RAĞBETİN RABBİNE OLSUN
Halk arasında üç aylar diye bilinen Recep, Şaban ve Ramazan aylarının ilki olan Recep ayının ilk Cuma gecesi Regaib Kandilidir. Müslümanların manen motive olmaları ve dinî duygularla donanıp daha dikkatli ve duyarlı davranmaları için feyiz ve faziletinden faydalanmaları gereken üç aylar müstesna bir zaman dilimi, mübarek bir maneviyet mevsimidir. Zünnun-u Mısrî’nin dediği gibi: “Recep tohum ekme, Şaban sulama, Ramazan ise hasat ayıdır.”
Allah Teâlâ’nın mümin kullarına bolca ikram ve ihsanda bulunup, tevbekâr olanların günahlarını bağışladığı ve yalvarıp yakaranların dualarını kabul edip rahmet ve mağfiretini üzerlerine yağdırdığı bu mübarek ayların içerdiği dört kandilin ilki olan Regaib Kandili bu yıl 24 Mayıs Perşembe gününü, 25 Mayıs Cuma gününe bağlayan gece idrak edildi. Önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da ülke genelinde büyük bir vecd içinde ihya edilen bu güzel gece, müslümanların Mevlayı Müte’âl Hazretlerine yaklaşmak için ibadet ve taatta bulunmalarına, yalvarıp yakarmalarına, rahmet ve mağfiret niyazında bulunmalarına vesîle oldu. Camiler dolup taştı, eller ve gönüller Allah’a açıldı, dualar yapıldı, dilekler dilegetirildi. Toplantılar tertiplendi, sohbetler yapıldı, hatm-i şerifler ve Mevlidler okundu, dar gelirliler düşünüldü, güçsüzler gözetildi, yoksulların yüzleri güldürüldü, muhtaçların ihtiyaçları giderildi, dargınlar buluştu, küskünler barıştı, kırgınlar kucaklaştı, büyükler ziyaret edildi, yakınlar ve arkadaşlar aranıp hal ve hatırları soruldu. Tebrik te’âtîlerinde bulunuldu. Dostluk ve kardeşlik duyguları doruk noktaya ulaştı. Herkes üç aylara girmenin ve Regaib Kandiline ermenin mutluluğunu yaşadı. Davranışlar düzelmeye, ilişkiler iyileşmeye ve asık suratlar gülüşmeye başladı. Hâsılı her yerde bir güzellik sergilendi, her dakikada bir hayır işi icra edildi.
Bu cümleden olarak YOYAV da alışılagelen kandil programlarından birini daha dost ve kardeşlerini “Rağbetin Rabbine Olsun” konulu sohbette buluşturdu. Bu sohbette davetlilerine duygulu dakikalar yaşatan Dr. İbrahim Ateş yaptığı mesaj yüklü konuşmasında şunları söyledi:
“Üç aylara ermenin ve Regaib Kandilinin eşiğine gelmenin sevinç ve saadetini yaşayan sevgili kardeşlerim, Allah rızasını her şeyden önde tutup, her iş ve uğraşında O’nu gözettiğine inandığım kıymetli konuklar, dünyada kalacağı kadar dünyası, ahirette kalacağı kadar da ahireti için çalışmanın dirayet ve duyarlılığı içinde olmasını dilediğim değerli dostlarımız, basınımızın güzîde temsilcileri!
Kandiller geçiti üç ayların ilki olan Recep ayının içerdiği iki kandilin ilki Regaib Kandilini idrak etmenin haz ve huzuru içinde düzenlediğimiz “Rağbetin Rabbine Olsun” konulu kutlama programına katılarak sevinç ve saadetimizi paylaşan güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, sağlık ve saadette daim olmanız temennisiyle sözlerime başlarken, kandilinizin kutlu, ibadetinizin makbul ve duanızın müstecab olmasını diliyorum.
Manevî iklimine girdiğimiz üç ayların estirdiği bağış ve bereket havasını bolca teneffüs edip feyiz ve faziletinden faydalanmayı nasip etmesini yüce Rabbimizden niyaz ediyorum.
Kıymetli kardeşlerim!
