RAMAZAN KAPIMIZDA
İslâm âlemi Ramazan’a hazırlanıyor. Receb ile vedalaşıp Şaban’ın sonuna yaklaşan müslümanlar, Ramazan’ın hazırlığına başladılar. On bir ayın sultanını şanına ve şerefine yakışır bir şekilde karşılamanın gayretiyle seferber oldular. Camiler ve evler dip köşe temizlendi. Yeni halılar serildi, minareler arasına mahyalar gerildi. İftar programları yapıldı, yardım paketlerinin siparişi verildi. Yapılacak hayır ve hasenatla verilecek zekât ve sadakaların tür ve miktarları belirlendi. Gözetilecek güçsüzlerle yardım eli uzatılacak dar gelirliler tespit edildi. Çarşı-pazar hareketlendi, marketler bereketlendi. İftarlık ve sahurluk gıda maddeleri kilerlere yerleştirildi. Mukabele ve sohbet saatleri belirlendi. Herkes kılacağı ilk teravih, kalkacağı ilk sahur ve yapacağı ilk iftarın heyecanı içinde gecesini kıyam (teravih), gündüzünü sıyam (oruç) ile değerlendireceği Ramazan’a kavuşmak için saatleri sayarcasına sabırsızlanmaya başladı. Bitmeyen telaş ile yaşanan heyecan yüzlere yansır oldu.
Öteyandan ülke genelinde yayın yapan radyo ve televizyonlarla gazeteler yapacakları iftar programları ile diğer dini yayınların şekil, süre ve içeriklerini gözden geçirdiler.
Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığı, Belediyeler, vakıflar ve derneklerle halka hizmeti hedefleyen kurum ve kuruluşlar da bu mübarek ay dolayısıyla çaba ve çalışmalarını yoğunlaştırdılar. Bu cümleden olarak yıl içinde hayrî, sosyal ve kültürel etkinliklerini arttırarak sürdüren YOYAV da Ramazan dolayısıyla gerçekleştirmeyi kararlaştırdığı dört konferansın gün ve konularını belirleyerek hizmetlerine ilgi duyan dostlarına duyurdu. Ramazan’ın içerik ve yüceliğini yansıtmaya yönelik olan bu kültürel çalışmaların tarih ve konuları sırasıyla şöyle:
1- 9 Ağustos 2010 Pazartesi günü “Ramazan Kapımızda”,
2-14 Ağustos 2010 Cumartesi günü “Ramazan’da Kur’an ve Mukabele”,
3- 28 Ağustos 2010 Cumartesi günü “Ramazan Yoksulların Yüzünü Güldüren Zaman”,
4- 5 Eylül 2010 Pazar günü “Hangi Güne Ne Kadar Önem Vereceğiz?”
YOYAV Kültür Merkezi’nde Genel Başkan Dr. İbrahim Ateş tarafından verilmesi planlanan bu konferansların ilki Ramazan’a iki gün kala 9 Ağustos 2010 Pazartesi günü gerçekleştirildi. Saat 13.30’da başlayan bu konferansa katılmak için öğle namazının akabinde salonu dolduran davetlilere, Ramazan’a yaklaşmanın ve içeriği ile kucaklaşmanın önemini anlatan Dr. Ateş, yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Gelişi gözlenen ve havası özlenen bağış, bereket, rahmet ve mağfiret ayı olan mübarek Ramazan’ın eşiğine gelmenin bahtiyarlığına eren kıymetli kardeşlerim, muhterem misafirlerimiz, basınımızın değerli temsilcileri!
Dinî duyguların doruk noktaya erdiği, ilahî rahmet ve mağfiretin dalga dalga yeryüzüne yayıldığı, sevgi, saygı, kardeşlik ve dayanışma duygularının gönüllerden davranışlara yansıdığı özel ve güzel bir zaman dilimi olan mübarek Ramazan ayına yaklaşmanın haz ve huzuru içinde düzenlediğimiz “Ramazan Kapımızda” konulu konferansımıza katılarak sevinç ve saadetimizi paylaşan güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, O’nun kıymetini bilerek, dünya ve ahiret saadetine vesîle olacak davranışlarla değerlendirmemizi diliyorum.
