ÖZVERİ ÖRNEĞİ ÖĞRETMENLERİMİZ
Türk toplumu olarak hemen her konuda takdir ve tenkitte bulunduğumuz bilinen bir gerçektir. Takdir kadar tenkidi de severiz. Bazen kusursuz gibi görünen hallerde bile tenkit edilecek bir yön bulmaya çalışırız. Ancak öğretmenlerimiz hakkında tenkitten çok takdir etme cihetine gideriz. Bunda etken olan unsurların başında da öğretmenlerimize duyduğumuz sevgi ve saygı ile verdiğimiz değer gelir. Hepimiz öğretmenlerimizi ana-babamız gibi sever, sayarız. Onlarla ilgili hâtıralarımızı hâfızalarımıza nakşeder, aslâ unutmayız. Bizim onları unutmadığımız gibi onların da bizleri unutmadıklarını biliriz. Hepimizi yetiştiren, yönlendiren ve yüreklendirenlerin ebeveynlerimizle öğretmenlerimiz olduğuna inanırız. Bilgimizi, becerimizi, başarımızı ve belirli yerlere gelmemizi Allah’tan sonra onlara borçlu olduğumuzu biliriz. Öğretmenlerimize ne kadar teşekkür etsek azdır. “Bana bir harf öğretene kırk yıl köle olurum.” diyen Hz. Ali (R.A.) bu gerçeğe işaret etmiştir.
Bu inanç ve anlayışla öğretmenlerimize milletçe medyûn-u şükran olduğumuzu devamlı dilegetiren YOYAV, kurulduğu günden bu yana öğretmenler günü dolayısıyla düzenlediği kutlama programlarında onlara karşı beslediği minnet ve şükran duyguları ile hürmet ve muhabbetlerini duyura gelmiştir. Bu cümleden olarak 24 Kasım 2010 Çarşamba günü çok sayıda öğretmenin katılımıyla gerçekleştirdiği “Özveri Örneği Öğretmenlerimiz” konulu programda davetlilerine duygulu dakikalar yaşatmıştır.
Yıllarını eğitim alanında geçirip ömürlerini öğrencilerine adayan değişik düzeyden öğretmenlerle öğretim üyesi akademisyenlerin şerefli varlıklarıyla taçlandırdıkları toplantıda değerli düşünceler dilegetirildi.
Saygı duruşu ve İstiklâl Marşı ile başlayan kutlama programında YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, Mütevelli Heyet Üyelerinden M. Yahya Efe, Prof. Dr. Gürcan Yülek, Prof. Dr. Hanım Halilova, Doç. Dr. Öznur Özdoğan ve Çankaya Başkent Halk Eğitim Merkezi Müdür Yardımcısı Ayşe Altıncı birer konuşma yaparak öğretmenlere duyulan sevgi ve saygı hisleriyle onların öğrencilerine sergiledikleri sevecen tavırlarını ve örnek özverilerini ifade ettiler. Bu arada şiirleriyle şuurlara seslenen şair Faruk Oray ‘ın bu anlamlı gün dolayısıyla yazmış olduğu “Helal Et Öğretmenim” şiiri M. Yahya Efe tarafından okunarak coşkuyla alkışlandı.
YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş yaptığı mesaj yüklü konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Saygıdeğer öğretmenlerimiz, kıymetli konuklarımız, basınımızın güzîde temsilcileri!
Öğretmenler günü dolayısıyla öğretmenlerimiz onuruna düzenlediğimiz şeklen mütevazi, manen mütekâmil olan böylesine anlamlı ve önemli bir programa teşrif ederek eğitim ordusunun unutulmaz erlerine hürmet ve muhabbetlerimizi birlikte arzetmemize vesîle olan güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, ilim ehline ilgisi, öğretmenlerine sevgisi ve bilumum büyüklerine saygısı ile imtiyaz eden duyarlı, dirâyetli ve dikkatli insanlardan olmamızı diliyorum. Toplumumuzun tüm kesimlerinde öğretmenlerimize ilgi, ihtimâm ve ihtirâmın arttırılması temennisiyle sözlerime başlarken, başta insanların atası Hz. Adem olmak üzere insanları aydınlatan öğretmenlerimizle ilim ve irfan ehlinden ebediyete intikal edenlere rahmet ve mağfiret, hayatta olanlara da sağlık ve saadet niyaz ediyorum.
