SABAHA KADAR SELAM
Mübarek gün ve geceler vesilesiyle düzenlediği dinî programlarda dilegetirdiği değerli düşüncelerle verdiği doğru bilgilerle insanları aydınlatmanın gayreti içinde olan YOYAV’ın yürütegeldiği hayrî, sosyal ve kültürel etkinlikler yoğun ilgi görmekte ve takdirle takip edilmektedir. Kadir Gecesi öncesi 14 Ağustos 2012 Salı günü saat 13.30’da YOYAV Kültür Merkezi’nde düzenlenen “Sabaha Kadar Selam” konulu kutlama programı da takdir toplayan etkinliklerinden biri idi. Mevsim mübarek, gün güzel, konu cazip, davetliler duyarlı, salon serin ve nezih idi. Herkes dağıtılan kalem ve defterler elinde, dilegetirilecek düşünceleri dikkatle dinleyip not etmenin hazırlığı içindeydi. Bu güzelliklerin biraraya gelmesiyle estirilen huzur havasını teneffüs etmenin sevinç ve saadetini yaşayan konuklar, programın başlama saatinin gelmesiyle birlikte YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş’in okuduğu Kadir Suresi’ni büyük bir vecd ve huşu içinde dinlediler. Öyle ki, salonda çıt çıkmıyordu. Herkes pür dikkat olmuş heyecan içinde sohbetin başlamasını bekliyordu.
Besmele çekip, Allah Teâlâ’ya hamd-ü sena ve Resulullah’a salat ve selamdan sonra “Es-selamü kable-l kelam” yani “selam kelamdan öncedir” diyerek söze başlayan Dr. İbrahim Ateş, dikkatle dinlenen konuşmasında şunları söyledi:
“Ramazan ayının kalbi niteliğinde olup, kıymeti Kur’an’la bildirilen Kadir Gecesi’nin eşiğine gelmenin bahtiyarlığına eren kıymetli konuklarımız, sözü selam, özü selam, dileği daru-s selam olmasını dilediğim değerli dostlarımız, Kur’an’ı kafasına ve kalbine indirip hayatına yansıtmanın gayret ve kararlılığı içinde olduğuna inandığım sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
Nasip olursa inşaallah birkaç saat sonra idrâk ve ihya etme saadetine ereceğimiz Kadir Gecesi dolayısıyla düzenlediğimiz “Sabaha Kadar Selam” konulu kutlama programımıza katılarak bu mübarek Kadir Gecesini birlikte karşılayıp feyiz ve faziletinden faydalanma yollarına tevessül etmemize vesile olan güzîde heyetinizi gönülden ve samimî duygularımızla selamlıyor, getirdiği bağış ve bereket, yağdırdığı rahmet ve mağfiret, sunduğu selam ve selametle, sağladığı saadet-i sermediyeye nail olmanızı niyaz ediyorum.
Kadir Gecesi, Ramazan-ı şerif ayı içinde bulunan ve Kur’ân-ı Kerim’de methedilen en kıymetli gecedir. Ayet-i kerimede buyurulduğu üzere: “Kadir Gecesi, bin aydan hayırlıdır.” Kur’ân-ı Kerim, Resûlullah’a bu gece gelmeye başlamıştır.
Bu geceyle ilgili bazı hadis-i şeriflerde şöyle buyurulmuştur:
“Allah Teâlâ indinde en kıymetli gece, Kadir Gecesi’dir.”
“Kadir Gecesi’nde bir defa Kadir Sûresini okumak, başka zamanda Kur’ân-ı Kerim’i hatmetmekten daha sevaptır. Bu gece koyun sağma müddeti kadar namaz kılmak, ibâdet etmek, bir ay her geceyi ibâdetle geçirmekten daha kıymetlidir.”
“Kadir Gecesi’ni, inanarak ve sevabını bekleyerek ihyâ edenin, geçmiş bütün günahlarını Allah Teâlâ mağfiret eder.”
