gayreti içinde olan YOYAV, yıllardır yürütegeldiği “Sorun Söyleyelim” sohbet toplantılarının Nisan ayı halkasını “Övmek Dövmekten Kötüdür” konusuna ayırdı. Kur’an Denizinden Damlalar kursuna katılan kursiyerlerce hazırlanıp ikram edilen öğle yemeğinden sonra konferans salonunu dolduran davetlilere “Övme ve Övülme” konusunda hitap eden Dr. İbrahim Ateş, yaptığı yönlendirici konuşmada şunları söyledi:
“İman, ibadet, ihlas ve istikâmette daim olmalarını dilediğim değerli dostlar, hayat boyu Hakkın hidayet ve himayesinde olmalarını temenni ettiğim kıymetli konuklar, her iş ve uğraşında rıza-ı Rahmân’ı gözettiğine inandığım sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
Gerçekleri görmemize, güzelliklere ermemize ve manevî mertebelerin merdivenlerini tırmanmamıza mani olan engellerden biri olan “övme, övülme ve övünme” engelini aşıp yücelme yolunda ileri adımlar atmamıza katkıda bulunmak gayesiyle düzenlediğimiz “Övmek Dövmekten Kötüdür” konulu sohbet toplantımıza katılarak düşüncelerimizi sizlerle paylaşmamıza vesîle olan güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, iş ve uğraşlarında insanların övgüsünü değil, Allah’ın rızasını gözeten yüce ruhlu insanlardan olmamızı niyaz ediyorum.
Allah ve Resûlü’nün sevmediği kişilerden biri de övünen ve övülmekten hoşlanan kimselerdir. Bu gerçek kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in bazı ayetleri ile sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in birçok hadîs-i şerîfinde dikkatimize getirilmektedir. Örneğin Nisa Suresi’nin 36. ayetinin son cümlesinde: “... Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” Lokman Suresi’nin 18. ayetinin son cümlesinde de: “... Allah kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri sevmez.” buyurulmaktadır. Hz. Peygamber (S.A.V.), bir adamın bir kişiyi övdüğünü ve övmede çok ileri gittiğini işittiğinde: “Adamı mahvettiniz (veya adamın bel kemiğini kırdınız).” buyurmuştur.
Allah ve Resulü’nün sevmediklerinden olmak istemeyenler, övünmekten ve övülmek istemekten kaçınırlar. Bu uyarıya uymayıp övünmekten geri durmayan ve övülmekten haz duyanlara ise söylenecek sözümüz yoktur. Karar kendilerinindir. Sonucuna katlanacaklarsa istedikleri kadar övünsün ve övülsünler.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir hadîs-i şerîfinde: “Metholunmayı, övülmeyi sevmek, insanı kör ve sağır eder. Kabahatlerini, kusurlarını görmez olur. Doğru sözleri, kendisine yapılan nasihatları işitmez olur.” buyurmuştur.
Övülmeyi sevmek, kalb hastalıklarından yani kalbin hasta olmasındandır. Bunun sebebi, insanın kendini beğenmesi, yüksek, iyi sanmasıdır. Medholunmak, böyle kimselere tatlı gelir. Bunun üstünlük, iyilik olmadığını, olsa da, geçici olduğunu düşünmelidir. İbn-i Vefa Hazretleri, sevdiği birine hitaben; “Devamlı elde kalmayacak olan bir şeyin varlığı ile övünmek ve kendi başına da gelebilecek bir şeyden dolayı başkasını ayıplamak ahmaklıktır. Çünkü pek iyi bilirsin ki, başkasının başına gelen senin, senin başına gelen şey de, başkasına reva görülebilir” buyurmuştur.
Başkalarının sevgisine ve onların övmelerine kavuşmak için, dünya işleri ile, onlara iyilik yapmak, riya olur. İbadet ile olan riya bundan daha kötüdür. Allah Teâlâ’nın rızasını hiç düşünmeden yapılan riya ise, hepsinden daha fenadır. Ahmed bin Hanbel Hazretleri; “İnsanların ahmak sınıfı, kendilerinin övülmelerinden hoşlananlarıdır.” buyurmaktadır.
Ma’ruf-ı Kerhi Hazretleri de: “Dilini, başkalarını kötülemek ve aşağılamaktan koruduğun gibi, medhetmekten de koru” buyurmuştur.