İlk öğretici Allah Teâlâ, ilk öğrenici Adem Aleyhisselam, ilk öğretilenler de âlemdeki varlıkların isimleridir. Adem’in torunları olan insanlar, Allah’ın Adem’e öğrettiklerini öğrenmelidirler. İlk öğretici olan Allah Teâlâ, Adem’e öğrettiği gibi O’nun evladına da öğretmektedir. Bunun için de ebeveynler ile öğretmenleri görevlendirmektedir. Bu itibarla öğretmenler, insanlara bilmediklerini öğretmekle görevlendirilen öncü, önder ve örnek insanlardır. Dolayısıyla öğretmenlerde bulunması gereken en önemli özellik iyiyi, doğruyu, güzeli öğretmek ve iyi örnek olmaktır. Bunun için, öğretmenlerin herşeyden önce bilgili, ilgili ve iyi örnek olmaları gerekir.
İlimde öncü, özveride örnek olan öğretmenlerimiz, toplumu yönlendiren, yüreklendiren ve yücelten seçkin kimselerdir. Dolayısıyla onlar, insan yetiştiren yüce ruhlu insanlardır. Hepimiz öğretmenlerimizden çok şeyler öğrendik. Öğretmenler yalnız bilgileriyle değil, hayat şekilleriyle de bize çok şeyler öğretmişlerdir. İnsanlar hangi yaşta olursa olsunlar, öğretmenlerinin tezgahından geçmişlerdir. Öyle ki her millet ve her devlet öğretmenlerin meyvesidir diyebiliriz.
Öğrenme ve öğretme işiyle iştigal edenler, herkes tarafından imrenilip, gıpta edilen ilim ve irfan ehlidirler. Özellikle kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenen ve öğretenler, Hz. Peygamber (S.A.V.)’in ifadesiyle “insanların en hayırlısı”dırlar.
Dinimiz ilme kıymet vermeyi, âlimlere hürmet etmeyi ve Allah yolunda olanlarla berâber bulunmayı emretmektedir. Bunun için, müslüman kıymetli ömrünü faydasız şeylerle geçirmemelidir. Hadîs-i şerifte, "Doğru ilim sâhibi olan ve ilmi ile amel eden bir âlim ile Peygamberler arasında bir derece fark vardır. Bu bir derece, peygamberlik makâmıdır" buyurulmuştur. Bu saadete kavuşmak için, ilim öğrenmeye çalışmak lâzımdır.
İmâm-ı Ebû Yûsuf hazretlerinin onbeş yaşında oğlu vardı. Oğlunu çok seviyordu. Ansızın vefât etti. Talebesine "Defin işini size bıraktım. Ben üstâdımın dersine gidiyorum. Bugünkü dersi kaçırmayayım" dedi.
İmâmı vefâtından sonra rüyâda gördüler. Cennette, büyük bir köşkün karşısında duruyordu. Köşkün yüksekliği Arş'a varmıştı. Bu köşk kimindir, denilince, benimdir buyurdu. Buna nasıl kavuştun denilince, "İlme, ilim öğrenmeye ve öğretmeye olan muhabbetim ile" buyurdu.
Bağdat'ın maneviyat büyüklerinden Ahmed Rıfai Hazretleri bir gün ders verdiği öğrencilerine der ki:
- İçinizde kim bir ayıbımı görürse hemen söylesin ki o ayıbımı vakit geçirmeden düzelteyim, tekrar etmeyeyim!.
Kimseden bir ses çıkmaz. Ancak bir talebesi parmağını kaldırır:
- Efendim der, sizde benim gördüğüm büyük bir ayıp var.
- Söyle bakayım evladım o ayıbımı da hemen düzelteyim!
Gözleri yaşararak konuşan talebe, hocasının ayıbını şöyle ifade eder:
- Sizin en büyük ayıbınız, bizim gibi günahkârları talebe olarak kabul etmenizdir!.
Bu söz üzerine derin bir sessizlik başlar. Neden sonra Rıfai Hazretleri'nden şu söz duyulur:
- Kendisini günahkar bilme olgunluğuna erişen bu talebemi yerime halife tayin ediyorum. Bundan sonra ben olmadığım zamanlarda sohbeti o yapacaktır!.
Demek samîmî şekilde kendini günahkâr bilen insan, sonunda hocasının halifeliğine layık da görülebilir.
Böyle bir halife tayin olayı da Hacı Bayram-ı Veli'de görülür.
Kendisine sonradan intisap eden Akşemseddin'e, halifelik vermesi üzerine talebelerinden biri sorar:
- Efendim der, kırk yıldır hizmetinizde bulunan talebelerinizi halifeliğe layık görmezken, yeni gelen Akşemseddin'i halife tayin etmenizin hikmetini anlayamadık. Sebebi ne ola ki?
Hacı Bayram Hazretleri bu tercihin hikmetini az fakat öz bir sözle şöyle ifade eder:
- Bu Ak şeyh, bizden ne görür, ne işitirse tereddütsüz teslim olur; hikmetini sonra kendisi arayıp bulur. Kırk yıllık hizmetimizde bulunanlar ise tereddüt edip bekler, hikmetini bulduktan sonra teslim olurlar.