Bugün Ramazan-ı şerifinin 26. günüdür. Az önce okuduğum Kadir Suresi’nin 26. kelimesi de “selam” kelimesidir. Bu güzel bir tevafuktur. Selam kelimesi, Kadir Gecesi’nin önemli özelliklerinden birini ifade etmektedir. Dolayısıyla bugünkü sohbetimizin bel kemiğini bu kelime yani “selam” kelimesi oluşturacaktır. Bu itibarla biz, bu kelimeden esinlenerek Kadir Gecesi’nin selam ve selamet oluşu üzerinde duracağımız gibi vaktimizin elverdiği nispette İslam’da selamın yeri ve önemi ile ilgili açıklamalarda bulunmaya çalışacağız. Bu arada sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in selamlaşma ile ilgili uyarılarını içeren hadis-i şeriflerinden birkaçını da sizlerle paylaşmanın gayreti içinde olacağız. Mevla-yı Müte’âl Hazretlerinden bana anlatıp aktarmada, sizlere dinleyip değerlendirmede ve cümlemize bildiklerimizi uygulamada tevfikini refik etmesini diliyorum.
Malumunuz olduğu üzere her yıl Ramazan ayında bir konu belirleyerek kaybolmaya yüz tutan değerleri yeniden toplumun gündemine taşımayı hedefleyen Diyanet İşleri Başkanlığı, 13.07.2012 tarihinde yaptığı bir duyuru ile 2012 yılının Ramazan temasını “İnsan İlişkilerinin En Önemli Unsuru, Medeni İletişimin Sembolü: Selam ve Selamlaşma” olarak belirlediğini bildirmişti.
Fevkalade faydalı ve isabetli olduğuna inandığımız bu uygulamada az da olsa bizim de mütevazi bir katkımız olması temennisiyle bugün bu konuyla huzurunuza gelmiş bulunmaktayız. Allah Teâlâ cümlemizi doğruları duyma, duyurma ve gereğine uymada daim eylesin.
Herşeyden önce şunu arz ve ifade etmek isteriz ki, Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerim selam konusunu muhtelif vesilelerle değişik ayetlerde dilegetirmiş ve üzerinde özenle durmuştur. 23 ayette “selâmün”, 3 ayette “bi selâmin”, 6 ayette “selâmen” ve 7 ayette de “esselâmü” kelimeleri ile olmak üzere 39 ayette “selam” kökenli kelimelerle, 6 ayette de “tahiyye” kelimeleri ile olmak üzere toplam olarak 45 defa selamın, müslümanların dünya ve ahiret hayatlarındaki yerine işaret etmiştir.
Tabii bu ayet-i kerimelerin tamamını açıklamaya böyle kısa bir sohbet süresinin müsait olmayacağını takdir edersiniz. Dolayısıyla biz sohbetimizin akışı içerisinde söz konusu ayetlerden bir kısmını dikkatinize getirmekle yetineceğiz.
Böylece selamın dilden kalbe, kalpten organlara, bireyden topluma ve tüm insanlığa yansıyan barış dili olduğunu ifade etmeye çalışacağız.
İslâm'da insan ilişkilerinin hak, hukuk, adalet, doğruluk, eşitlik, merhamet, şefkat, sevgi, saygı, dostluk, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma gibi yüksek fazilet ve erdemler üzerine inşa edildiği herkes tarafından bilinmektedir. Bu erdemlere ulaşmanın en güzel yollarından birinin de selâm ve barış dilini ilişkilere hâkim kılmaktır.
Selâm, her şeyden önce insanların birbirleriyle sağlıklı iletişim kurmalarının temelidir. Sosyal ilişkileri barış üzerine kurmanın, güven ve huzuru gerçekleştirmenin, dostluk ve kardeşliği geliştirmenin yoludur. Sinelerdeki ağır yükleri atmanın, küskünlük ve dargınlıkları gidermenin adresidir. Müslümanın kimliğini inşa eden temel bir şiar ve semboldür. Fert ve toplum hayatında barış ve güvenin sembolü, huzur ve mutluluğun kaynağı, müminlerin birbirlerine karşı iyi niyetlerinin bir göstergesidir. Daha da önemlisi kardeşlik hukukunun bir gereğidir.
Ne yazık ki bu yüksek değer, modern zamanlarda önem ve değerini yitirmeye başlamıştır. Toplum hayatından fert ve aileye, kitle iletişim araçlarından sanal ortamlara kadar pek çok alanda selâm ve barış dili yerine çatışma ve kavga dili egemen olmaya başlamıştır. Tanışma ve bilişmenin en güzel yolu olan selâm ve barış dili, ötekileştirme, ayrıştırma ve farklılıkları tek tipleştirme ya da yok etme girişimlerinin etkisiyle büyük yara almıştır. İnsanlık selâm ve barış dilinden gün geçtikçe uzaklaşmaya, esenliğe sırt çevirmeye başlamıştır.