Netice olarak, kişinin kendini övmesi ve başkaları tarafından övülmeyi sevmesi, hep kendi nefsini sevmesindendir. Nefsini seven, kendini över ve herkesin de kendisini övmesini bekler. Kendisini beğenen ve öven bir kimse, başkalarını beğenemez ve onlardaki güzellikleri, üstünlükleri anlayamaz ve böylece onları kötüler. Ali Kazvani Hazretlerinin buyurduğu gibi:
“Kendini çok öven bir kimse, başkasını da aynı derecede kötüler. Başkasını fazla kötüleyen de, kendisini aynı derecede medheder, över.”
İslam âlimleri, övülmeyi sevmenin, kalb, gönül hastalığı olduğunu bildirmişler ve tedavi yollarını da göstermişlerdir. Övülmeyi sevmenin sebebi, insanın kendini beğenmesi, yüksek, iyi sanmasıdır. Övülmek, böyle kimselere tatlı gelir. Vehb bin Münebbih Hazretleri; "Münafığın özelliklerinden biri, övülmeyi sevmek, diğeri de zemmedilmekten yani yerilmekten hoşlanmamaktır." buyurmuştur.
Bir gün Zünnûn-i Mısrî Hazretlerine: “İnsan, Allah Teâlâ’nın saf kullarından olduğunu, ne zaman ve nasıl anlar? diye sorduklarında: “İnsan bu durumu şu dört şeyle bilir: Rahatı terk ederse, az olsa bile olandan verirse, fakirleşmesi kendisine sevimli gelirse, övülmek ve kötülenmek kendisine aynı gelirse” cevabını vermişlerdir.
Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî Hazretleri anlatır: "Bir gece rüyamda Hazret-i Ömer’i gördüm. Kendisine: “Ey müminlerin emîri! Dünya sevgisinin alameti nedir?” diye sordum. Şöyle cevap verdi: “Kötülenme korkusu ve övülmeyi sevmektir.”
Dünyayı sevmenin alameti bunlar olunca, dünyayı terk etmenin alameti, doğru yolda bulunmakta kötülenmekten korkmamak ve övülmeyi sevmemektir."
Yunus bin Ubeyd Hazretleri manifaturacılık yaparak nafakasını temin ederdi. Kul hakkına girmekten çok korkar, şüpheli olmak korkusu ile mübahların çoğunu terk ederdi. Malını övmez, medhetmezdi. Bir gün çırağı bir kumaşı müşteriye gösterirken; “Yâ Rabbi! Bu Cennet kumaşından bana da nasip et!” dediğini işitti ve bunun kumaşı övmek manâsına gelebileceğini düşünerek kumaşı sattırmadı. Müşteriler, kusurlu bir malı, kusursuz zannederek alırlar ihtimâlini düşünerek, havanın bulutlu ve kapalı olduğu günlerde pazara çıkıp satış yapmazdı.
Ali bin Sehl İsfehânî Hazretleri; "Zenginliği aradım; ilimde buldum. Övülmeyi aradım; fakirlikte buldum. Âfiyeti, günahsız olmayı aradım; zühdde, şüphelilere düşmek korkusuyla mübahların çoğunu terk etmekte buldum. Kolay hesabı aradım, susmakta buldum. Rahat ve huzuru aradım; vermekte, cömertlikte buldum" buyurmuştur.
Abdülkadir-i Geylânî Hazretleri, sevenleri ile beraber Dicle nehri kenarında otururken, orada bulunanlardan birisi, kendisini övücü sözler söylence: “Dünyada, benden aşağı bir Müslüman bulunacağını sanmam” buyurarak, oradakileri gaflet uykusundan uyandırmıştır. Ebû Süleymânî Dârânî Hazretleri de: “Bütün insanlar beni olduğumdan daha aşağılamak, hakaret etmek isteseler, bunu yapamazlar. Çünkü herkesin hakaret derecelerinin en aşağısı olarak düşünebileceklerinden daha aşağı olduğumu biliyorum.” demiştir.