2010-2011 Eğitim ve öğretim yılının ilk üç ayını geride bırakarak 24 Kasım Öğretmenler Gününe geldik. Milyonlarca öğrenci, eğitimlerini en iyi şekilde tamamlamak, öğretmenler de öğrencilerin bu hedeflerine en iyi şekilde ulaşmalarını sağlamak için çaba ve çalışmalarını sürdürmektedirler. Aileler de dişlerinden tırnaklarından artırdıkları paralarla çocuklarına en iyi imkânı sunmaktadırlar.
Çocuklarımızın en iyi şekilde yetişmesi, bu üçlü sac ayağının koordineli bir şekilde çalışmasına bağlıdır. Bunlardan biri eğitimin içinde yoksa o eğitim, istenilen düzeyde olmaz. Maalesef bu üçlü bağlantı bizde gereği gibi sağlanamamaktadır. Hattâ bazen bu bağlantı zarara dönüşebilmektedir.
Şöyle ki, babalarının gücüne güvenen bazı şımarık çocuklar, öğretmenlerini bir eğitici, öğretici olarak değil, para ile tuttukları bir hizmetçi, bir uşak olarak görüyorlar. Öğretmenin en ufak bir serzenişinde bile çocuk açıkca "Hoca unutma sen benim param ile buradasın!" diyebiliyor. Velisi de, öğretmeni çocuğuna yan baktığını duyduğunda soluğunu okulda alıyor. Böyle bir anlayışla öğretmen çocuğa ne kadar faydalı olabilir? Çocuğun dövülmesi, aşağılanması ne kadar yanlış ise, öğretmenin aşağılanması da o kadar yanlış, hattâ ondan daha büyük yanlıştır. Çünkü çocuklarımızı şekillendirecek olanlar onlar. Onlara bu fırsat verilmezse çocuklar yabani bir ot veya ağaç gibi rastgele şekillenirler. Bunun bedelini de aileler ve toplum öder.
Öğretmen ile veli arasındaki diyalog samîmî bir saygıya, güvene dayanmalıdır. Öğretmen veliyi küçümsememeli, veli de öğretmene saygıda kusur etmemelidir. Genelde veli öğretmenin yanına yaklaşmada zorlanır, çekinir. Kendinin aşağılanacağından korkar. Bunun için tedirgindir, meramını rahat anlatamaz. Öğretmen bunu kaldırıp veliyi rahatlatmalıdır.
Öğretmen-veli diyaloğu denilince, rahmetli Ahmed Arvâsî hocanın başından geçen şu hâtıra aklımıza gelmektedir.
Ahmed Bey, altmışlı yıllarda, Ağrı'nın Molla Şemdin Köyü’ne ilkokul öğretmeni olarak tayin edilir. Başta muhtar Ömer olmak üzere, köyün ileri gelenleri kendisini karşılarlar. Kalacağı eve yerleştirirler, her türlü ihtiyacı karşılanır.
Fakat Ahmed Bey’in bir şey dikkatini çeker. Köyün ileri gelenleri kendisine hitap ederken kelimenin üzerine basa basa, "Müellim Bey" derler.
Ahmed Bey kısa zamanda köylülerle kaynaşır. Köy odalarında ve evlerdeki sohbetlere katılır. Onlarla beraber camiye gider, düğünlerinde bulunur, bayramları beraber kutlarlar. Köylüden kopuk bir öğretmen değil, onlardan biri hâline gelir. Kendilerine tepeden bakmayan, onlarla oturup kalkan, onların sevinçlerini paylaşan, dertlerine ortak olan bu genç öğretmeni köylüler bağırlarına basarlar.
İş bu noktaya gelince köylüler kendisine söz birliği ile, "Muallim Bey" diye hitap etmeye başlarlar. Bu durum üstad Ahmet Beyin dikkatinden kaçmaz. Merakını gidermek için muhtara sorar. Muhtar Ömer günlerdir bu sorunun sorulmasını bekliyordu zaten. Keyfle sigarasını yakar, sonra başını kaldırarak ağır ağır konuşmaya başlar:
"Evet, Muallim Bey, sana önceleri müellim dememizin önemli bir sebebi vardı. Kısaca sana anlatayım da merakın gitsin: Bugüne kadar, köyümüze gelen öğretmenler hep bizden uzak kaldılar. Bizim dünyamıza giremediler. Onların ayrı bir dünyaları vardı. Bizimle alakası olmayan, Avrupa'dan gelmiş kimseler gibiydiler. Bizim inancımıza, yaşayışımıza ters bir hayat tarzları vardı. Bizimle yaşayış, inanç birlikleri olmadığı gibi, bu değerlerimizle alay da ediyorlardı. Ne aramıza katılır, ne de camimizin yolunu bilirlerdi. Hâl böyle olunca, bizler çok üzülüyorduk; davranışları bize üzüntü, sıkıntı ve elem veriyordu. Bunun için biz onlara, elem veren, sıkıntı veren manasında "Müellim" diyorduk. Onlar bu kelimenin manasını bilmedikleri için bizim bu hitabımızı telaffuz hatası zannediyorlardı. İlk günler seni de onlardan zannettik. Bunun için sana, "Müellim" dedik. Sonra baktık ki sen onlara benzemiyorsun. Sen bizden birisin. Bunu anlayınca, müellim demeyi bırakıp "Muallim" demeye başladık.