Diğer taraftan dünyevileşme ve bireysellik giderek ön plâna çıkmaya başlamıştır. İnsanlar, kalabalıklar içinde yalnızlaşmıştır. Mahallelerin, sokak ve caddelerin aile sıcaklığını aratmayan o dostane ilişkileri kaybolmaya yüz tutmuştur. İnsanlar birbirine yabancılaşmıştır. İlişkilerde samimiyetsizlik ve güvensizlik yaygınlaşmıştır. Selâm ve selâmlaşma kültürünün toplumsal hayattaki varlığı ve görünürlüğü azalmıştır. Artık insanlar bırakın tanımadığı insanlara selâm vermeyi tanıdıklarını bile görmezden gelmeye başlamışlardır.
Oysa selâm; barış, esenlik, güven, emniyet, huzur ve mutluluk temelleri üzerine bina edilen İslâm'ın rahmet yüklü evrensel mesajlarıyla hayat bulmaktır. Nihayetinde barış ve esenlik yurdu olan "dâru's-selâm"a, cennet ve cemâlullaha ulaşmaktır. Bu da ancak bu dünyayı selâm ve selâmet yurduna dönüştürmek için çaba harcamakla mümkündür.
Selâm, kardeşine dost olduğunun, kendisinden ona aslâ bir zarar gelmeyeceğinin, elinden ve dilinden herkesin güvende olduğunun sözlü teminatıdır. Ancak salt bir söz değil, kardeşinin hâlini sormanın, problemini çözmenin, yarasına merhem olmanın; dolayısıyla insana verilen değerin adıdır.
Selâm, kadın-erkek, genç-yaşlı, çocuk-olgun demeden tanıdığına, tanımadığına, toplumun tüm kesimlerine her daim esenlik sunmaktır, dua etmektir. Hattâ esenlikte yarışarak barış ve huzurun anahtarı olabilmektir.
Selâm, Yüce Rabbimizin, “Bir mümin tarafından bir selâmla selâmlandığınız zaman siz ondan daha güzel bir karşılık verin veya aynı ile mukabele edin.” (Nisâ, 4/86) fermanını yerine getirmektir.
Selâm, Allah Teâlâ'nın, “Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selâm verin.” (Nûr, 24/61) emri uyarınca, müminlerin evlerine duayla girerek ailelerini ve evlerini bereketlendirmelerinin güzel bir vesilesidir. Selâm, sadakadır. Öte dünyaya göçmüş kardeşlerimize de rahmet dilemektir.
Peygamberimiz (S.A.V.)'in haber verdiğine göre: Yüce Allah, Hz. Adem'i yarattığında ona şöyle seslenmiştir: “Ey Âdem! Git, şuradaki meleklere selâm ver! Selâmını nasıl alacaklarına dikkat et! Çünkü meleklerle aranızda geçecek olan bu selâmlaşma, bundan sonra senin ve neslinin selâmlaşması olacaktır.” Bunun üzerine Hz. Âdem meleklere; 'es-selâmü aleyküm' demiştir. Onlar da; 'es-selâmü aleyke ve rahmetullâh' diyerek karşılık vermişlerdir.
Yüce dinimiz İslam, kardeşliğin devamını bazı prensiplere bağlamış, kardeşlerimize karşı bize birtakım hak ve sorumluluklar yüklemiştir. İşte bu hak ve sorumluluklarımızdan biri de Hz. Adem'den günümüze kadar uzanan selâmdır.
Az önce arzedildiği üzere selâm saygının, sevginin ve kardeşliğin kapılarını açan bir anahtardır. Selâm gönülden dile, bireyden topluma, toplumdan insanlığa yansıyan barış dilidir. Paylaşmanın, kaynaşmanın, huzura ermenin, Allah'a sığınmanın adıdır selâm. Selâm, kardeşimize esenlik dilemek, onun hayrını istemektir; Ona olan dostluğumuzun güvencesidir. Bizler, “es-selâmü aleyküm” diyerek kardeşimize esenlik, güvenlik, rahmet ve bereket dileklerimizi dile getirmiş oluruz.