Bir kimsenin, soyu ile, babaları, dedeleri ile övünmesi ve başkalarına karşı bunlarla üstünlük taslaması, tekebbür etmesi, cahillik ve ahmaklık olur. Önemli olan, onlar gibi salih olmaya ve onların yolunda bulunmaya çalışmaktır. Zira hadîs-i şerîfte: “Bir kimsenin kendi kötü ise, ahirette nesebinin üstünlüğü ona fayda vermez.” buyurulmuştur.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.), bir hadîs-i şerîflerinde de: “Ecdadı ile övünen kötü kimse, rahmet-i İlahîden uzak, Cehennem odunudur.” buyurmuşlardır.
Allah Teâlâ’nın verdiği nimetler sebebi ile başkalarına karşı üstünlük taslamak ve övünmek de uygun değildir. Zira böyle övünmek, haramdır, günahtır. Ama bu nimetler bende emanettir, bunların esas sahibi Rabbimdir diye düşünülür ve anlatılırsa, o zaman bu hâl, şükür olur, kıymetli ve makbul olur. Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.V.): “Allah Teâlâ’nın verdiği nimetleri bildirmek, bunlara şükretmek olur.” buyurmuştur.
Bir damla sudan yaratılıp, sonra toprağa girecek ve orada böceklere yem olacak bir kimsenin kendini övmesi, insanlara üstünlük taslaması çok çirkindir. Bu hâl, bir hastalıktır. Dinimiz bunun için övünmeyi yasak etmiştir. Peygamber Efendimiz (S.A.V.): “Allah Teâlâ, cahiliyet övünmelerini sizden kaldırdı. Hepiniz Âdem Aleyhisselamın evlatlarısınız. Âdem ise topraktan yaratıldı.” buyurmuştur.
İnsanın kendini övmesi, başkalarını hakîr, aşağı gördüğü içindir. Halbuki hadîs-i şerîfte: “Müslüman kişinin din kardeşini hakîr görmesi, kötülük olarak kendisine yeter.” buyurulmaktadır.
Övünme hastalığı, insanın kendini başkalarından üstün görmesinden kaynaklandığı için, konuşmalarında, başkalarını hep aşağılayıcı ifadeler kullanır. Bu insanlar adam olmaz, bunlar iflah olmaz, bunlarda hayır yoktur diyerek, kendi üstünlüğünü açığa çıkarmak ister. Bu hâl ise, kibirdir ve insanı felâkete götürür. Zira hadîs-i şerîfte: “İnsanlar helâk oldu diyenin kendisi helâk olmuştur.” buyurulmuştur.
Din büyüklerinden bir zât, kendisini yüzüne karşı öven bir kimseye; “Beni niçin övüyorsun? Öfkeli iken tecrübe ettin de beni halîm selîm mi buldun? Benimle yolculuk ettin de iyi biri olarak mı gördün? Bana bir emanet verdin de buna riayet ettim mi? Bilmediğin kimseyi nasıl översin?” buyurmuştur.
Bir insan için ölüm anı yani son nefeste imanla gitmesi çok mühimdir. Ölürken imanla gitmeyen kimseyi hayatında övmek neye yarar? Bunun için kendimizi övmek, bizi övenlere ses çıkarmamak, bilmediğimiz insanları övmek uygun olmaz.
Hz. Peygamber (S.A.V.)’in yanında bir adamdan bahsedilmiş ve orada bulunan bir kişi o adamı aşırı şekilde övmüştü. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (S.A.V.):
"Yazık sana! Arkadaşının boynunu kopardın" buyurmuş ve bu sözünü defalarca tekrarlamıştır. Sonra da:
"Şayet biriniz mutlaka arkadaşını methedecekse, eğer söylediği gibi olduğuna da gerçekten inanıyorsa, zannederim o şöyle iyidir, böyle iyidir, desin. Esasen onu hesaba çekecek olan Allah'tır ve Allah'a karşı hiç kimse kesin olarak temize çıkarılamaz" buyurmuştur.
Bu hadîs-i şerîflerden anlaşılacağı üzere yüzüne karşı övülmesi yasaklanan kimseler olduğu gibi, övülmesinde sakınca görülmeyenler de vardır. Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde bir kimseyi yüzüne karşı övmenin câiz olduğunu ifade eden bazı hadisler bulunmaktadır. Burada "Yasaklar Bölümü" işlenilmekte olduğu için bir kimseyi methetmekle ilgili olan rivayetler zikredilmemiştir. İslâm âlimleri bu hadisler arasında herhangi bir çelişki görmezler. Şayet bir insanı yüzüne karşı medhetmek onun kendini beğenmesine, kibirlenip gururlanmasına, şımarmasına ve bu sebeple fitneye düşmesine sebep olacaksa, onu yüzüne karşı övmek yasaklanmıştır. Ayrıca bir insanı övmede çok aşırı gitmek de hoş karşılanmamıştır.