İnşaallah birkaç saat sonra bir kere daha idrak etme bahtiyarlığına ereceğimiz Regaib Kandilinde nasip olursa üç sevinci birlikte yaşayacağız. Bu sevinçler Cuma gecesinin, Kandil gecesinin ve Allah için birbirini seven insanlarla biraraya gelmenin sağlayacağı sevinçlerin içiçe olup yoğunlaştığı sevinçlerdir. Allah bu sevinçleri cümlemize dünyada doyasıya, ahirette de sonsuz bir şekilde yaşamayı nasip etsin.
Geçen yıllarda gerçekleştirdiğimiz Regaib Kandili programlarında değişik konuları dikkatimize getirerek dilimizin döndüğü ve bilgimizin elverdiği oranda sizlere birşeyler sunmaya çalışmıştık. Bugünkü birlikteliğimizde daha farklı bir konuyu ele alarak duygu ve düşüncelerimizi siz saygıdeğer konuklarımızla paylaşmaya çalışacağız. Yüce Rabmimizden cümlemize tevfikini refik etmesini ve duyup öğrendiklerimizi başta bu mübarek gece olmak üzere yaşadığımız her zaman ve her yerde tatbikini nasip etmesini niyaz ediyorum.
Kıymetli kardeşlerim!
Dünyaya gelen herkes gidecek ve Allah’a dönecektir. Burada baki kalan olmayacaktır. Herkes malını, mülkünü, eşini, dostunu, makamını, mevkiini, varını, yoğunu, yurdunu, yuvasını ve sahip olduğu herşeyi geride bırakarak irtihal-i dâr-ı bekâ edecek (ebediyet yurduna göçecek)tir. Tüm sevdiklerini terkedip tek başına kabre girecek ve orada amelleri ile başbaşa kalacaktır. Dolayısıyla aklı başında olan ve geleceğini gören her insan faniye kapılıp bakiye yatırım yapmaktan geri kalmaz. Dünyada kalacağı kadar dünyası, ahirette kalacağı kadar da ahireti için çalışır. Her zaman ve her yerde, her iş ve uğraşında Hakkın rızasını gözetir, rağbeti Rabbine olur. Bu hususta Haşr Suresi’nin:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” mealindeki 18. ayeti ile Kasas Suresi’nin:
“Allah’ın sana verdiğinden (onun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste, ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” mealindeki 77. ayetindeki ilahi uyarıya uyar ve İnşirah Suresi’nin:
“Bir işi bitirince yorulmaya devam et (diğerine giriş) ve yalnızca Rabbine rağbet et.” mealindeki 7-8. ayetlerini kulaklarına küpe edinir.
Allah Teâlâ İnşirah Suresi’nin mealleri arzedilen ayetlerinde müminlere durmaksızın Allah rızası için yaşamalarını ve durmaksızın yorulmaya devam etmelerini emretmektedir. Müminler imanın verdiği şevk ile ayetin hükmü gereği Allah yolunda bir işi bitirince, hemen bir başka iş için yorulup çaba sarf etmeye devam ederler. Çünkü müminler için boş vakit diye bir kavram yoktur.
Müminler her gün vakitli yaptığı ibadetlerin dışında kalan vaktini boş işler peşinde geçirmez. Allah iman edenleri, hayatları boyunca hem kendi nefislerine uymamakla hem de inkarcıların ahlakına karşı fikrî bir mücadele vermekle görevlendirmiştir. Bunun için yapması gereken pek çok hazırlık, yerine getirmesi gereken sayısız görevler vardır. Bu ihlaslı çabanın bir sınırı, bir kesintisi ve ara verilebilecek bir zamanı da yoktur. Bu yüzden müminler için bir işin bitmesi, yeni faaliyetleri başlatmanın vaktinin geldiğinin bir göstergesidir.