Mahallemizde, sokak ve caddelerde, otobüs duraklarında, işyerlerimizde karşılaştığımız her insana, samimiyet ve tebessümle selâm vermek ne güzeldir! Ardından tatlı bir dille hâl ve hatır sormak, selâmımızı daha da güzelleştirir. Selâm veren kimse, lisân-ı hâl ile, “bana güvenebilirsin, benden emin olabilirsin, sana herhangi bir zararım dokunmaz” derken; selâmı alan da aynı şekilde karşılık vermiş olur. Böylece, aralarında ülfet, muhabbet ve kardeşlik temelleri atılır.
Tebessümle içten verilen selâm, kalbî bir yakınlığa vesile olur. Gönüller arasında köprüler kurar. Üzgün ve küskün kalplerde muhabbet çiçekleri açtırır. Katılaşmış kalpleri yumuşatır. Kırgınlıkların ve dargınlıkların ortadan kalkmasına yardımcı olur.
Gönüller Sultanı (S.A.V.) de, “İslam'ın en hayırlı davranışı hangisidir?” şeklindeki bir soruyu, “Yemek yedirmen ve tanıdığın tanımadığın herkese selâm vermendir.” diye cevaplamış, böylece selâmın önemini vurgulamıştır.
Peygamberimiz (S.A.V.)'in ifadeleriyle tanıdığımız tanımadığımız herkese selâm vermek kardeşlik hakkıdır. Yürüyenlerin oturanlara, küçüklerin büyüklere ve sayıca az olanların çok olanlara selâm vermesi, selâmın âdâbıdır. Riyakârlık ve kibirden uzak bir şekilde, tebessüm eşliğinde ve gönülden selâm alıp-vermek, selâmlaşmada cimrilik göstermemek de selâmın ahlâkıdır.
Allah'ın güzel isimleri arasında barış ve güvenlikle alakalı olan es-Selam ve el-Mümin'in özel bir yeri olduğu muhakkaktır. Çünkü selam, “Allah katında geçerli tek din"in özel adı (İslam aslında, alem olmaktan ziyade, sıfat ve ameldir; Allah katında geçerli olan din İslamiyettir; sadece sözlü değil fiilî teslimiyettir.) ile aynı kökten gelirken, mümin de bu dini benimsemeyi ve benimseyenleri ifade eden temel kavram (iman) ile aynı kökü paylaşmaktadır. İnsanlara İslam ve iman emredilmişse, bunun Hak Teâlâ'nın Selam ve Mümin ism-i şerifleri ile ilişkisi aşikârdır. Bu bakımdan, barışçıl ve güvenilir insan, “esenlik ve barış kaynağı”, “güven ve huzur kaynağı” anlamına gelen Selam ve Mümin ism-i şeriflerinin mazhar ve tecelligâhıdır.
Selam, ferdî hayatta “arı-duru tertemiz bir kalp” (Şuarâ, 26/89.) olarak ortaya çıkarken, beşerî/sosyal ve toplumlar arası ilişkilerde barış (silm) olarak tebarüz etmektedir. İslam ise bunların tamamını ifade eder…
Selam vermek dinî bir zorunluluk olmamakla birlikte Hz. Peygamber (S.A.V.)'in sürekli uyguladığı ve ısrarla tavsiye ettiği kuvvetli bir sünnettir. Buna karşılık verilen selamı almak dinî bir gerekliliktir. Çünkü karşınızdaki kişi hiçbir beklenti içinde olmadan, bütün içtenliği ile sizin için güzel bir dilekte bulunmuştur. Müslümanın asil kişiliği böyle bir tutum karşısında duygusuz ve tepkisiz kalmaya izin vermez; bu duygu ve temenniyi aynısıyla hatta daha da güçlü bir şekilde selam verene yansıtır. Bu konudaki itici gücün kaynağı ise Nisa Suresi’nin yukarıda meali arzedilen 86. ayeti kerimesidir. Hz. Peygamber (S.A.V.)'in verdiği açıklayıcı bilgi bize ayetin; “Selamün aleyküm” diyene ya “aleyküm selam” diye karşılık vermemizi, ya da buna “ve rahmetullah” ifadesini ekleyerek “Sana da güvenlik ve esenlik, sana da Allah'ın rahmeti…” şeklinde karşılık vermemizi istiyor.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.), Kur'ân-ı Kerim'in bu mesajının iyice algılanıp uygulanmasına büyük önem atfetmiştir. Selamlaşmayı teşvik eden pek çok hadis bu gerçeği ortaya koymaktadır. Fakat başka hiçbir hadis bulunmasaydı bile tek başına şu hadis bu konuda yeterli olurdu: “Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki; iman etmeden cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmeden de iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir işi göstereyim mi? Selamı aranızda yaygınlaştırınız.”
