Ramazan Kapımızda
Üç ayların yaklaştığı günlerde Hz. Peygamber (S.A.V.)’in yaptığı yakarışı duymayan Müslüman yoktur. Yaradan’a yaklaştırıcı yakarışların yoğunlaştığı bu mübarek aylarda eller, diller ve gönüller Allah’a açılmakta ve dilekler Mevlâ-i Müte’âl Hazretlerinin dergâh-ı izzetine arz edilmektedir.
İlki Allah’ın, ikincisi Resûlullah’ın, üçüncüsü de ümmet-i Muhammedin ayı olduğu bildirilen bu aylarda yapılan duaların makbul olacağına inanan Müslümanlar, cennet-i a’lâ’ya dâhil, rızâ-ı Rahmân’a nâil ve hayırlı muratlarının hâsıl olması için daha çok dua ederler. Bu cümleden olarak Hz. Peygamber (S.A.V.)’in üç aylar öncesi yaptığı: “Allah’ım! Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a kavuştur.” mealindeki duayı teberrüken tekrar ederek bir sünneti yerine getirmenin yanında, Recep ve Şaban’ın bereketine mazhar olma ve Ramazân-ı şerîfe erme niyazında bulunurlar.
Böylece ayların en hayırlısı ve en değerlisi olan Ramazan ayına ermenin beklentisi içinde olup, O’nu karşılamaya özen gösterirler. Gelmeden günler önce hazırlıklarını yapar, davranışlarına çeki-düzen verir, cami ve mescidlerle evlerinin temizliklerini tamamlar, sahur ve iftarlarda ihtiyaç duyulan gıda maddelerini temin eder, yapacakları hayır ve hasenâtla verecekleri zekât ve sadakaları gözden geçirir, katılacakları toplantılarla, ikram edecekleri iftarları ve yapacakları ziyaretleri programlarına alırlar. Bunlar ve benzeri hazırlıkları yapmanın yanında diğer önlemleri de önceden alarak yılda bir defa ağırlamayı alışkanlık hâline getirdikleri Ramazân-ı şerîfi memnun etmenin gayreti içinde olurlar.
Yapılan bu hazırlıkları takdir ve tebrik eden YOYAV, Şaban ayının son gününde (Ramazan’a Bir Gün Kala) düzenlediği sohbet toplantılarında dile getirdiği doğru ve doyurucu bilgilerle davetlilerine aydınlatıcı açıklamalarda bulunmayı amaçlayan örnek programlardan birini daha gerçekleştirdi.
Önceki yıllarda Ramazan’a girerken düzenlediği toplantılarda önemli açıklamalarda bulunan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, bu yıl da Ramazan’a bir gün kala 17 Haziran 2015 Çarşamba günü tertiplenen toplantıda duyulması ve uyulması gereken uyarıları içeren konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“En hayırlı zaman olan Ramazan’ın eşiğine gelip, bu akşam ilk teravihi kılacak ve bu gece ilk sahura kalkacak olan kıymetli konuklar, bu yıl Müslümanların idrâk edecekleri 1435. Ramazanı karşılamakta olan değerli dostlar, Ramazan’a kıymet kazandıran hususiyeti öğrenip O’na sahip çıkmalarını ve sarılmalarını dilediğim sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
Sabırsızlıkla beklediğimiz Ramazan-ı şerife kavuşmamıza sayılı saatlerin kaldığı böylesine önemli ve anlamlı bir zaman diliminde sizlerle bir araya gelip, yapılması gereken hazırlıklar hakkında bazı düşüncelerimi siz kıymetli konuklarımızla paylaşmamıza vesîle olan seçkin heyetinizi sevgi ve saygı ile selamlıyor, Ramazan’da estirilen manevî havayı doyasıya teneffüs edip, içerdiği oksijeni alan ve getirdiği rahmet deryasına dalan duyarlı ve dirayetli Müslümanlardan olmamızı diliyorum.