Vicdanlarımızın uyanması ve maneviyatımızın coşması için ilahî lûtuf ve nimetlerin sağanak sağanak yağdığı zamanın en kıymetli dilimi olan mübarek Ramazan ayını önemli bir fırsat olarak önümüze çıkaran yüce Rabbimize sonsuz hamd-ü senâlar ediyor, gecesini kıyam (teravih), gündüzünü sıyam (oruç) ile geçirerek mağfiret-i Mennan’a mazhar olmamızı niyaz ediyorum. Ramazan öncesi ashabına yaptığı konuşmalarda bu mübarek ayın fazilet ve meziyetlerini beyan buyurarak daha duyarlı davranmaları hususunda önemli uyarılarda bulunan sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’e sayısız salât ve selâmlarımızı arzederek, çağrısını duyan ve uyarılarına uyan bilinçli ve basîretli müslümanlardan olmamızı diliyorum.
Kıymetli kardeşlerim!
Hatırlayacağınız üzere, Resûlullah (S.A.V.)’in yolunda giderek üç aylara girerken yaptığı duayı biz de yapmış ve: “Allah’ım! Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a kavuştur” niyazında bulunmuştuk. Mevlaya şükürler olsun, Ramazan’a kavuşmak üzereyiz. Tabii Ramazan’a kavuşmak bir nimet, kadrini bilmek başka bir nimet. O’nun feyiz ve faziletinden faydalanmak ise daha büyük bir nimettir. Hamdolsun hepimiz bu nimetin bilincindeyiz. Ramazan’ın eşiğine geldiğimiz bu günlerde fert ve toplum olarak davranışlarımızı denetlemeli ve durumlarımızı değerlendirmeliyiz. Neredeyiz? Nerede olmalıyız? Ne durumdayız? Ne durumda olmalıyız? Kapımıza gelen Ramazan’ın içerik, incelik ve yüceliğinin farkında mıyız? O’nu Resûlullah ve ashabının karşıladığı gibi karşılamak için ne yapmalıyız? Kendimizi ve aile bireylerimizi O’na hazırlamak için ne yapmalıyız? gibi soruları kendi kendimize sorarak doğru cevaplar bulmaya ve gereğini yapmaya çalışmalıyız. Her hususta olduğu gibi bu hususta da sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’i örnek almalıyız.
Ramazan ayının rahmet, mağfiret ve bereket ayı olduğunu belirten sevgili Peygamberimiz (S.A.V.), ashabına yaptığı hitabesinde bu ayın özelliklerini veciz olarak şöyle ifade etmiştir:
Sahabeden Selman el-Fârisî (ra) anlatıyor: Allah'ın elçisi Şaban ayının son günü bize bir konuşma yaptı ve şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Bereketli ve büyük bir ayın gölgesi üzerinize düşmüştür. Bu öyle bir ay ki, onda bin aydan daha hayırlı olan bir gece vardır.
O öyle bir ay ki, Allah o ayda oruç tutmayı farz kılmış, gecelerini nafile ibadetle (teravih namazı) geçirmeyi teşvik etmiştir. Kim Ramazan ayında hayır işlerse, Ramazan ayı dışında farz bir ibadeti yapan kimse gibi sevap kazanır. Kim Ramazan ayında bir farzı eda ederse, Ramazan ayı dışında yetmiş farzı eda eden kimse gibi sevap kazanır.
Ramazan ayı sabır ayıdır. Sabrın sevabı ise cennettir. Ramazan, yardım etme ve ihsanda bulunma ayıdır.
Bu ayda müminin rızkı artar. Kim bu ayda oruç tutan bir mümini iftar ettirirse bu, günahlarının bağışlanmasına ve cehennem ateşinden azad olmasına vesîle olur, iftar verdiği kimsenin oruç ile kazandığı kadar sevap kazanır, oruç tutanın sevabında da eksilme olmaz."