Günümüzde öğretmenlerin en çok müştekî oldukları hususların başında ilgisizlik ve sevgisizlik gelmektedir. Sevgi ve şefkatle yetiştirdikleri öğrencilerinden gerekli sevgi ve saygı ile eğitip öğreterek önemli mevkilere gelmelerinde etken oldukları yöneticilerden yeterli ilgiyi görmemektedirler. Malum olduğu üzere marifet iltifata tabi/müşterişiz meta’ zayidir.
Öğretmenlerimizin geçim sıkıntısı içinde oldukları herkes tarafından bilinmektedir. Zaman zaman basınımızda yer alan araştırmalarla yapılan anket çalışmaları bu gerçeği dilegetirmektedir. Örneğin 23 Kasım 2010 tarihli Güneş Gazetesi’nde yayınlanan “En Acı Anket” başlıklı haberin içeriği ilginç olduğu kadar üzücüdür de. Bu haberde kamuoyuna duyurulan hususlar şöyledir:
Öğretmenliğin gururu, hayal kırıklığına dönüştü! Türk Eğitim Sen'in anketinde her iki eğitimciden biri 'Bu mesleği seçtiğimiz için pişmanız' dedi.
Öğretmenler Günü öncesi yayımlanan anket, acı bir Türkiye gerçeğini gözler önüne serdi. Çalışmaya katılan 3 bin 453 öğretmenin yüzde 49.7'si pişmanlıklarını dile getirirken gerekçe olarak, 'mesleğin saygınlığının kalmamasını', 'ekonomik olarak tatmin olamamayı' ve 'bakanlığın politikalarını' gösterdi...
Bu yüksek 'pişmanlık' oranına rağmen öğretmenlerimiz emekli de olmak istemiyor. Çünkü, 'mevcut maaşlarıyla' bile çalışmaya razılar. Ankete katılanların yüzde 58,6'sı, 'Bu maaşa ihtiyacım var', yüzde 24,9'u, 'Emekli maaşıyla geçinemem', yüzde 10'u da 'Emeklilerin yaşam koşulları iyi değil' diyor...
Ankette çıkan bir başka çarpıcı sonuç da, çocuklarımızı emanet ettiğimiz öğretmenlerin borç batağında olduğudur. Katılımcılardan yüzde 79.7'sinin banka kredisi, yüzde 79.9'unun da kredi borcu var. Öğretmenlerin yüzde 40.7'si 'Ekonomik zorluklar yüzünden stres ve endişe yaşadığını' ifade ediyor.”
Dr. Ateş’in alkışlar arasında noktalanan bu yönlendirici konuşmasından sonra öğretmenlere hediyeler sunuldu ve hazırlanan ikramın alınmasına geçildi.
YOYAV’ın örnek bir etkinliğine daha katılmanın haz ve huzuru içinde salondan ayrılan davetliler duydukları memnuniyeti dilegetirerek ilgililere takdir ve teşekkürlerini ilettiler.
Rahatsızlığından dolayı toplantıya katılamayan Faruk Oray’ın “Helal Et Öğretmenim” başlıklı şiirinde aşağıdaki mısralar yer alıyordu:
Helal Et Öğretmenim
Her yirmidört Kasımda coşkuyla buradayız.
Öğretmenlerimize saygılar sunmaktayız.
Her biri milletine ışık tutan bir güneş,
Görevinin şerefi al Bayrağımızla eş.
Yurdun dörtbir yanına Bayrak Bayrak giderler,
Yaptıkları hizmeti yurda helal ederler.
Hayranlık duygularım dolar içime benim,
Ne kadar da kutsaldır görevin öğretmenim.
Görmedikleri yere atanıp gidiyorlar,
Mesleğinin aşkıyla kısmet buymuş diyorlar.
Verdikleri eğitim Türk’e değer katıyor,
Cehâleti milletin sırtından fırlatıyor.
Rabbim seni korusun, en büyük duam benim,
Yaptığın işler büyük, helal et öğretmenim.