Yüce Rabbimize şükürler olsun, bu yıl da Ramazân-ı şerîfe kavuşmak üzereyiz. Yarın itibarıyla gönül dünyamıza üç ayların üçüncüsü olan Ramazan ayını misafir edeceğiz. Ramazan ayının bütün gün ve geceleri feyiz, fazilet ve bereketlerle doludur. Üstelik bu ay içinde bulunan Kadir Gecesi, hiçbir maddî ve dünyevî ölçü ile değerlendirilemeyecek kadar ilahî ikramlarla donatılmıştır.
İnsan hayatı tekdüze değil, inişli çıkışlı. İnsanın kaderinde mutluluklar ile üzüntüler iç içe. Çoğu kez, mutlu olduğumuz kadar üzülür, üzüldüğümüz kadar da mutlu oluruz. Gün güne, ay aya, yıl yıla uymaz. İnsan, kendini mesut edecek güzel gelişmelere tanık olduğu gibi zaman zaman sarsıcı sıkıntılarla, streslerle ve iz bırakan acılarla karşılaşabilir.
Böyle durumlarda insana düşen nedir? İnsana düşen, mutlu olduğunda şükretmesini, sıkıntıya düştüğünde ise sabretmesini ve problemlerini soğukkanlı bir şekilde tedbirlerle, sistemli çalışmalarla çözmesini bilmektir. Yani şükür, sabır ve gayret.
Bu durumda mübarek gün ve geceleri; mutluluklarımız için şükrümüzü, sıkıntılarımız için de sabrımızı artırmak için karşımıza çıkan önemli bir fırsat olarak görmek mümkün. Düşününüz ki uzun bir yola çıktınız; hava sıcak, yoruldunuz, buram buram ter döküyorsunuz. Diliniz damağınız kurudu. Dizlerinizde derman kalmadı. "Bir bardak soğuk su, bir gölgelik yok mu" diye elinizle alnınızı gölgeleyip uzaklara bakıyorsunuz.
Derken, suların aktığı, kuşların öttüğü, serin gölgeliklerin bulunduğu güzel bir bahçe ile karşılaşıyorsunuz. Tabii ki orada serinlemek, dinlenmek istersiniz. İstirahat ettikten sonra gideceğiniz yere ulaşabilmek ümidiyle rahatça yol alırsınız. Evet, böyle yaparsınız değil mi?
İşte mübarek gün ve geceler, yorgunluk veren meşakkatli işlerimiz arasında dinlenmek, soluklanmak, yolun devamına hazırlanmak, hayatımızı gözden geçirmek ve nefis muhasebesi (yapıp ettiklerimizi gözden geçirmek) için bir durak, bir istasyon ve bir uğrak yeri gibi.
Hayatımızın hesabını yaparken, iyiliklerimizi, yararlı ve güzel davranışlarımızı nasıl artırırız? Hata ve noksanlarımızı nasıl giderebiliriz? Bu soruların doğru cevabını özümüzde bulmaya çalışırız.
Günahlarımıza tövbe ederiz. İbadetlerdeki noksanlarımızı bundan böyle gidermeye azmederiz. Kur'ân okur, dinî bilgilerimizdeki eksikliklerimizi giderebilmek, doğru bilgilerimizi de geliştirebilmek için bu alana ışık tutan kitap ve dergilere göz atar, konuyla ilgili mev’ize ve sohbetleri dinleyerek özellikle Kur'ân ve sünnetin anlam ve mesajı üzerinde düşünürüz, ibret ve ders alırız. Bütün bunlardan, gönlümüzü aydınlatacak ışıklı ilkeler edinerek, dinî hayatımızı yeniden değerlendirme çabası içinde oluruz.
Ramazan ayı iç dünya yolculuğuna çıkma ayı olmalıdır. Duygularımızı, hislerimizi, ruh dünyamızı keşfedebilmeli, yönetebilmeliyiz. Duygularımızı Müslüman edebilmeliyiz. Yüce Allah,“Ben, insanları ve cinleri sadece bana ibadet etsinler diye yarattım.”buyurur.