Sahabiler: 'Ey Allah'ın elçisi! Hepimiz iftar verecek güce sahip değiliz ki' dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Allah, bu sevabı bir tek hurma veya bir bardak su veya bir içimlik süt ikramı ile de verir" buyurdu. (Konuşmasına şöyle devam etti): "Ramazan, evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem ateşinden kurtulma ayıdır. Kim bu ayda işçisinin / hizmetçisinin işini hafifletirse, Allah onu bağışlar ve cehennem ateşinden azad eder.
(Ey insanlar!) Ramazan ayında dört şeyi çok yapın. Bunlardan ikisi ile Rabbinizi razı edersiniz. Diğer ikisine ise sizin ihtiyacınız var. Rabbinizi razı edeceğiniz şeyler; kelime-i şahadet ve tevbe-i istiğfardır. Sizin muhtaç olduğunuz iki şey ise, Allah'tan cenneti ister, cehennemden O'na sığınırsınız.
Kim oruç tutan bir mümine su ikram ederse, Allah da onu benim (Kevser) havuzumdan içirir. Bu havuzdan içen cennete girinceye kadar bir daha susamaz."
Recep, Şaban derken aylardır yolunu beklediğimiz aziz misafirimiz Ramazan ayı evlerimize gelmek üzere. Nasip olursa inşaallah iki gün sonra bir kere daha bu mübarek ayı idrak etme bahtiyarlığına ereceğiz. 10 Ağustos 2010 Salı gününü 11 Ağustos 2010 Çarşamba gününe bağlayan gece sahura kalkacağız. Rabbimize şükürler olsun bu yıl da Ramazan’a kavuşmanın sevinç ve heyecanını yaşıyoruz. Bilindiği gibi bir ibadet mevsimi olan Ramazan, orucu, mukabelesi, iftarı, teravihi, sahuru, zekâtı, sadakası ve fitresiyle bizi yüce Rabbimize yaklaştıran huzur ve bereket ayıdır. Günümüz yazarlarından Ahmet Kurucan’ın vukufiyetle vurguladığı üzere bir önceki Ramazan başlangıcı ile bu seneki Ramazan başlangıcı arasında kamerî takvime göre tam 354 gün var. Bir başka anlatımla geçen seneki Ramazan Bayramı ile bu seneki başlangıç arasında ise tam 324 gün.
Bunun manası, aradan Ramazan'sız 324 gün geçmiş. Dile kolay, tamı tamına 324 gün. 324 tane 24 saat. Farkında mıyız geçen bu zamanın? Belki evet, belki hayır. Herkes kendine, nefsine, aklına, kalbine, vicdanına sorsun bu soruyu. Sanırım inancı, yaşayışı, muhakemesi ve duyarlılığı ölçüsünde her birinden ayrı ayrı cevaplar alacaktır. Demek ki "Farkında mıyız?" sorusunun cevabı, sübjektif. Aynı sorunun objektif bir başka cevabı var yalnız; farkında olsak da olmasak da, koskoca 324 gün geçmiş, gitmiş, bitmiş, mazi olmuş, tarih olmuş vesselam.
Şimdi Ramazan'ı bir kez daha idrak edeceğiz. Biriydi, onuydu, Kadir Gecesi'ydi, iftardı, sahurdu, davetti, bayram alış-verişiydi derken bayramla buluşacağız yeniden. İşin özü, eğer Allah ömür verdiyse bir şekilde bu sayılı Ramazan günleri geçecek. Burada mühim olan bu günlerin geçmesi değil; bizim onları nasıl geçirecek olmamız. Bir başka tabirle nasıl değerlendireceğimiz!