Hadis bize şunu söylüyor: Selamı aranızda yaygın hâle getirirseniz, birbirinizi seversiniz; birbirinizi sevince gerçek imanın tadını alırsınız. Böyle bir iman, sizi cennete ulaştıracak iyi davranışlar konusunda başarılı kılacak olan enerjiyi sağlayacaktır. Çünkü selamlaşma sürecinde karşılıklı olarak sergilenen bu içten tutum iki yürek arasında bütün arka plan endişelerinden uzak, sıcak ve özel bir alan oluşturur. Bu alan müminler arası ruh bütünlüğüne zemin oluşturması bakımından önemlidir. Böyle bir ortamda bencilce ve kısır çekişmeler en aza indirilip asıl hedef olan kulluk bilinci güçlendirilebilir. Bu hakikatin pratik bir göstergesi olarak, selam vermek iman etmiş olmanın göstergesi olarak kabul edilmiştir.
Bazı sahabiler, daha önce İslam düşmanı olduğunu bildikleri bir kimse ile karşılaşmışlardı. Şahıs kendilerine selam verince, “mümin görünüp ölümden kurtulmak istiyor” düşüncesi ile adamı öldürüp mallarına el koymuşlardı. Kur'ân-ı Kerim, bu gibi durumlarda araştırma yapmadan karar verilmemesi uyarısından sonra hükmü koyuyor: “Size selam veren kimseye, dünya hayatının menfaatini gözeterek, 'Sen mümin değilsin' demeyin.” (Nisa, 4/94.) Kaldı ki, Müslüman olmasa bile bir kimseyle savaşmanın ve onu öldürmenin caiz olması için; bu kimsenin saldırgan olması, dininiz sebebi ile size düşmanca tutum içinde olması gibi birtakım özel şartları vardır.
Bireyselleşen hayatımız, bir şekilde bizi kendi içimize kilitlemiş gibi görünüyor. “Kendi kendimize yetme ve tek başımıza başarma” yolunda şeklen olmasa bile iç dünyamızda önemli ölçüde yalnız yaşadığımız bir hayatımız var. Bir tür selamlaşma korkaklığı ile malulüz. Asansörlerdeki o ürkütücü suskunluk nedir? Oysa tebessümün eşlik edeceği bir selam o kasvetli havayı yumuşatmak için yetip de artıyor bile. Yine, yolda yürürken karşılaştığımız birine selam vermek cesaretimiz yok gibi. Ya karşılık vermezse? Bunun için selam vermeyi âdeta “tanıdıklar arası bir söz alışverişi” gibi algılar olduk. “Tanıdığın ve tanımadığın kimselere selam ver." şeklinde Nebevî öğretiye çok aşina olduğumuzu söyleyebilir miyiz? Elbette bu sünnetin günümüz şartları içinde özellikle herkese açık büyük mekânlarda birebir uygulanması söz konusu değil. Ancak günlük hayatımızda buna fırsat bulabileceğimiz pek çok ortam oluşabilir. Önemli olan, selamın taşıdığı mesajı her fırsatta başkalarına taşıma bilincinin diri tutulmasıdır. Nitekim Efendimiz, selam vermek için fırsat kollamayı, âdeta bahane üretmeyi öğütlemiştir. O şöyle buyurur: “Biriniz din kardeşiyle karşılaştığı zaman ona selam versin. Eğer aralarına bir ağaç, duvar veya büyükçe bir taş girer sonra da onunla karşılaşırsa ona yine selam versin.”
