Refîk-İ A’lâ’ya İntikalinin Yıl Dönümünde Resûlullah’a Duyulan Özlem
8 Haziran 2015 Pazartesi günü Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ebediyete intikalinin 1383. yıldönümü idi. Bu vesîle ile YOYAV’da örnek bir anma programı düzenlendi. Her yıl Mevlid Kandili ile Kutlu Doğum Haftası’nda düzenlediği programlarla Resûlullah (s.a.v.)’ın doğumunu kutlayıp hayatı, hizmetleri, çektiği çileler ve katlandığı güçlüklerle özellik ve güzellikleri hakkında önemli açıklamalarda bulunmaya imkân sağlayan YOYAV, son yıllarda vefatının yıl dönümünde de anma programları düzenlemeyi güzel bir gelenek hâline getirdi.
Tebliğ görevini tamamlayıp ümmetine veda ederek her canlı gibi hayata gözlerini yumup Refîk-i A’lâ’ya intikal eden Resûlullah (s.a.v.)’ı gönüllerinde yaşatan Müslümanlara O’nun uyarılarına uymayı, izinde olmayı, hayatını örnek almayı, ahlak-ı hamîdesi ile ahlaklanmayı, sünnetine sahip çıkmayı ve dilekleri doğrultusunda davranmayı tavsiye ve telkin eden YOYAV, düzenlediği bu programlarla Hz. Peygamber (s.a.v.)’e duyulan sevgi ve saygıyı pekiştirmeyi ve izinde olma azmini tazelemeyi hedeflemektedir.
Geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da, Resûlullah (s.a.v.)’in Rabbine kavuşmasının yıldönümü dolayısıyla YOYAV Kültür Merkezi’nde düzenlenen bu anlamlı toplantıya çok sayıda davetli katıldı. Kur’ân-ı Kerîm tilâveti ve salavât-ı şerîfelerle başlatılan toplantıda rûh-u Resûlullah’a ithâfen okunan hatm-i şerîflerin duası yapılarak sevabı rûh-u şerîflerine armağan edildi.
Yaptığı duada, rûh-u Resûlullah ile ervâh-ı acizânelerimizin ömür boyu iletişim içinde olması niyazında bulunan Dr. İbrahim Ateş, değerli düşünceleri dilegetirdiği konuşmada şu cümlelere yer verdi:
“Kıymetli kardeşlerim!
Milâdî tarihe göre 1383 yıl önce 632 yılının 8 Haziran gününde Refîk-i A’lâ’ya intikal eden Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefatının yıl dönümü dolayısıyla Efendimiz (s.a.v.)’e sevgi, saygı ve bağlılığımızı yineleyip, rûh-u şerîflerine selam ve ihtiramlarımızı arz etmek amacıyla düzenlediğimiz böylesine manalı ve muhtevalı bir toplantıda bizimle birlikte olma inceliğini gösteren güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, sünnet-i seniyyeye sarılıp Resûlullah (s.a.v.)’ın sahip çıktığı müstesnâ Müslümanlardan olmamızı diliyorum.
Rûh-u Resûlullah’ın bu meclisimizden haberdâr olması ve gönüllerimizin muhabbet-i Muhammedî ile dolması temennisi ile sözlerime başlarken, cümlemize cennet ve cemâlullah ile şefaat-ı Resûlullah’ı niyaz ediyorum. Bizleri kendisine kul, Resûlüne ümmet ve müminlere kardeş kılan yüce Rabbimize sonsuz hamd-ü senâlar ediyor, ümmeti olma bahtiyarlığına erdiğimiz sevgili Peygamberimize sayısız salât ve selâmlarımızı arz ediyor, O’na layık ümmet olup, cennette civarı ve cemâli ile şereflenmemizi diliyorum.
1383 yıl önce böyle bir 8 Haziran gününde rûhunu Rahmân’a teslim ederek Refîk-i A’lâ’ya göçen sevgili Peygamberimiz!