İnsan dünyada ebedî kalacak bir varlık değildir. Mal-mülk toplamaya, şan-şöhret kazanmaya, mevki ve makam peşinde koşmaya gelmemiştir. Yönü ve yolu ahirete doğrudur. Öyleysekalbimizin yönünü ahirete ve Allah rızasınaçevirebilmeliyiz. Düşüncelerimiz, hayallerimiz, niyetlerimiz Allah rızasını kazanmaya yönelik olmalıdır. Duygularımızı kontrol edebilmeliyiz. Düşünce ve hayallerimiz, hazlarımızı tatmin etmeye yönelik mi, ebedî saadeti kazanmaya mı çevrilmiş?
Dünyaya ait işler cam parçası hükmündedir. Ebedî saadeti kazanmaya yönelik ameller elmas değerindedir. Ömrümüzün sonunda elmasları mı, camları mı kazanmış olacağız? Cam-elmas muhasebesini içimizde daima diri tutabilmeliyiz. Yoksa, ayağımız kayar.
“Ameller, niyete göredir” buyurur sevgili Peygamberimiz (S.A.V.). Niyetlerimizi düzeltmeden, işlerimizi düzeltemeyiz. Niyetleri, duyguları, hisleri ve hayalleri kontrol edebilmek, manevî dünyamızı Allah rızasını kazanmak için dizaynedebilmek çok önemli. Bunun için sürekli içe doğru yolculuğa ihtiyacımız var. Bol bol Kur’ân okumaya, hadis okumaya, dini bilgiler edinmeye, sohbetlere katılmaya, zikretmeye ihtiyacımız var. Öğrendiklerimizi tefekkür edebilmek, iç dünyamızı tefekkürle derinleştirmek ve zenginleştirmek çok önemli.
“Bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlıdır” buyurur sevgili Peygamberimiz (S.A.V.).
Dünyayı bir pazar yerine benzetir, ünlü düşünür Epiktetos. İnsanların bir kısmı almaya, bir kısmı satmaya gelir. Bazı insanlar iyi şeyler yemek, iyi şeyler giyinmek, gezip tozmak isterler. Epiktetos’un böyle insanlarla ilgili hükmü çok net: “İneklerle domuzlar da konuşabilselerdi konuları yeme ve içme üzerine olurdu.”
İnsanı insan yapan, onu yükselten ve yücelten manasıdır.
Pir Sultan Abdal ne güzel ifade eder:
“Şu âdem dedikleri
El ayakla baş değil;
Âdem manaya derler
Suret ile kaş değil.”
Ramazan’da sadece ağzımıza ve midemize oruç tutturmakla yetinmemeliyiz. Düşüncelerimiz de oruç tutmalı. Bize sevap kazandıracak şeyler düşünmeliyiz. Bizi cennete götürecek ameller ve davranışlar yapmayı hayal etmeliyiz. Gözümüzle helâle bakmalı, onları haramlardan sakınmalıyız. Dinlediğimiz müzik bize Allah’ı ve ahreti hatırlatmalı, dünyaya yönelik hevâ ve heveslerimizi tahrik etmemeli. Elimiz helale uzanmalı, ayağımız helale doğru yürümeli. Yolumuz meyhaneye, kumarhaneye, kahvehaneye değil; camiye, iş yerine, kütüphaneye çıkmalı. Dilimizde dünyaya ait duygu, düşünce ve hayaller ifade eden şarkılar, türküler yerine; zikirler, dualar ve Kur’ân sûreleri olmalı.
Duygu, düşünce ve hayallerimizi Kur’ân okuyarak, dua ederek, tefekkür iklimine yolculuk yaparak iyiye, güzele, helale, ahirete yönlendirmeliyiz ki fânî dünyada cenneti kazanabilelim.
Bilindiği gibi üç ayların kendilerine mahsus bazı özellikleri vardır. Ancak Ramazan ayının özelliği diğer aylardan daha farklıdır.