Ramazan'ın değerlendirilmesi insanın kalbinde, gönlünde, zihninde, vicdanında Ramazan'a vermiş olduğu değerle ilgilidir. Ayet ve hadislerde Ramazan'ın, orucun, teravihin fazileti ve bu ayda yapılan ibadet ve sair amellerin ahiretteki karşılığı ile alakalı anlatılan hakikatler insanın inanç dünyasında ne kadar yer ediyor; bu inanç insanı hangi ölçüde amele sürüklüyor; ölçü bu ve bunun gibi şeyler. Ramazan haddi zâtında değerlidir zaten. Bunu kabulde problemimiz yok. Bu değeri ona zamanı yaratan Allah vermiştir. Amennâ. Fakat teker teker her bir insanın Ramazan'dan istifadesi ona verdiği değerle doğru orantılıdır. Değer vermezse ne olur? Kaybeden kendisi olur; Ramazan değil.
O halde 'Nedir Ramazan?' sorusunun cevabını arayalım. Ramazan hem zarftır hem de mazruf. 29 veya 30 sayılı günü barındıran, Kadir Gecesi'ne dayelik yapan, Kur'an'ın nazil olmaya başladığı zamanı bünyesinde tutan, içinde yapılan amellere bire bin sevabın verildiği, Allah'ın beyanıyla bin aydan daha hayırlı olan, insanların en cömerdi Nebiler Serveri'nin (S.A.V.) esen yelden daha cömert olduğu, şeytanların zincire bağlandığı, oruçların, teravihlerin, nafile ibadetlerin, zekat ve sadakaların, fakir-fukaraya verilen iftar yemeklerinin, Kur'an tilavetlerinin, gönül sohbetlerinin yer aldığı vs. Hangisi zarf, hangisi mazruf? Ayırmak çok zor. Sözünü ettiğimiz özellikler ve ameller zarf ise Ramazan mazruf veya tersi.
Bize bakan vechesiyle zarfı daha değerli ve kıymetli kılacak olan mazrufudur. Öyleyse Ramazan zarfının içine ne koyacağımıza karar verme zamanıdır? Namaz, oruç, zekat, sadaka yani itaat mı; yoksa gıybet, içki, kumar, yalan, rüşvet yani isyan mı? Unutmamak lazım, bu zarf her hâlükârda insanla birlikte ahirete gidecek; gidecek ve Rabb'in huzurunda okunmak üzere açılacak. Öyleyse aman ha dikkat!
Ramazan'ı bekleyen insan olmak ne güzel. Onu kapıda karşılamak için sabırsızlanmak, maddî-manevî hazırlıklar yapmak, Kur'an tilavetinden misafir davetlerine kadar aylık programını Ramazan takvimine göre, iftara, sahura, teravihe göre ayarlamak; tek kelime ile takdire şâyân. Ama bundan daha güzeli, daha iyisi, daha takdire şâyân olanı Ramazan'ın beklediği, kavuşmak için sabırsızlandığı insanlardan olmak. Yanlış duymadınız; Ramazan daha önceki Ramazan'larda kendisi ile bütünleşen, buzun su kabında eridiği gibi eriyen insanlarla hasret gidermek için sabırsızlanır. 324 günü iple çeker. "Ramazanlaşan insanlar" denir böylelerine. Ben, biz, sen, siz onlardan mıyız? Bu sorunun cevabı herkesin kendinde. Eğer öğle değilsek, gama, tasaya, kedere gerek yok. Çünkü vakit geçmiş değil. Bu seneki Ramazan'da Ramazanlaşarak gelecek sene Ramazan'ı bekleyen değil, Ramazan'ın beklediği insanlar safında yerimizi alabiliriz.
Ne güzel demişler; "Hayat kemâle bir seferden ibarettir." Kemâle ermek için işte önümüzde altın gibi bir fırsat; Ramazan.
Ramazan, Allah'ın belirlediği gündemdir. Müminlerden bir ay boyunca tâli ve günübirlik gündemlerle meşgul olmayıp, Allah'ın belirlediği gündemi yaşamaları istenir.
Ramazan, bir iç imar seferberliğidir.
Ramazan, insanın hep ihmal ettiği iç dünyasına yapması gereken seferin ideal zamanıdır.
Ramazan, nefsi terbiye, ruhu tezkiye ve şeytanı tasfiye etme dönemidir.