Allah ayetin devamında Müslümanları ancak Kendisi’ne rağbet etmeye çağırmaktadır. Yalnızca Allah’a rağbet etmek, insanın tek dost ve yardımcı olarak Allah’ı görmesi, yalnızca O’nun rızasını hedeflemesi ve sadece Allah’ın hoşnutluğunu esas amaç edinmesi demektir. Mümin için Allah’ın kendisini beğenmesi, kendisinden hoşnut olması tek amaçtır. Bu nedenle mümin tüm hayatını Allah’ın belirlediği kıstaslara göre düzenler, O’nun emir ve yasaklarına göre hareket eder. Diğer insanların rızası, hoşnutluğu amaç değildir. Yalnızca Allah kendisinden razı olsun, gerekirse bütün dünya kendisine cephe alsın, bu kişi için fark etmez. Önemli olan asıl dost olan Allah’ın kendisinden hoşnut olmasıdır. Böyle bir insan kimin ne düşündüğünün, kimin ne söylediğinin, diğer insanların kendisini nasıl değerlendirdiklerinin kaygısını duymaz. Yalnızca Allah’ın razı olması ve yalnızca Yüce Allah’ın sevmesi onun için yeterlidir. Böylece sadece Rabbimiz’e rağbet etmiş olur.
Allah Teâlâ İnşirah Suresi’nin sözkonusu ayetlerinde güç yetirebilen kimselere kendilerini Rablerine adamalarını emrediyor. Adanmak yalnız Allah'a yönelmekle olur. Bu ise maddî- manevî hiçbir şeyin kalpte yer etmemesi ve sadece Allah'a rağbet etmesiyle mümkün olur.
Ashab-ı Kehf… Onlar Allah'a inanan gençlerdi. Onlar kendi kavimlerinin şirk dininden vazgeçip tevhid dinine inanan yiğitlerdi. Kendilerine kurulan tuzağı duyunca makam, mevki, mal ve ailelerini bırakıp dağdaki mağaraya sığındılar. Allah ise onları orada uzun bir süre uyuttu. Kendi kavimlerinin dinlerini yaşarlarsa şehirde, saraylarda yaşayacaklardı. Ama onlar Allah'ın dinini tercih ederek dağları ve mağarayı saray hayatına tercih ettiler.
Ashabı Uhdûd olayının yaşanmasında da yine kendini Allah'a adayan bir gencin mücadelesi vardır. Devrin kralından kendisine genç ve akıllı birini göndermesini isteyen büyücünün, yanına gönderilen ve ondan ders alan bir gencin hikâyesi. Büyücüden ders alırken tevhid dinine inanan bir rahip ile tanışır ve ondan da ders alır. Sonunda rahibin anlattıklarının kendisini gerçek kurtuluşa götüreceğine kanaat getirir ve bütün insanları Allah'a çağırır. Bunu duyan kral, tutuklatır genci ve ok atılarak öldürülmesini ister. Ancak atılan bütün oklar bir türlü isabet etmez. Bunun üzerine genç, kendisini öldürmek istiyorlarsa bunun yolunu kendilerine söyleyeceğini söyler. Bu şart ile halkı toplamalarını ister. Halk meydanda toplanır ve ok atılır. Ok gence isabet etmez. Genç, Krala yönelerek: "Bu gencin Rabbinin adıyla" diyerek oku atmasını söyler. Kral gencin söylediğini söyleyerek oku atar ve genç şehit olur. Bunu gören halk o anda gencin Rabbine iman eder. Kral ise ateşten hendekler kazdırarak tevhid dinine inanan halkı ateşe atar. Tek hâkim olan Rabbe iman eden genç, ölüm anında da halka dinini tebliğde bulunur ve onların da kendisi gibi tevhid dinine inanmalarına ve şehit olmalarına vesîle olur. Bir genç, binlerce gencin örneği ve bir ölüm binlerin dirilişine vesîle olur.
Mus’ab bin Umeyr, Mekkeli bir genç. O’nun gibi güzel giyinen kimse yok. Sokakta yürüyünce bütün kızların arkasından baktığı bir genç. Hz Muhammed (S.A.V.)'in daveti başlayınca Müslüman olur ve ailesinin karşı çıkmasına ve baskılarına karşılık dininden vazgeçmez.
Medineli Müslümanlar Peygamberimizden dini anlatacak bir öğretmen isteyince öğretmen olarak Medine'ye gönderilir. Medine'nin Hz. Peygambere kucak açacak yurt olmasını sağlar.