On bir ayın sultanı olarak bilinen Ramazan ayı manevî olarak ruhlarımızın temizlendiği, ahlâken yüceldiğimiz bir rahmet, bereket ve bolluk deryasıdır. Ramazan ayı, ibadet ayıdır. Çünküİslamın beş temel şartından birisi olan oruç bu ayda tutulmakta, teravih namazları bu ayda kılınmaktadır. Toplu olarak mukabeleler bu ayda okunmakta ve Müslümanlar bu ayda Kur’ân-ı Kerîm’i defaatle hatmetmeye gayret göstermektedirler.
Hz. Peygamber (S.A.V.): “Her kim Ramazân-ı şerîfin gecelerinde ibadetin sevabına inanarak ve mükâfatını umarak Allah rızası için teravih namazını kılarsa geçmiş günahları bağışlanır.” buyurmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm, sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’e bu ayda indirilmeye başlanmıştır. Feyz ve bereketi saymakla bitmeyen bu mübarek ayı Müslümanlar gafletle geçirmemeli ve O’nun manevî nimetlerinden doya doya nasibini almaya çalışmalıdır.
Her müslümanın kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Bakara Suresi’nin mealleri aşağıda arz edilen 183-186. ayetlerini dikkatle okuyup oruç ibadeti ve Ramazan ayının fazileti ile Yaradan’a yakarışın O’na yaklaşmadaki yerini anlamanın gayreti içinde olmalıdır.
“Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki, korunursunuz.”
“Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa ‘tutamadığı günler kadar’ diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”
“Ramazan ayı insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’ân’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden Ramazan ayını idrâk edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah’ı tazim etmeniz ve şükretmeniz içindir.”
“Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O hâlde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki, doğru yolu bulalar.”
Ramazan ayı mağfiret, bereket, huzur ve feyiz ayıdır. Bu mübarek ayda tutulan oruçlarla, tilâvet edilen hatm-i şeriflerle, kılınan teravih namazlarıyla, yapılan çeşitli infaklarla, kısaca iftar, sahur ve camilerin dolup taştığı cemaatlerle bambaşka bir atmosfer oluşur. Ayrıca, İslam’ın önemle üzerinde durduğu maddî ve manevî temizlikler de bu ayda doruk noktaya ulaşır. Ramazan günlerinde insanlar birbirini daha iyi anlarlar. Dolayısıyla sevgi, saygı, dertleşme, paylaşma gibi güzellikler hayatiyet kazanır. Böylece özlenen huzur ve istikrar da kendiliğinden ortaya çıkar.
Ramazan ayının bir başka önemli özelliği de oruç ayı olmasıdır. Oruç ise kötülüklere karşı bir siperdir. Bu bakımdan oruçla sadece iştah ve şehvet dizginlenmez, aynı zamanda el, dil ve diğer âzâlarla yapılan kötü ve çirkin davranışların azaldığı da açıkça fark edilir. Buna mukabil dinî vecîbelerde bir yoğunluk, ahlâkî çöküntüde bir frenleme görülür. Zaten Allah Resûlü (S.A.V.): “Ramazan ayı girince cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar da zincire vurulur.” buyurmuşlardır.
Bu ayda fakirlere yapılan yardımlarla, kerem ve cömertliğin hazzı yaşanır. Zaten cimrilik ve pintilik müslümana hiçbir zaman yakışmaz. Ramazan ayı, diğer aylarda bulunmayan özel bir iklim ve atmosfere sahiptir. Dolayısıyla O’na “on bir ayın sultanı” denilmiştir. Her Müslüman bu manevî havayı doya doya teneffüs etmeli, bu fırsatı çok iyideğerlendirmelidir.