Ramazan, dört boyutlu maddeye beşinci bir boyut eklemek için insana verilen İlahi bir fırsattır.
Herkesin herkesle meşgul oluyor göründüğü dünyada, insanın en az ilgilendiği kendisidir. Herkesin hep birilerini kurtarmak için koşturduğu bir ortamda, insanın en çok ihmal ettiği yine kendisidir.
Ramazan, bir yıl boyunca yangın kovalayan, hatta yoksa önce yangın çıkarıp arkasından söndürmek için seğirten eteği tutuşmuş itfaiyecilerin kendi eteklerindeki yangını söndürme vaktidir.
Ramazan, hayatın yoğun ve karmaşık trafiğinde bir yıl boyunca seyreden insanın bakım ve onarıma, rektefiye ve revizyona alınmasıdır.
Tahrip edemediği değerleri tahrif eden mantığın şifa bulmaz tezgahtarları Ramazan'ı "geleneksel bir şenlik", Ramazan Bayramı'nı "şeker bayramı", Kurban Bayramı'nı da "et bayramı" olarak lanse ediyorlar.
Gündemine alanlar için bir rahmet ve mağfiret sağanağı olan Ramazan'ı "iftar pidesi" ve "sahur davulu" edebiyatına kurban etmek olayı sulandırmaktır. Oysa ki Ramazan çok fazla dünyevileşen hayatımızın yeniden dinileştirilmesi ve ona aşkın bir boyut eklenmesinde bulunmaz bir fırsat olarak değerlendirilebilir.
Bu mübarek ay, Rabbimize yakınlaşma adına kendine sığınacak olanları bir anne şefkatiyle semâvî kollarıyla sımsıkı sarıyor. Evlerdeki tatlı telaşe ilk orucun sükunetiyle yavaşlamış olacak. Annelerimiz, ablalarımız, yengelerimiz Ramazan’ın maddî ve manevî atmosferine girmiş durumdadırlar.
Onlar bereketli iftar sofraları için yufkalar açıp, baklavalar hazırlayıp, reçeller yaptılar. Evlerin her köşesi silinip temizlendi. Onlar hazır, acaba bizler manevî dünyamızı Ramazan’a yeterince hazırlayabildik mi?
Bütün benliğimizle bu ufku yakalama ve ruh dünyamızı Ramazan’a hazırlama adına yapmamız gerekenler neler?
Bu ayı fırsat bilip günahlarla kirlenmiş ruhumuzu temizleyip özümüze dönmeliyiz. Bunun yolu da günahlarımızın affı adına tövbeleri kabul eden, rahmeti sonsuz Rabbimize yana yakıla tövbe etmekten geçer.
Rahat bir şekilde okuyabilmemiz için büyük boy bir Kur’an alarak, Ramazan’daki mukabelelere devam etmeliyiz. Mukabelelere devam edemiyorsak, kendimiz Kur’an okumayı günde bir sayfa bile olsa alışkanlık hâline getirebiliriz.
Gönül dünyamızı Ramazan’ın eşsiz manevî atmosferine açarak başta Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîfler olmaz üzere dinî, ahlakî ve tasavvufî eserleri okuyarak ruhen huzura erme ve ma’nen motive olma cihetine gitmeliyiz. Günün belirli bir saatinde ailemizi de yanımıza alarak hem onlara hem de kendimize bu eserlerden pasajlar okuyarak dinî duygularla donanmaya çalışmalıyız.
Namazlardan sonra yaptığımız tesbihatı sesli olarak okuyabiliriz. Bu şekilde bir okuma, maneviyat dünyamızda kıvılcımlar oluşturacak ve bizi coşturacaktır.