Ebu Hüreyre'nin bildirdiğine göre sahabiler bu tavsiyeyi aynen uygulamışlar, birlikte yürürlerken karşılarına çıkan bir ağaç, bir duvar ya da başka bir engel sebebi ile ikiye ayrıldıktan sonra buluşunca selamlaşırlardı. Abdullah b. Ömer (R.A.)'in sırf insanlara selam vermek için çarşıya çıkması da aynı Nebevî teşvikin yansımasıdır.
Selamlaşmak insanlar arasında yakınlaşma sağladığı gibi Allah ile kul arasında da yakınlaşma sağlar. Bu bakımdan önce kimin selam verdiği gibi detaylar bile önem arz eder. Nitekim “İnsanların Allah katında en makbulü ve O'na en yakın olanı, önce selam verendir.”
Selamlaşarak içimizde var olan, ruhların birbirine yakınlaşması ihtiyacına cevap veriyoruz. Ruhunu kavrayacağımız selam bizi, içinde yalnızlıktan kurtulacağımız ülfet yurduna yerleştirecektir. O yurtta kendi adımıza güvenlik garantisi verdiğimiz kardeşlerimiz bize daha güçlü bir karşılık verme yarışında olacaklardır.
İslam dini müminlere, mümin kardeşleri için birtakım hak ve sorumluluklar yüklemiştir. Bu hak ve sorumluluklardan biri selamdır.
Selam, sadece sembolik bir ifade değil, insanlar arasındaki muhabbetin artmasına, kardeşlik duygularının güçlenmesine ve devamına vesile olan bir sevgi transferidir. İslam kardeşliğinin sürekliliği toplum hayatı için son derece önemlidir. Çünkü toplumu oluşturan insanların birbirlerine olan saygı, sevgi ve muhabbeti selamlaşma ile pekişir ve gelişir.
Selam, insanların birbirleriyle olan en güçlü iletişim araçlarından biridir. İletişime selam ile başlanır; yani insan önce selam verir, sonra kelama başlar. Bu iletişimin içten, samimi ve sıcak olması gerekir. Samimiyetle verilen selam, bazen birçok hediye ve ikramdan daha tesirli olur. Bu gönül alma eylemi ile insan, kendisine verilen selamı ağzının ucuyla değil, en içten duygularla kabul eder.
Selam, Allah'ın isimlerinden biri olarak âdeta müminlerin dostluk parolasıdır. İslam'ın doğuşundan günümüze kadar inananlar, bu parola ile anlaşmışlardır. “Selam” lafzının Arap harfleriyle yazılışında ayrı bir sembolik anlam bulunmaktadır. Kelimenin başındaki “sin” harfi üç dişli haliyle zinciri, “lam” Cibril ve diğer melekleri, “elif” Allah'ı, “mim” Muhammed (S.A.V.) ve mevcudatı sembolize eder. Dolayısıyla selam, yaratılanları Yaratan'a ve yaratılmışları birbirine ve Allah'a bağlayan bir bağdır.
Varlık âleminde Allah'tan yaratılmışlara ve yaratılmışlardan hem Allah'a, hem de varlıkların birbirlerine olan selamları bunu göstermektedir. Namazda okuduğumuz Tahiyyat bu selamlaşmaların özeti gibidir.
Göz teması, el ve baş işaretleriyle yapılan selamlaşmada lafız çok önemli değildir. Ancak selamın dua ve ritüel boyutuna taşınması için “selam” lafzıyla olması gerekmektedir. Selamın istilama dönüşmesi için dokunmaya; yani musafaha etmeye ihtiyaç vardır. Nitekim Haceru'l-Esved'i istilam, ona dokunmak demektir. İnsanlarla iletişimde ritüele dönüşen selam; dua, musafaha ve muanaka/kucaklaşma ile kemale erer. Böyle bir selam, dinî ve dünyevi afetler ile sıkıntı ve fenalıklardan uzak; uzun ve bereketli bir hayat için kavlî ve fiilî duadır. Allah Teâlâ selamı, hayatın merkezine koymuştur. İbadet hayatının da, içtimai hayatın da temelinde selam vardır.
İnsanların birbirleriyle selamlaşmaları barış ve güvenin sembolüdür. Kardeşler arası selamlaşmayı hayatın bir parçası gören İslam dini, selamın yaşaması için ona mukabeleyi ondan daha önemli bir sorumluluk olarak görmektedir.