Buna karşılık takvâ sahibi, aklı başında, gururlanıp kibirlenmesinden ve şımarmasından endişe edilmeyen kimselerin medhedilmesinde ise bir sakınca görülmemiş; bu hareket iyileri ve iyilikleri teşvik olarak değerlendirilmiş ve hatta müstehap olduğu söylenilmiştir. Nitekim Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz bizzat kendisi sahâbîlerden bir çoğunu övüp medhetmiş, onların güzel hasletlerini öne çıkarmış ve kendilerini topluma örnek insanlar olarak takdim etmiştir. Bir hadîs-i şerîfinde: “Ashabım gökteki yızdızlar gibidirler. Hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz.” buyurmuştur. Bir başka hadîs-i şerîfinde de: “Ashabıma sövmeyin. Sizden birisi Uhud Dağı kadar altın infak etse, onların iki avuç ya da yarısı kadar infak ettiği şeye denk olamaz.” buyurmuştur. Ayrıca her sahabiyi başkalarından üstün yönleriyle ele almış, bu meziyetleriyle iftihar etmiştir.
Örneğin: Hz. Ebû Bekir (R.A.) için şöyle buyurmuştur:
''Eğer Ebû Bekir'in imanı diğer bütün insanların imanı ile tartılsaydı, onlardan ağır gelirdi.''
Hz. Ömer (R.A.) için de:
''Eğer ben peygamber gönderilmeseydim, ey Ömer sen peygamber gönderilirdin.'' buyurmuştur.
Hz. Fâtıma (R.A.) Validemiz için de: “Fâtıma Cennet kadınlarının ulusudur.” demiştir. Ashâb-ı Kirâm’dan Hz. Câfer (R.A.) ile Hz. Zübeyr (R.A.) hakkında da şöyle buyurmuştur: “Ey Câfer! Gerek hilkatinde, gerek ahlakında bana benzersin.”, “Her Nebînin bir havârîsi vardır. Benim havârîm de Zübeyr’dir.”
Efendimiz (S.A.V.) Hz. Talha’yı çok severdi. O’nu göremeyince: “Ne oldu ki, ben o melîh, fasih dostumu göremiyorum.” derdi. Hz. Ebu Ubeyde için: “Her Peygamberin ümmeti içinde güvendiği bir kimse vardır. Ey Muhammed ümmeti! Bizim mutemedimizde (hassaten) Ebu Ubeyde İbni Cerrah’tır.”, Hz. Hasan için: “Allahım! Ben bunu seviyorum, Sen de sev.” ve Hz. Abdullah bin Ömer için de: “O muhakkak Allah kulu ve salih bir insandır.” buyurmuştur.
Bundan daha büyük hangi övgü olur? Fakat Hz. Peygamber (S.A.V.) bu övgüyü onların gerçek durumuna uygun olarak ve basîretle hallerini görerek yapmıştır. Onlar, bu övgü ile kibirlenme ve kendini beğenme hallerinden çok yüksek bir makamdadırlar.
İnsanın, içinde kibir ve övünme bulunduğu zaman, kendini övmesi daha çirkindir; ancak bu durumlar olmadığı zaman, bir sakıncası yoktur. Nitekim Hz. Peygamber (S.A.V.), kendisi için, ''Ben âdemoğlunun (bütün insanların) efendisiyim; bunda övünme yoktur'' buyurmuştur. Yani ben bunu, insanların yaptığı gibi övünmek için söylemiyorum demek istemiştir. Çünkü onun övüncü ancak Allah Teâlâ ve sevinci O'nun yakınlığı iledir, yoksa insanlardan önde olmasından değildir.
Öteyandan Efendimiz (S.A.V.)'in sağlığında Hassân İbni Sâbit, Kâ'b İbni Züheyr ve Abdullah İbni Revâha gibi ashâbın en seçkin şâirleri Resûl-i Kibriyâ'yı medhedip öven şiirler söylemişler ve Efendimiz (S.A.V.) onlara herhangi bir müdahalede bulunmamıştır. Onların yolunu takip eden yüzlerce şâir de çeşitli dillerde bu güne kadar Resûl-i Zîşân'ı öven binlerce na't ve kasîde yazmışlardır.