Yıl içinde gevşeyen manevî hayat iplerinin, bu mübarek ayda düğümlerini tekrar sağlamlaştırmalıdır.Bu ay, şarj olma ayı olarak algılanmalıdır. Normal olarak yaşanan ibadet hayatının bu ayda biraz daha yoğunlaştırılması gerekir. Bunun örneğini Resûlullah (S.A.V.) bize vermiştir. Bu ayda diğer aylara oranla Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Rabbine daha çok yönelmiştir. Özellikle Ramazan’ın son on günü Mescidde i’tikâfa girerek kendini dış dünyadan soyutlayıp Allah’a ibadete adamıştır.
İşte Resûlullah (S.A.V.)’ın bu örnek tavrı bizlere, kudsiyyeti Rabbânî olan bu mübarek günlerde, bizlerin de normal ibâdet hayatlarına ilaveler yaparak iyilikleri yaşama, kötülüklerden uzak durma ameliyesinde daha dikkatli olma ve gevşeyen manevî bağlarımızı pekiştirme, bu alışkanlığımızı da diğer aylara yayma mesajı vermektedir.
Öyleyse ibâdetler ve hayırlar için bir mevsim ve mü’minlere açık bir panayır olan Ramazan ayı, insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkaran öldürücü ideoloji ve süflî ihtiraslardan kurtaran, İslam inkılâbının kanunlarını ihtiva eden Kur’ân-ı Kerîm’in indirilmeye başlandığı bir ay olarak incelendiği zaman, bütün mü’minlere kapılarını açmış amelî eğitim yaptıran çok güçlü bir mektep olduğu görülür.
Bu Ramazan mektebi; namaz, oruç, fıtır sadakası, tefekkür ve Kur’ân okuma gibi yoğun amelî dersleriyle ruhun, nefis üzerinde hâkim olmasını sağlayan terbiye kanunlarını pekiştirerek ta’lim etmektir.Bu yüce mektebin müfredâtına gönül vererek geçmiş on bir ayın muhasebesini yapan ve bu muhasebeyi yapanlar gelecek on bir aya bedenen ve rûhen hazırlanan ve böylece İslam Dininin hayat kanunlarını yaşama aşkıyla şarj olan mü’minler, Resûlullah (S.A.V.)’ın ifadesiyle “analarından doğdukları gün gibi saf ve günahsız olarak” Yüce Mevlâ’mızdan “rıza” diploması alırlar.
Ramazan mektebinden geçer not alarak mezun olanlar, mezuniyetlerine yakışan bir tavırla Ramazan’da edindikleri iyi alışkanlıklar ve ibadetlere olan düşkünlüklerini hayatlarının devamında da sürdürmelidirler. Sadece Ramazan’da Allah’ın rızasına uygun davranıp, Ramazan’dan sonra hevâ ve hevesin güdümüne girmeyi İslamla uzlaştırmak mümkün değildir. Aslında Müslüman,her ayını Ramazan, her gecesini de Kadir bilerek Rabbine olan kulluk vazifesini sürekli bir şekilde ayakta tutmalıdır.
Müslüman, kulluğunu ihlal edecek her davranıştan ömrü boyunca, bütün zaman dilimlerinde uzak kalıp, Allah’a yaklaştıran her amele koşarak ulaşmak zorundadır. “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” diyen sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in çizgisini kendine rota edinerek, tağutların sultasından kendini kurtarıp “Allah’a şükreden bir kul” olmayı her an öncelemelidir.
Ramazan mektebinin müdâvim öğrencileri, bu ayı bu duygu ve düşüncelerle değerlendirip rıza diploması almalıdır.
Ebu Hureyre (R.A.)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerîfte Ramazanın bazı özelliklerini dile getiren sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: “Ümmetime, Ramazan-ı şerif ayında beş haslet (özellik) verilmiştir ki, onlar kendilerinden evvel hiçbir ümmete verilmemiştir:
1-Oruçlunun ağız kokusu Allah indinde misk kokusundan daha hoştur.
2-İftar edinceye kadar melekler onlar için istiğfar eder.