Kardeşliğin tesisi ve sürekliliğinde paylaşmak vardır. Selamlaşmak hem kaynaşmaktır, hem de hayatı bütün zorluklarıyla paylaşmaktır. Selam insanî ilişkilerde farkındalık bilinci ortaya koyar. Selam ile insan, kardeşlerinin farkına varıp, ziyaret ederek hayatın zorluk ve kolaylığını, sevinç ve üzüntüsünü paylaşmış olur. Selam en hayırlı amellerden biri kabul edilir.
Kardeşlerin birbirini sevmesi, birlikteliğin devamı için gereklidir. Birbirini sevmenin alameti selamlaşmaktır. Selam muhabbet vesilesidir. Bu yüzden selam, ne kadar güzel ve cömertçe verilirse o oranda muhabbet meydana getirir. Sürdürülebilir bir dostlukta selam çok mühim bir vazife icra etmektedir. Selam dostlar arasındaki bağı kuvvetlendiren bir ilgi ifadesi olup, toplumdaki fertler arasındaki kaynaşmayı arttırmaktadır. Selamın etkisi de buradadır. Çünkü selam, toplu olarak yaşayan insanların cemiyet içerisinde birbirlerine saygı ve hürmet gösterme şeklidir. Selam, verenle alanı yakınlaştırır, samimileştirir, birbirine ısıtır ve gönülleri bir yapar.
İnsan selam sayesinde insanlarla kendi arasına bir köprü kurmaktadır. Yalnızlaşan günümüz insanı çevresiyle arasına duvar örerken, İslam dini selamı hayatın merkezine koymakta ve kardeşler arası iletişimde köprü kurmaya vesile olmaktadır. Aynı dünya üzerinde beraber yaşadığımız insanlarla iyi geçinmek durumundayız. İyi geçinmek için karşılıklı sevgi ve saygıya muhtacız. Bu sevgi ve saygının oluşmasında selamın büyük bir yeri ve etkisi vardır. Toplumdaki dirlik ve huzur buna bağlıdır. Selam, insanlar arası sevgi ve saygının artmasına vesiledir. Sevgi ve saygı olmadan birlik ve beraberlik, birlik ve beraberlik olmadan da huzur olmaz.
Sevgi, muhabbet ve dostluğu artıran en güzel vesile onları arayıp sormak suretiyle fiilî ve kalbî selamdır.
Selamlaşma, kızgınlık ve dargınlık, kin ve nefret gibi insanlar arasında düşmanlığa sebep olan kötü huy ve davranışları yok eder. Böylece selam, müminlerin birbirleriyle görüşmelerini, kaynaşmalarını, birbirlerinden ayrılmamalarını ve kalplerinin birbirine ısınmasını sağlar.
Günümüz toplumlarında insanlar arası münasebetler azalmakta ve dostluklar soğumaktadır. Şu bir gerçek ki modern dünya tasavvuru fertleri acımasızca potasında eritmekte ve insanlar, kalabalıklar içinde yalnızlaşmaktadır. Bu yalnızlaşma ile insanlar birbirleriyle selamlaşmıyor, dert ve sıkıntısını paylaşmıyor. Aynı apartmanda yan yana oturan veya aynı handa, aynı iş merkezinde ticaret yapan insanlar selamlaşmamakta, birbirleriyle ilgilenmemekte ve giderek yalnızlaşmaktadırlar. Hâlbuki insan, insana muhtaçtır. Çünkü insan, insanın kurdu değil yurdu, sığınağı, koruyucusudur.
Sürdürülebilir bir kardeşlik için selam gerekir, muhabbet gerekir, vermek gerekir. Eğer kardeşlerimize selam vermemek için yönümüzü, yüzümüzü, gözümüzü ve gönlümüzü kaçırırsak, Allah'ın rahmetinden uzaklaşmış oluruz. Müslüman bir yürek, kardeşine sevgi ve saygıyla davranır. Mümin bir kalp, Allah'ın isimlerinden olan selamı kardeşinden esirgemez. Çünkü kardeşlik ve dostluğun devamı ona bağlıdır.
Selamın anlam ve önemi ile toplum hayatındaki yeri ve insanî ilişkilerin iyileşmesindeki rolü hakkında sunulan özet bilgilerle beynimizi biledikten sonra dilerseniz “Sabaha Kadar Selam” konusuna geçelim.