Salât Sana, selâm Sana. Anamız, babamız, canımız ve sahip olduğumuz her şeyimiz Sana feda olsun. Seni biz çok seviyoruz. Seni aslâ sevdik ve unutmadık, unutmayacağız. Seninle kalbî bağımızı koparmadık, koparmayacağız. İzinde olma ve yolunda gitme azmimizi gevşetmedik, gevşetmeyeceğiz. Sevgini kalbimizde taşıdık, taşıyacağız. Sünnetine sarıldık, sarılacağız. Yolunda yürüdük, yürümeye devam edeceğiz. Davetini duyduk, uyarına uyduk, yoluna baş koyduk ve koyacağız. Sana saldıranlara saldıracak ve gölgelerini üzerinden kaldıracağız.
Doğumun dünyayı onurlandırdı, ölümün ümmetini üzüntüye boğdu. Ama doğumun da ölümün de bizim Sana bağlılığımızla, sevgi ve saygımızı yinelememize vesîle oldu. Sana uzatılan dilleri susturmanın, Sana yöneltilen tehdit, tahkir ve tahrikleri ortadan kaldırmanın gayreti içinde olacağız. Dünyada hiçbir güç bizi Senden ayıramayacak ve yolundan uzaklaştıramayacaktır. Yüce Rabbimizden bizi bu inanç ve bu bilinçte dâim kılmasını diliyor, tevfîkini refîk etmesini niyaz ediyoruz.
Sevgili kardeşlerim!
Resûlullah (s.a.v.) rahmet-i Rahmân’a yürüyerek ümmetinden ayrıldı ama hayatının son dakikalarında dahi onları düşündü. Ölümü esnasında yanına gelen Cebrâil Aleyhisselâm’a: “Benden sonra ümmetime kim (göz-kulak) olacak? dedi. Allah Teâlâ Cebrâil Aleyhisselâm’a vahyederek: ‘Habîbimi müjdele, ben onu ümmetine mahçup etmem. O’na şunu da müjdele ki, insanlar diriltilip yerden çıkarıldıklarında O, insanların en hızlı çıkanı ve cennette bir araya geldiklerinde onların efendisi olacaktır. O’nun ümmeti cennete girmeden diğer ümmetlerin girmesi haram olacaktır.’ buyurdu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): ‘Şimdi gözüm aydınlandı’ dedi.”
Allah’ım! Resûlünü ümmetine mahçup etmeyeceğini beyan buyurduğun gibi, ümmetini de O’na mahçup etme yâ Rabbî.
Sevgili kardeşlerim!
İslamî kaynaklardan öğrendiğimize göre, ahirette tüm peygamberlerin: “Nefsî, nefsî” diyecekleri günde, “ümmetî, ümmetî” diyecek olan sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) dünyada devamlı ümmetini düşündüğü gibi, ahirette de ümmetini düşünecektir. Şairin dediği gibi:
Nefsi için koymadı taş üzre taş.
Ümmeti için koydu hep taş üzre baş.
Bir başkasının dediği gibi de:
Daha tıfl iken düşündü ümmeti.
Sen kocadın terk edersin sünneti.
Sünnete sırt çevirenlerden değil, sımsıkı sarılanlardan olmalıyız. Her zaman ve zeminde O’nu salât ve selâm ile ananlardan olmalıyız.
Evet, her gün beş vakit namazda okuduğumuz “Allahümme salli…” ve “Allahümme barik…” duaları ile Resûlullah (s.a.v.)’a salât ve selâmda bulunuyoruz ama bu yetmez. Daha fazlasını yapmamız lazım. Her hayırlı iş ve uğraşımızda, her hâl ve hareketimizde Hz. Peygamber (s.a.v.)’i hatırlayıp sevgi ve saygımızı içeren salavât-ı şerîfeleri rûh-u Resûlullah’a sıkça göndermeliyiz ki, sıkıntıya düştüğümüzde yanımızda olsun.