3-Allah Teâlâ her gün cennetini süsler sonra (ona hitaben) yakında Salih kullarım kendilerinin sıkıntı ve eziyetleri atıp sana varacaklar, buyurur.
4-O ayda azgın şeytanlar zincire vurulur, başka ayda yaptıklarına o ayda ulaşamazlar.
5-Ramazan-ı şerifin son gecesinde (oruç tutan kullar) affolunurlar.
Ashaptan Amr b. Mürre’nin Peygamberimize oruç tutarsam hangi zümreden olurum sorusu üzerine Peygamberimiz “Sıddıklar ve şehidler zümresine iltihak etmiş olursun.” cevabını vermiştir.
Büyük sahâbî Selmân-ı Fârisî (R.A.)’nin rivâyet ettiğine göre, Peygamber Efendimiz (S.A.V.), bir sene, Medîne-i Münevvere’deki Mescid-i Nebevîlerinde, “Şabân-ı muazzam ayı”nın son günü îrâd buyurdukları bir hutbelerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Ey müslümanlar! Üzerinize öyle büyük bir ay gölge vermek üzeredir ki, bu aydaki bir gece -ki bu Kadir gecesidir- bin aydan hayırlıdır (daha faydalıdır). Allah Teâlâ, bu ayda, her gün oruç tutulmasını emretti. Bu ayda, geceleri terâvîh namazı kılmak da sünnettir. Bu ayda, Allah için ufak bir iyilik yapmak, başka aylarda, farz yapmak gibidir. Bu ayda, bir farz yapmak, başka aylarda yetmiş farz yapmak gibidir. Bu ay, sabır ayıdır. Sabredenin gideceği yer Cennettir. Bu ay, iyi geçinmek ayıdır. Bu ayda mü'minlerin rızkı artar. Bir kimse, bu ayda, bir oruçluya iftâr verirse, günahları affolur. Hak Teâlâ, onu Cehennem ateşinden âzâd eder. O oruçlunun sevâbı kadar, ona sevâp verilir.”
Resûlullah (S.A.V.)’ın bu hutbesini dinleyen ashâb-ı kirâm (R.Anhüm) dediler ki:
“Yâ Resûlallah! Her birimiz, bir oruçluya iftar verecek (onu doyuracak) kadar zengin değiliz. Biz, bu büyük sevaptan mahrum mu kalacağız?”
Resûlullah (S.A.V.), ashâbına şöyle cevap verdi:
“Bir hurma ile iftâr verene de, yalnız su ile oruç açtırana da, biraz süt ikrâm edene de, bu sevâp verilecektir. Bu ay, öyle bir aydır ki, ilk günleri rahmet, ortası mağfiret ve sonu Cehennemden âzâd olmaktır. Bu ayda, emri altında olanların vazîfelerini hafîfletenleri Allah Teâlâ affedip Cehennem ateşinden kurtarır.”
“Ramazân ayı bereket ayıdır. Allah Teâlâ bu ayda, günahları bağışlar, duâları kabûl eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.”
Peygamber Efendimiz (S.A.V.), hutbelerinin devamında şöyle buyurmuşlardır:
“Bu ayda şu dört şeyi çok yapınız! Bunun ikisini Allah Teâlâ çok sever. Bunlar, ‘Kelime-i şehâdet söylemek’ ve ‘istiğfâr etmektir.’ İkisini de, zaten her zaman yapmanız lâzımdır. Bunlar da, ‘Allah Teâlâ’dan Cennet’i istemek’ ve ‘Cehennem ateşinden O'na sığınmaktır.’ Bu ayda, bir oruçluya su veren bir kimse, kıyamet günü susuz kalmayacaktır.”
Gufranla tüllenen Ramazan ayını en güzel şekilde değerlendirmek isteyen müminler, orucun yanı sıra Kur’ân-ı Kerîm, sadaka ve nafile namazlar gibi ibadetlerle meşgul olurlar. Ancak bütün bunların yanı sıra Ramazan, ahlakî kazanımlar için de büyük bir fırsat oluşturur.