Ve Mus’ab; o yakışıklı genç Uhud'ta şehit olur. Şehit olduğunda kefeni olacak bir elbisesi dahi yoktur; çünkü her şeyini Rabbi uğrunda feda etmişti. Bir zamanların en yakışıklı ve en güzel giyinen genci, bedeninin bir kısmı otlarla örtülerek defnedilir.
Tarih, öncülüğü ile örnek olan gençlerin hayatına şahittir. İşte o örneklerden birisi de; Allah'ın ve Rasulü'nün övgüsüne mazhar olan Hz.Ali… Hz. Peygamber hicret edeceği zaman, birisinin müşrikleri oyalamak için onun yatağında uyuyor izlenimini vermesi gerekiyordu. Bunu yapacak olan da 20'li yaşlarda olan Hz. Ali'dir. Hz. Ali, Peygamberimizin elbisesini giyerek yatağına yatar. Bu yatış sadece bir uykuya dalma değil, kendini feda edercesine ölüme yatıştı. Çünkü onun yerine öldürülmesi veya yatağa bakıldığında yatanın Hz. Muhammed değil de Hz. Ali olduğu görülünce o hışımla kendilerini aldatan kişinin linç edilmesi ihtimali vardır. Burada Hz. Ali'nin amacı Peygamberimizin sağ salim olarak hicret etmesini sağlamaktı, kendisinin hayatta kalıp kalmamasının bir önemi yoktu çünkü.
Görüldüğü gibi bu gençler zindanı, mağarayı sıcak yataklarına tercih ederek ve hayatlarını Rablerine feda ederek imtihanı kazandılar. Allah için canlarından, mallarından, ailelerinden, makamlarından ve mevkîlerinden vazgeçtiler. Ve böylece kendi toplumlarının öncüleri, bizlerin de örneği oldular.
Allah'a adanmayan ömür farklı amaçların kurbanı olur. Mutluluğu aradığı her yol çıkmaz sokaktır aslında. Her tutunduğu dal elinde kalır, kalpteki boşluk sunî sevgilerle doldurulmak istenirken her sevgi firâkın habercisi olur. Ve şerefli yaratılan insan zelil olur.
Muhabbetin en büyük alametlerinden birisi de, Yüce Sevgiliye kavuşma arzusudur. Bu da selam yurdu olan ahirette Allah Teâlâ'yı bizzat görmek ve müşahede etmekle gerçekleşecek bir şeydir. Bu ise ölüme iştiyak duymaktır. Çünkü ölüm, kavuşmanın anahtarı ve Cenab-ı Hak ile görüşmeye girilecek bir kapıdır. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kim Allah'a kavuşmak isterse, Allah da ona kavuşmak ister."
Selef-i Sâlihînden bir zat şöyle demiştir: "Allah Teâlâ için, kulunda O'na kavuşma isteğinden sonra, çok secde etmek kadar sevimli bir haslet yoktur."
Süfyan es-Sevri ve Bişr b. el-Haris şöyle derlerdi: "Şüphe içinde olan kimseden başkası ölümü kötü görmez."
Gerçek de onların dediği gibidir. Çünkü seven kimse, hiçbir halde sevdiğine kavuşmayı kötü görmez. Böyle bir sevgiyi ise ancak Allah Teâlâ'yı bütün kalbiyle seven kimse bulabilir. Kul bu derece bir sevgiyi elde edince, Yüce Mevla da ona kavuşmayı arzular. Kalp, görünmeyen sevgilinin özlemiyle ızdırap çeker ve bir an önce sevdiğine kavuşmak ister.
Rivayet edilir ki, Ebu Huzeyfe b. Utbe b. Zam'a, kız kardeşi Fatma'yı azat ettiği kölesi Salim ile evlendirdiği zaman bütün Kureyş onu kınadı ve: 'Kureyş'in iffetli hanımlarından birini, bir köleyle mi evlendiriyorsun?' diye rahatsızlıklarını dile getirdiler. Ebu Huzeyfe onlara şunları söyledi: "Vallahi, onu onunla nikahladım. Ben kesin olarak şunu biliyorum ki bu köle, o kadından daha hayırlıdır." Bu söz, Kureyş'lilerin çok ağrına gitti ve ona: "Bunu nasıl söylersin; biri kölen, biri kız kardeşin!" dediler. O da şu karşılığı verdi: "Ben, Allah Resûlünün (S.A.V.) şöyle buyurduğunu işittim: "Kim Allah Teâlâ'yı bütün kalbiyle seven bir adama bakmak isterse Salim'e baksın."