Sahur için kalktığımız gecelerde saati yarım saat daha önceye kurarak gecemizi nurlandırma adına teheccüd namazı kılabiliriz. Gecenin zifiri karanlığı içinde yapılan secdeler ve bu secdeleri süsleyen iki damla gözyaşı Rabbimize yakınlaşma adına bize ayrı bir buud kazandıracaktır. Bu şekildeki bir uygulamayı Ramazan’dan sonra da devam ettirebiliriz. Dua bizim en önemli sığınağımızdır. Rabbimiz Mü’min Suresi 60. ayetinde: “Dua edin kabul edeyim” buyurarak bizleri duaya teşvik ederken, Furkan Suresi’nin 77. ayetinde: “Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var.” buyurarak, duanın bizim için ne kadar önemli olduğunu bildiriyor.
Ramazan ayı hayatın en kazançlı ayıdır. Senede bir defa gelir. Kaç sene yaşanıldıysa o kadar kazanma fırsatı yakalanmış olunur. Karşılığı cennet olan böylesi bir fırsatı kaçıranların ahirette dizlerini dövmekten öte ellerinden bir şey gelmeyecektir. Böyle olmaktan ve böyle kalmaktan Rabbımız hepimizi korusun ve kurtarsın... Ramazan ayında ailece nasıl bir atmosfer oluşturmamız gerekir? sorusunu cevaplandırmamız için öncelikle şu soruların cevabını bulmamızda zaruret vardır:
Din, ibadet ve inancı hayata dönük yaşama konusunda duyarlılığımız ne kadar? İzlediğimiz ve bir türlü takip etmekten vazgeçemediğimiz magazin haberleri ve dizilerden şaşkına dönen zihniniz, günün ne kadarında bize Allah Teâlâ’yı hatırlatıyor? Bunca hengamede, kimin eli kimin cebinde olduğu belli olmayan bir karmaşa içinde, Allah'ın bizi gördüğü gerçeğini idrak edebildiğimiz an oluyor mu?
Hiç olmazsa "bu yılki Ramazan ayında ve sonrasında İslâmî bir atmosferde yaşayalım" deme vaktinin ve fırsatının kaçırılmak üzere olduğunun farkında mıyız?
Ailece dinî duyarlılığa sahip miyiz?
Yetişen çocuklarımıza hayırlı önder, güzel örnek olabiliyor muyuz?
Çocuklarımız bizi örnek alıyor mu? Yoksa aldıkları başka örnekler mi var önlerinde?
Soruları daha da artırabiliriz. Ancak burada soracaklarımızı kesiyor Ramazan ayında ve sonrasında makbul kul olabilmenin yollarını istifadenize sunuyoruz:
Ramazan ayını aile ortamımız açısından daha çok istifade edebilir kılabilmemiz için:
1- Ramazan ayı ile ilgili teknik bilgiler edinmeliyiz.
2- İnsanoğlunun zihni, nedenini bilmediği şeyi uygulamamak için tembellik yapar. Bundan dolayı ibadetleri niçin yaptığımızı ve Allah Teâlâ’ya bütün benliğimizle teslim olmaya olan ihtiyacımızı tespit etmeliyiz.
3- Çocuklarımızın gözünde kendi imajımızı doğru ve güçlü oluşturmalıyız.
4- Daima sempatik ve sevecen olmalıyız. Böyle olmayı becerebilirsek, telkin ve temsil ettiğimiz inancımıza ve onu yaşamaya insanları daha seri inandırmış oluruz.
5- İnancımızı yaşarsak etrafa güven veririz.
6- Eşimizle uyumlu olabilirsek ailece uyumlu bir ortam sağlayabiliriz... Eşiyle uyumlu olmayanlar, sıkıntılardan kurtulamazlar. Peygamberimiz (S.A.V.) gibi olmaya gayret edenler sıkıntıları aşabilirler.
7- Anne-baba davranışı çocukları şekillendirir. Davranışlarımız sağlıklı olmalıdır.
8- Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimizi iyi tanımamız lazımdır.
9- Aile eğitimi evde başlar.
10- Çocukların dinî motiflerle ve güzel sembollerle zihni ve gönlü donatılmalıdır.
11- Ömür boyu talep edip talebe olabilirsek, bu tavrımız çocuklarımıza da yansır. Böylece öğrenmek odaklı bir yaşam ile aile efradımızı kaliteli Müslüman kılabiliriz.