Şeyh Gazâlî’nin Mükâşefe-tü’l Kulûb adlı eserinin 47. sayfasında Muhammed bin el Münkedir’den naklettiğine göre, Süfyân-ı Sevrî Hazretleri Beytullah’da tavaf ederken, bir adamı her adımını attığında Hz. Peygamber (s.a.v.)’e salavât getirdiğini görünce ona, sen tesbih ve tehlili bırakıp sürekli salavât getirmeye yöneldin. Bu hususta bildiğin bir şey var mı? Dediğinde, adam ona sen kimsin demiş, Süfyân-ı Sevrî kim olduğunu söylediğinde bu kez adam ona, eğer sen zamanının zâhidi olmasaydın hâlimi sana anlatıp, seni sırrıma muttali kılmazdım demiş ve sözüne şöyle devam etmiş. Babamla birlikte hac ibadeti için Beytullah’a gitmek üzere yola çıktım. Yolda hastalanan babama vefat edinceye kadar hizmet ettim. Öldüğünde yüzü karardı. “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” deyip yüzünü kapattım. Uykum geldi üzgün bir şekilde uyudum. Rüyamda kendisinden daha güzel yüzlü, daha temiz giysili ve daha güzel kokulu kimse görmediğim bir adamı gördüm. Bir ayağını kaldırıp diğerini koyuyordu. Ta ki, babama yaklaştı, yüzünü açtı ve elini yüzünün üzerinden geçirdi. Babamın yüzü ağardı. Sonra dönüp giderken onun elbisesine tutunup ey Allah’ın kulu! Diyâr-ı gurbette Allah’ın babama lutfettiği sen kimsin dedim. Beni tanımıyor musun? Ben, Kur’ân’ı tebliğ eden Abdullah oğlu Muhammedim. Baban kendi aleyhine aşırı giden biri idi ama o bana çok salavât getirirdi. Onun başına gelen geldiğinde Benden yardım istedi, Ben de Bana çokça salavât getirenin yardımcısıyım, dedi. Uyandığımda babamın yüzünün ağarmış olduğunu gördüm. Onun için ben, sürekli salavât-ı şerîfe getiriyorum demiş.
Amr bin Dinâr’ın Ebû Ca’fer’den rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte Hz. Peygamber (s.a.v.): “Kim bana salâtı unutursa, cennetin yolunda yanılmış olur.” buyurmuştur.
Arz edilen açıklamalardan da anlaşılacağı üzere günümüzde her müslümanın Hz. Peygamber (s.a.v.)’e karşı sorumluluklarının başında O’na iman ve ittiba’ ile sünnetine sıdk ile sarılmak, uyarılarına uymak, her iş ve uğraşında O’nu örnek almak, ahlakı ile ahlaklanmak, salavâta devam etmek ve O’na yapılan saldırılara karşı sessiz kalmamak gelir.
Değerli dostlar!
Dünya hayatı bir geçiş yeridir. Zira Peygamber de olsa “her canlı ölümü tadacaktır.” Veda’ Haccı’ndan Medine’ye döndükten bir müddet sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) hastalanmıştı. Bu sıralarda Mâide Suresi’nin 3. ayeti nâzil olmuştu. Ashâbından bir kısmı, O’nun hayatının sonunun yaklaştığını sezmişlerdi. Çünkü din tamam olunca, Peygamber (s.a.v.)’in vazifesi de son buluyor demekti. Hz. Peygamber (s.a.v.) de bu fânî âlemden göçeceği zamanın yaklaştığını anladı. Hicretin 11. yılıydı. Safer ayının 19. gecesi kimseye sezdirmeden Bakî mezarlığına giderek orada yatan ashâbını selamladı. Sonra da “yakında biz de aranızda olacağız” dedi. Mezarlık dönüşü hastalığı artmıştı ve günden güne de artmaktaydı. Buna rağmen Mescid’e çıkıp namazlarda imam oluyordu. Bir gün dermansız kalınca, Hz. Ebû Bekir’in cemaate imam olmasını emretti.