Bu hadis şunu göstermektedir: Bazı müminler, Allah Teâlâ'yı kalplerinin bir kısmıyla sever, kalplerinin yalnız bir kısmını O'na tahsis ederler; onların kalplerinde başkalarının sevgisi de vardır.
Bazı müminler Allah Teâlâ'yı bütün kalpleriyle sever ve Onu diğer her şeye tercih ederler. İşte bunlar, Allah Teâlâ'nın saf ve halis kullarıdır. Bunlar için yakinen şu gerçek ortaya çıkar: Allah Teâlâ'dan başka ibadet edilecek bir varlık mevcut değildir; O'ndan başka hiçbir ilah yoktur.
Hadis ayrıca şunu da ortaya koymaktadır: Müminler, Allah sevgisinde değişik derece ve makamlarda bulunmaktadırlar. Bu da, herkesin ilahi sıfatları müşahedesinden ileri gelmektedir. Bazı kalpler, ilahi sıfatların tecellilerini bütünüyle müşahede ederken, bazıları onların bir kısmını müşahede etmektedir.
Sahabeden Nu'ayman açıktan cezayı gerektirecek bir günah işlediğinde Allah Resûlü'ne (S.A.V.) getirilirdi. Yine bir defasında suç işlediği için getirilmiş, Allah Resûlü (S.A.V) de ona had cezası uygulamıştı. Bunun üzerine, orada bulunan birisi: "Lanet olsun ona, ne kadar da çok suç işleyip Allah Rasûlüne (S.A.V.) getiriliyor!" dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü (S.A.V.): "Böyle deme/ona lanet okuma, muhakkak ki o, Allah'ı ve Resûlünü seviyor." buyurdu. Görüldüğü gibi Allah Resûlü (S.A.V.) onu, ilahî emirlere ters hareket etmesine rağmen muhabbet dairesinden çıkartmamıştır.
Ariflerden bir zat şöyle demiştir: "İman kalbin dışında, yani kalbin üzerinde olduğu zaman mümin Allah Teâlâ'yı orta derecede sever. İman kalbin içine girip iç kısmına yerleştiği zaman kul Allah Teâlâ'yı en yüksek derecede sever."
Kulun muhabbet derecesini anlamak için bakılır; eğer kul, Allah Teâlâ'yı bütün heva ve arzularına tercih ediyorsa, Allah sevgisi kulun hevasına galip gelip kul her şeyde ilahi muhabbete göre hareket ediyorsa o, Allah Teâlâ'yı gerçek manada seviyor demektir. O aynı zamanda Allah'a gerçek olarak inanan birisidir. Allah’a inananlar O’na bütün benliğiyle teslim olurlar.
Maruz kaldığı musibetlerden dolayı aşırı üzülen adam, bir maneviyat büyüğüne müracaatla der ki:
- Ben uğradığım zorluk ve sıkıntılardan çok üzülüyorum. Bana bir yol gösterebilir misin? Maneviyat büyüğü, önce seni tanıyalım, sonra düşüncelerimizi dile getirelim, sen kimsin der?
- Ben Müslümanlardan bir Müslüman'ım, deyince maneviyat büyüğü:
- Öyle ise der, sen Müslüman kelimesinin ne manaya geldiğini bilmiyorsun. Müslüman, teslim olan demektir. Allah'ın kendisi hakkında takdir buyurduğu varlık ve darlığa, iyilik ve kötülüğe, sıhhat ve hastalıklara sabırla, rıza ile teslim olan!.. Adam:
- Ben de teslim oluyorum işte, der.
- Hayır der, sen teslim olmuyorsun, teslim olsan beğenmediğin olaylardan aşırı derecede rahatsızlık duymaz, arkasında kim bilir ne hikmetler var diyerek teslim olursun Allah'ın sana takdir ettiği imtihanlara, sıkıntı ve zorluklara razı olursun.