İnsanların faziletli olup olmadıklarına bakmaksızın, bir takım dünyalık menfaatler elde etmek için hiçbir üstün meziyeti olmayan mevki ve makam sahiplerini, mal ve mülk ehli zenginleri övenler şiddetle kınanmıştır. Böylelerine meddâh, dalkavuk, çığırtkan ve yağcı gibi adlar verilir. Böyle kimseler nice değersiz insanı üstün göstermek, bayağı kişileri faziletli kimselermiş gibi takdim etmek suretiyle, onları şımartıp baştan çıkarmanın yanında topluma da en büyük zararı verirler. Çünkü bu gibi durumlarda İslâmî ve insânî değerler alt üst olur; kötüler öne geçirilirken dürüst ve haysiyetli kişiler kenara itilir. Bu ise her toplum için en büyük felâketlerden biridir. İşte Resûl-i Ekrem (S.A.V.) tarafından yasaklanmış olan meddahlık, dalkavukluk budur.
Bu açıklamalardan sonra, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in yüzüne karşı övülen kimsenin helâk olmasından veya aynı anlamda olmak üzere bel kemiğinin veya boynunun koparılmasından bahsetmesinin anlamını daha iyi kavramış olmaktayız. Övgüye lâyık olmayan veya haddinden fazla övülen kimsenin kendisini gerçekten öyle zannetme ve bu yüzden nefsini muhasebe ve murakabe etmekten, tevbeye yönelmekten vazgeçme tehlikesi vardır. Bu ise onun için bir ölüm demektir.
Bir insanı mutlaka methedeceksek, hakkında kesin bilgi sahibi olduğumuz güzel hasletlerini ve bunlardan yola çıkarak kendisi hakkındaki kanaatlerimizi ortaya koymalıyız. Bize gizli olan yönlerini öne geçirmemeliyiz. Çünkü kişinin gizli hallerini, kalbini, gönlünü, niyetini ve kafasından geçirdiklerini ancak Allah bilir. İnsanları Allah'a karşı tezkiye edip, temize çıkarmak ve onların âhiret yurdundaki mevki ve makamlarıyla ilgili kesin hükümler vermek câiz değildir.
Yukarıda arzedilen hadîs-i şerîflerden elde edilen bilgiler şöyle özetlenebilir:
1- Kibirlenip gururlanmasından, şımarıp fitneye düşmesinden korkulan kimseyi yüzüne karşı övmek yasaklanmıştır.
2- Takvâ ehli, kibirlenmesinden ve şımarmasından korkulmayan faziletli kimseleri övmekte bir sakınca yoktur.
3- Meddahlık ve dalkavukluk dinimizde câiz görülmeyen kötü hasletlerdendir.
4- Bir kimse övülürken, onda mevcut olan sıfatlar anılmalı, niyeti, zihninden geçirdikleri ve kalbinde gizlediği sırları Allah'a havale edilmeli ve hiç kimse Allah'a karşı kesin ifadelerle tezkiye edilmemelidir.
Hemmâm İbni Hâris'in Mikdâd (R.A.)’dan rivâyet ettiğine göre, bir adam Hz. Osman (R.A.)’ı övmeye başlayınca, Mikdâd da dizleri üstüne çökerek medheden kişinin yüzüne çakıl taşları atmaya başlamış. Bunun üzerine Hz. Osman (R.A.) ona:
– Ne yapıyorsun öyle? deyince Mikdâd:
– Resûlullah (S.A.V.): "Meddahları gördüğünüz zaman yüzlerine toprak serpiniz" buyurdu, diye cevap vermiştir.
Meddahlar ve dalkavuklar dünyalık bir şeyler elde etmek için birtakım insanları lâyık olmadıkları ve hak etmedikleri şekilde öven kimselerdir. Onların yüzüne toprak serpmek, bekledikleri dünyalığı elde edemeyeceklerini kendilerine göstermek anlamındadır, diyenler olduğu gibi, meşhur sahâbî Mikdâd gibi hadisi gerçek hali üzere kabul edip meddahların yüzüne toprak serpenler de olmuştur. Bazı hadis şârihleri de bunun hem medhedene hem de medhedilene topraktan yaratıldıklarını ve mütevâzi olmaları gerektiğini, kendilerini büyük görmemeleri icap ettiğini hatırlatma anlamında olduğunu söylemişlerdir.