Her yıl mübarek Ramazan’a kavuşup da oruç tutmaya başladığımızda öncelikle aklımıza aç kalma, iftar, sahur, teravih, davetler gibi zâhirî kısmıyla alakalı şeyler gelir. Ramazan’ın ruhunu oluşturan ahlakî güzelleşme, Allah’a yakınlık kazanma, manen durulma, fabrika ayarlarımıza geri dönme, ruhen hassasiyet kesbetme, kendimize zarar verdiğini düşündüğümüz alışkanlık ve davranışlardan uzaklaşma, yararına inandığımız hususları daha çok yapma ve bu bir aylık yaşam tarzını tüm yıla taşıma gayretinde olma gibi hususlar ise çoğu zaman ikinci planda düşündüğümüz şeylerdir.
Bunları hayata geçirme adına ne yapabiliriz? Her yıl en azından bir husus üzerine nasıl odaklanabilir ve o hususu ikinci bir fıtrat hâline nasıl getirebiliriz? Savm kelimesi Arapçada sevdiğimiz bir şeyi terk etme, ondan uzak durma manasına geliyor. Biz bunu daha çok yeme, içme ve cinsel münasebetten uzak durma olarak ele alıyoruz. Lakin hadîsin ifadesiyle bunları yaptığı halde sû-i ahlaktan uzak durmayan bir kişinin açlık ve susuzluğuna Allah’ın ihtiyacı yoktur. Demek ki orucu oruç yapan hakikatte onun iç derinliği ve ahlakımıza, davranışlarımıza kattığı değişiklik ve gelişim yönüdür. Bu minvalde, oruç tutmanın yanında günlük alışkanlıklarımızda, bağımlılık hâline getirdiğimiz hususlarda ne tür bir değişiklik yapabiliriz, onu da düşünmemiz gerekmektedir. Ramazan münasebetiyle kendimize şu soruları sormalıyız: “Ramazan’ın sonunda nasıl bir insan olmak istiyorum? Beni manen yaralayan, zayıflatan hangi husus, alışkanlık ya da davranıştan uzaklaşmak istiyorum? Hayatımda dargın olduğum, helallik almam gereken kimler var ve bu Ramazan’da nasıl onlarla aramı düzeltir ve manevî ağırlığından kurtulurum? Bu Ramazan’da hayatıma, aile huzuruma, manevî dünyama, güzel alışkanlıklarıma ne katabilirim?”
Bu ayın Ramazan olduğunu unutmamalı ve bu sorulara uygun cevaplar bulmanın gayreti içinde olmalıyız. Bu vesîle ile ders alınması dileğiyle geçmişte bir çobanın hikayesini sizlerle paylaşmak isterim:
Yaşlı bir çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla konuşarak: “Hadi bakalım evladım, derdi. Bu ihtiyarın elmasını ver artık.” Ve bir elma düşerdi, en güzelinden, en olgunundan. Yaşlı adam cebindeki çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra babasından kalan Kur’ânını okumaya koyulurdu.
Çoban bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun içinde büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı. Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı.
Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı hemen koparırdı. Fakat aradan geçen bunca yıl içinde beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti. Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir evlat sevgisiyle okşarken: “Ver yavrum, derdi, gönder bakalım bu günkü kısmetimi.” Ve bir elma düşerdi hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan. Köylüler, uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp yaşlı çobanın veli bir zat olduğunu söylerlerdi.
Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yine elmasını istedi. Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense bir şey düşmemişti. Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyordu. Gözyaşları, beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altında uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini.
Yavrusu, meyve verdiği günden bu yana ilk defa reddediyordu onu. İhtiyar hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkildi birden. Yeniden doğmuştu sanki çoban. Bir şey hatırlamıştı. Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken: “Canım” dedi, hıçkırıp ağlayarak. “Benim güzel evladım, mis kokulum. Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bu günün Ramazan’ın ilk günü olduğunu?”