Maneviyat büyüğü, teslim olan Hz. Geylani'nin hizmetçisi gibi teslim olur diyerek Geylani'yi ağlatan hizmetçinin teslimiyetini anlatır soru sahibine. Der ki:
Geylani Hazretleri misafirhanesinde hizmet etmek üzere bir hizmetçi tutar. Hizmet yerlerini gezdirip her tarafı gösterdikten sonra sorar:
- Hizmet edeceğin yeri gezdin, imkânlarımızı da görüp bilgi sahibi oldun. Şimdi söyle bakalım hizmet sırasında nerede kalmak istersin? Cevaba bakın.
- Nerede kalmamı istersen orada! Peki, ne yemek istersin? Neyi verirsen onu! Ne giymek istersin? Neyi giydirmek istersen onu!.
Hizmetçinin bu teslimiyeti karşısında Hz. Geylani başlar ağlamaya. Şaşıran hizmetçi üzülerek sorar.
- Yanlış bir şey mi söyledim yoksa, niçin ağlıyorsunuz efendim? Cevap verir:
- Niçin olacak oğlum, senin şu teslimiyetin için ağlıyorum, der. Keşke ömrümde bir defa olsun senin bana teslim olduğun gibi ben de Rabb'ime teslim olsaydım da, 'Sen neyi münasip görüyorsan ona razıyım Ya Rab!' başka hiçbir şey istemiyorum diyebilseydim. Böyle bir teslimiyet ancak kâmil insanlarda olur. Sen kâmil Müslüman teslimiyeti gösterdin bana! Demek ki tam teslimiyet böyle olur?
Bir büyük teslimiyet örneği de şöyle verilmektedir:
Hz. Musa aleyhisselam Tur'a duaya giderken dağda bir adam çıkar önüne.
- Ben der, gece gündüz bu mağarada ibadetle meşgulüm. Rabb'ime sor ki, benim yaptığım ibadetimi kabul ediyor mu?
Musa aleyhisselam duadan sonra adamın sorusunu sorar, dönüşünde ise acı haberi şöyle verir:
- Rabb'imin sana selamı var. Ben o kulumun ibadetlerini kabul etmiyorum, buyurdu, der. Adam düşünmeye başlar. Sonra kendini toparlayarak kalkar mağaraya yönelir. Musa Aleyhisselam 'Nereye?' diye sorar. Mağaraya, der. Vakit çok kıymetli boşa geçirmeyeyim, hemen Rabb'ime ibadete başlayayım!
- İbadetlerini Rabb'im kabul etmeyeceğini bildirdi ya! Şöyle cevap verir:
- Ben O'nun işine karışmam. Bana 'ibadet et' emri vermiş, ben O'nun emrini yerine getirmeye çalışırım, bilirim ki O aslâ yanlış yapmaz. Ben O'na teslim olmuşum bir defa. Teslim olan pazarlık yapmaz, O'ndan ne gelirse hikmeti var deyip teslim olur, kabul eder!..
İşte o anda Cebrail Aleyhisselam gelerek der ki:
- Yâ Musa! O kula söyle şu andan itibaren geçmiş ve gelecek bütün ibadetleri kabul edilmiştir. Allah kendisine böyle teslim olanı aslâ mahrum bırakmaz. Bu teslimiyeti ona imtihanı kazandırmıştır!.
Kendini Allah’a adayıp O’na teslim olan hakiki müslümanlardan olmamız ve teslimiyet tacını giyip huzur-u Hakta hüsnü kabul görmemiz temennisiyle sözlerimi noktalarken yüce Rabbimizden bizleri bir kere daha idrak etme bahtiyarlığına erdiğimiz üç aylarda yağdırılan bağış, bereket, rahmet ve mağfiret sağanağından yararlandırıp rahmetine daldırdığı, cennetine aldırdığı kullarından kılmasını niyaz ediyor, bu mübarek mevsimin feyiz ve faziletinden fazlasıyla faydalanma cihetine giden bilinçli ve basîretli insanlardan olmamızı diliyorum.