Hemmam İbni Hâris’in meâli arz edilen rivayetinden çıkarılabilecek sonuçların ikisi şöyledir:
1- Meddah ve dalkavuklara değer vermemek ve bu çirkin davranışlarını mükâfatlandırmamak gerekir.
2- Meddah ve dalkavukların yüzüne toprak serpmek, onların yalanlarına ve bu yolla dünyalık elde etmelerine mâni olmak demektir.
Allah Teâlâ bir insanın hayrını murad ederse, ona doğruları söyleyen ve yanlışlarını düzelten dürüst dost ve danışmanlar ihsan eder. Şerrini murad ederse de ona hatâlarını hoş gösteren yağcı dostlarla davranışlarını doğrulayan dalkavuk danışmanlar verir. Doğru-yanlış ayrımı gözetmeksizin yaptığı herşeyde: “İsabet buyurdunuz” diyerek yanılgılarına yandaş olurlar. Bu bakımdan büyük İskender’in: “Ben, dostlarımdan çok düşmanlarımdan yararlandım. Zira dostlarım davranışlarımı sürekli doğrularken, düşmanlarım eksiklerimi araştırıyor ve herhangi bir yanlışımı yakaladıklarında beni eleştiriyorlardı. Böylece yaptığım yanlışları öğrenip düzeltme imkânını elde ediyordum” demesi dikkat çekicidir.
İnsan iflas etse de imkân sahiplerine aşırı iltifatta bulunarak iman ve ihlâsını ihlal edecek yapay yaklaşımlarla, yağcı davranışlara tevessül etmemelidir. Aklı başında olan dirayetli insanlar da bu tür yaklaşımlara kıymet vermemelidirler. Bu açıdan “Akıllı insanlar kendilerini gereğinden çok övenlerden nefret ederler” diyen Pasteur’un düşüncesini yerinde görüyorum. Çünkü Cemil Sena’nın dediği gibi: “Bir kimseyi sahip olmadığı sıfatlarla övmek, onu kibarca yermek demektir.” Zira dünya öylesine değişken ve dengesizdir ki, dün öven bugün sövebilmektedir. Bu bakımdan İmam Ahmed bin Hanbel ile Süfyân-ı Sevrî Hazretlerinin aynı düşünceyi dilegetiren ve birbiriyle benzerlik arzeden aşağıdaki sözleri, herkesin duyması ve uyması gereken özlü sözlerdendir. İmam-ı Ahmed bin Hanbel Hazretleri şöyle demiştir: “Sizde olmayan meziyetlerle sizi medheden kimsenin, siz de olmayan kötülüklerle de birgün kötüleyeceğini unutmayınız.” Süfyân-ı Sevrî Hazretleri de şöyle demiştir: “Sen de olmayan meziyetleri söyleyerek seni medheden kimse, hiç şüphe yok ki sende olmayan günahı söyleyerek seni kötüler.”
Bu ve benzeri uyarılarıyla öğrencilerine, döneminin devlet büyüklerine, çağdaşlarına günümüze kadar özelliklerini öğrenip izinde giden herkese ışık tutan merhum Süfyân-ı Sevrî Hazretleri bir başka uyarısında da: “Birisi sana gelip ‘sen ne mübarek bir zatsın’ dese, bir başkası da ‘sen ne kötü ve aşağı bir kimsesin’ dese, sana birinci söz ikinci sözden daha hoş geliyorsa, anla ki fena bir kimsesin.” demiştir. Övenle sövene bakışı farklı olan kimseler, Süfyân-ı Sevrî Hazretlerinin bu uyarısındaki inceliği idrak edemezler. Bu inceliğe erebilmek için herşeyden önce kişinin kendini bilmesi ve benlik duygularından arınması gerekir.
Hayatını Habîbullah’ın hadîslerini derleyip değerlendirmeye adayan İmâm-ı Buhârî Hazretlerinin dediği gibi: “Bana göre insanların öveni de, kötüleyeni aynıdır.” Övenin övmesi, birşey kazandırmayacağı gibi, yerenin yermesi de birşey kaybettirmez. Kazanç sağlamayana kıymet verip sevinmek, değer kaybettirmeyene de üzülüp dövünmek doğru değildir. Önemli olan Allah ve Resulü ile dostlarının övgüsüne mazhar olmaktır.