Hastalığının ilerlediği bir günde: “…Biliniz ki, sizler yine bana kavuşacaksınız. Buluşacağımız yer, Kevser havuzunun kenarıdır. Her kim orada benimle buluşmak isterse, elini ve dilini lüzumsuz iş ve sözden korusun. Bu dünyadan göçme zamanımın geldiği bana haber verildi. Allah’ıma kavuşacağıma seviniyorum. Ümmetimden ayrılacağım için de üzgünüm. Ben haberimi aldım. Allah’a gidiyorum.” diye buyurdu.
Ölümünden iki gün önce ashâbtan bazılarının yardımıyla Mescid’e geldi. Yavaş yavaş minbere çıktı. Yüzünü cemaate çevirerek:
“Ey Müslümanlar! Şayet birinize karşı kötülük yapmışsam, onun karşılığını kabule hazırım. Kime vurduysam, işte arkam gelsin vursun. Kimin bende alacağı varsa, işte malım, gelsin hakkını alsın.” buyurdular.
Hz. Fatıma her gün gelerek, Hz. Aişe’nin odasında yatan babasını ziyaret ederdi. Bir defasında Hz. Fatıma: “Kim bilir ne acılar çekiyor babacağım, deyince, Babasının sevgili kuzusu, bu günden sonra babacığın hiç acı çekmeyecek. Kızım! Sakın ağlama! Ben vefat ettiğim zaman “innâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn, de” buyurdu.
Hz. Peygamber’in bu sözü, O’nun bu elem dünyasından göçeceğine işaretti. 8 Haziran’a rastlayan Rebîul-evvel ayının Pazartesi sabahı, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hastalığı biraz hafiflemişti. Sabah namazını Mescid’de Ebû Bekir’in arkasında kıldı. Odasına dönünce dermansızlığı arttı. Kuşluk vakti olmuştu. “Yâ Rab! Ölüm şiddetine karşı bana kolaylık ver, canımı tatlılıkla al” diye dua ediyordu. Mübarek parmağıyla yukarı doğru işaret etti. “Refîk-i A’lâya-Yüce Dosta” diyerek gözlerini semaya çevirdi ve ruhunu teslim etti.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in vefat etmeden önce, Pazartesi günü (son gün) mübarek dillerinden şu cümleler dökülüyordu:
“Ey insanlar! Karanlık gece kıtaları gibi fitneler geliyor! Ey İnsanlar! Siz bana karşı hiçbir şeyle delil bulamazsınız! Zira ben, ancak Allah’ın kitabı Kur’ân’ın helal kıldığını helal, haram kıldığını da haram kıldım!
Ey kızım Fatıma! Ey halam Safiyye! Allah katında makbul olacak ameller işleyiniz. Bana güvenmeyiniz. Çünkü ben, sizi Allah’ın gazabından kurtaramam!”
Hz. Fatıma, Resûlü Ekrem (s.a.v.)’in hayatta kalmış olan biricik kızıydı. Kâinatın Efendisi (s.a.v.)’in evlad sevgisini kendisiyle tatmin ettiği tek evladı. Hz. Fatıma, güzel ahlakta, yürüyüşte, oturuşta, kalkışta Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e en çok benzeyen evladıydı. Peygamberimiz (s.a.v.), hastalığının son gününde bir ara biricik kızı, güzel ahlak ve zerafet timsali Hz. Fatıma’yı yanına çağırdı. Hz. Fatıma gelince, O’nu sol tarafına oturttu O’na gizlice bir şey söyledi.
Hz. Fatıma’yı birden bir hüzün ve keder havası kapladı. Arkasından gözyaşları boşanmaya başladı. Peygamberimiz (s.a.v.) sonra Hz. Fatıma’ya gizlice bir şey daha söyledi. Bu defa, biraz önce gözyaşı döken Hz. Fatıma (R.Anha), birden gülümseyip sevinmeye başladı. O sırada orada bulunan Hz. Aişe, daha sonra bunun sebebini sorunca Hz. Fatıma şu cevabı verdi:
“Önce bana pek yakında dünyadan ve benden ayrılacağını söyledi. Bunun için ağladım. Sonra da ailem içinde en evvel bana sen kavuşacaksın, deyince de sevindim.”