Hz. Ebubekir (R.A.) medhedildiği vakit şöyle derdi: “Allah’ım! Sen beni benden daha iyi bilirsin. Ben de kendini onlardan daha iyi bilirim. Allah’ım! Beni onların sandığından daha iyi kıl. Onların bilmediği günahlarımı bağışla ve onların söylediklerinden dolayı beni muâheze etme.”
Herhangi birimize birileri gelip iyilik, güzellik, dürüstlük, cömertlik, hayırseverlik ve benzeri özelliklerimizden dem vurarak bizleri överlerse, kendimizi şöyle bir yoklayalım. Hakkımızda söylenen bu güzel sözlerden nefsimizin ne kadar hoşlandığına bakalım. Bu güzel sözleri duymaktan dolayı dört köşe olup benlik binitine binerek: “Ben neymişim be abi ya da be abla” düşüncesine kapılırsak ayağımız kaymaya başlıyor demektir. Bunun içindir ki, Hz. Peygamber (S.A.V.): “Sizi övenlerin suratlarına toprak saçın.” buyurmuştur. Bundan dolayıdır ki Hz. Ömer (R.A.): “Bir adamı övmek, onu boğazlamaktır.” demiştir.
Ben, bugünkü konferansımızın konu başlığını seçerken Efendimiz (S.A.V.)’in bu buyruğu ile Hz. Ömer (R.A.)’in bu uyarısından esinlenerek “Övmek Dövmekten Kötüdür” deyimini kullandım. Gerçekten de övmek dövmekten kötüdür. Çünkü dövmek can yakar. Övmek ise maneviyat yıkar. Kötülemek can sıkar. Yağ yapmak da damar tıkar.
Övmek ve övülmek böyle olursa, övünmek nice olur derseniz, birkaç cümle ile de işin o yönüne değinelim derim. Övünmek; genelde kişinin kendini beğenmesi, başkalarında bulunmayan bazı özellik ve güzellikleri kendisinde görmesi sonucu sergilediği böbürlenme ve kendini üstün görme hâlidir ki, bu hâl sahibinin değerini düşüren kötü hasletlerin başında gelir. Ferîdüddîn Attar Hazretlerinin dediği gibi: “Kişinin kendini övmesi şeytan adetidir.” Dolayısıyla kişi kendisini övmemeli ve imkânlarıyla övünmemelidir. Ne idiğini, ne olduğunu, nereden nereye, nasıl ve kim tarafından getirildiğini bilmelidir. Ne oldum delisi değil, ne olacağım düşüncelisi olmalıdır. Kendisi tarafından değil, başkaları tarafından takdir edilmelidir. Şairin dediği gibi:
“Kimse tayin edemez alemde,
Kendi mahiyetini re’yi ile.
Münferid vâsıta-i rü’yet iken,
Göremez kendisini dîde bile.”
Aksi takdirde işin sonu ucbe (kendini beğenmeye) varır ki o da sahibine felaketten başka birşey getirmez.
Kişi kendini beğeniyor veya seviyorsa başkalarını sevemez, onları daima kusurlu görüp, sû-i zan yapar, sû-i zan tecessüse, tecessüs gıybete götürür. Gıybet yapan bir topluluk da manen felç olduğundan ayakta duramaz. Tenkit ve gıybet onların sa’y ve şevklerini kırar, atalete uğratır. Bu ise dönen çarkı çalışmaz hâle getirmek ve binilen dalı kesmek olur. Her mü’min, mü’min kardeşinin diğer insanların nazarında sevimli hâle gelmesini bir vazife bilmelidir. Zira bu vazife en büyük ve en mühim vazifelerden biridir.
Bizler başkasının meziyetlerini anlatınca, bu bizi de küçültmez. Onlar büyüyünce biz küçülmeyiz. Akıllı insan her şeyin iyi tarafını görür, iyi değerlendirir, daha da iyi olma gayretinde bulunur.
Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır. Güzel görelim, güzel düşünelim. Güzel mü’minler olalım. Güzeli temsil etme ufkuna yükselelim.