Güneş, batıya doğru kaymaktaydı. Peygamberimiz (s.a.v.)’in mübarek başı, Hz. Aişe’nin kucağında, göğsüne dayalıydı. Dili Allah’ı zikirle meşguldü: “Allah’ım! Beni Refîk-i A’lâ’ya ulaştır” duasını tekrarlıyordu. Bu esnada bile ümmetine irşad hizmetine devam ediyordu.
Peygamberimiz (s.a.v.), bu fânî dünyada artık son dakikalarını yaşıyordu. Bu esnada, Hz. Cebrâil, Hz. Azrâil ile birlikte geldi. Peygamberimizin hâl ve hatırını sordu. Sonra “ölüm meleği Azrâil içeri girmek için izin ister, dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) müsaade edince, Hz. Azrâil içeri girerek Peygamberimizin önünde oturdu. “Yâ Resûlullah, yüce Allah senin her emrine itaat etmemi bana emretti. İstersen ruhunu alacağım. İstersen sana bırakacağım.” dedi. Peygamberimiz, Hz. Cebrâil’e baktı. O da, “Yâ Resûlallah, Mele-i A’lâ seni beklemektedir” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) “Yâ Azrâil! Gel, memuriyetini yerine getir” buyurdu.
Peygamberimizin yanında su kabı vardı. İki elini suya batırıp ıslak ellerini mübarek yüzlerine sürdü. Mübarek dudaklarından “Lâ ilâhe illallah” cümlesi döküldü. Sonra ellerini yüzünden kaldırdı. Gözlerini evin tavanına dikti. “Allah’ım! Refîk-i A’lâ” cümlesini tekrarlaya tekrarlaya 63 yaşında iken mübarek rûhu Refîk-i A’lâ’ya yükseldi.
Allah Resûlü, ümmetine duyduğu eşsiz sevgi ve merhamet neticesinde, dünya ve ahiret saadeti için onlara tavsiyelerde bulunurdu. Kimi zaman verdiği bildirinin öneminden dolayı heyecanlanır, gözleri kızarır, sesi yükselir, sanki düşman tehlikesine karşı bir orduyu uyarıyormuşcasına celallenirdi. Bir defasında kendisiyle ümmetinin hâlini şöyle anlatmıştı: “Benimle ümmetimin durumu (geceleyin) ateş yakan kimsenin hâline benzer. Böcekler ve kelebekler o ateşe düşmeye başlar. İşte ben de sizler ateşe girerken kuşaklarınızdan tutup engellemeye çalışıyorum.” Rahmet Elçisinin ümmetine olan düşkünlüğünü yüce Rabbimiz Tevbe Suresi’nin 128. ayetinde şöyle beyan buyurmuştur: “Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı Raûf (çok şefkatli) ve Rahîm (çok merhametli)dir.”
Bu ayet-i kerimenin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere Allah Teâlâ ümmetine olan bu şefkatinden dolayı O’nu kendi isimlerinden “Raûf” ve “Rahîm” ile isimlendirmiştir.
Ümmetine son derece şefkatli ve merhametli olan böyle bir peygamberin ümmeti olmak hepimiz için büyük bir iftihar vesîlesidir. O’nu Refîk-i A’lâ’ya intikalinin 1383. yıldönümü dolayısıyla bir kere daha selâm, sevgi, saygı ve salavât ile anmak için düzenlenen bu toplantıya katılan siz vefakâr kardeşlerimize takdir ve teşekkürlerimizi ileterek sözlerimi noktalarken, şairin yıllar önce:
Uğrar isen ey bâd-ı sabâ Haremeyne
Ta’zîmimi arz eyle Resûlü’s sekaleyne.
diye yakardığı gibi yakararak rûh-u Resûlullah’a salât ve selamlarımızla sevgi ve saygılarımızı arz ediyor, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.”