Aslında müslümanın hayatının her safhasında selamın müstesna ve mutena bir yeri vardır. Zira O’nun sözü selam, özü selam, yakınlarından, dostlarından, meleklerden ve Mevla’sından duymak istediği söz selamdır. Kıldığı farz, vacib, sünnet ve nafile namazların yarısında ve hitamında okuduğu tahiyyat duasında, Allah’a ve Resulullah’a saygılarını sunmakta, kendisiyle birlikte Allah’ın salih kullarına selam ve selamet niyazında bulunmaktadır. Resulullah’a olan selam ve sevgisiyle bağlılığını da getirdiği salat ve selam ile ifade etmektedir.
Öteyandan yılda bir defa gelen ve içinde Kadir Gecesi olmayan bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’nin önemli özelliklerinden biri de güneş batımından sabah tan yerinin ağarmasına kadar müslümana selam ve selamet olmasıdır ki, melekler bu gecede ibadet ve taat hâlinde olan müminlere sürekli selam verip onlar için istiğfarda bulunurlar.
Tabii meleklerin müminleri selamladıkları tek zaman Kadir Gecesi değildir. Peygamberlere ilahî mesajları getirdiklerinde onlara selam verdikleri gibi, müminlerin ruhlarını alırken ve cennete girdiklerini görürken de onları selamlarlar. Bu hususları dikkatimize getiren ayetler şunlardır:
“Andolsun ki elçilerimiz (melekler) İbrahim’e müjde getirdiler ve: ‘Selam (sana)’ dediler. O da: ‘(Size de) selam’ dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.” (Hud, 69)
Abdullah bin Abbas ayet-i kerimede Hz. İbrahim’e gelip selam verdikleri bildirilen elçilerin Cebrail ve iki melek olduğunu söylemiştir. Bu iki meleğin de Mikâil ve İsrafil oldukları rivayet edilmiştir.
“(Muttakiler) Meleklerin, ‘size selam olsun. Yapmış olduğunuz (iyi) işlere karşılık cennete girin’ diyerek tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir.” (Nahl, 32)
“Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete sevkedilir. Oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: ‘Selam size tertemiz geldiniz. Artık ebedi kalmak üzere girin buraya derler.’” (Zümer, 73)
Furkan Suresi’nin 75. ayetinde de Allah’ın has kullarına cennette verilecek makamla yapılan karşılama ile ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır: “İşte onlara, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamı verilecek, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır.”
Kadir Gecesi’nin kıymet ve kudsiyeti ile o gece dünyayı dolduran meleklerin müminlere merhamet ve mağfiret istemelerinin ve onlara selam verip selamet-i dâreyn dileğinde bulunmalarının mana, mahiyet ve mehabetini kavrayabilmek için Kadr Sure-i celîlesinin meal-i âlîsini buyurun birlikte okuyalım:
“Biz O’nu (Kur’an’ı) Kadir Gecesi’nde indirdik.
Kadir Gecesi’nin ne olduğunu sen bilir misin?
Kadir Gecesi, bin aydan hayırlıdır.
O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar.
O gece, selam (esenlik) doludur. Ta fecrin doğuşuna kadar.” (Kadir, 1-5)
Bu sure-i celîleyi teennî, tedebbür ve tefekkürle okuyan her müslüman, itinası, ihtimamı ve ihlası nispetinde meleklerin müminlere yakınlıklarını hissedecek, selamlarını duyarcasına haz ve huzura erecektir.
Değerli din bilginlerinden merhum Elmalılı M. Hamdi Yazır Hak Dini Kur’an Dili adlı eserinde bu surenin 5. ayetinde geçen “selamün” kelimesini açıklarken şu bilgilere yer vermektedir:
Kadir Gecesi büyük büyük mukadderatın tayin ve yerine getirilmesi maksadıyla her emirden görevli meleklerin ve ruhun peyderpey inmesiyle, yeryüzünde büyük bir tazyik (baskı) meydana getiren fevkalâde büyük bir ruhaniyete erişmiş ve sabah oluncaya kadar böyle hayır ve selamet olan büyük bir gecedir. Böyle bir gecenin sabahı ise sırf hayır ve selamet olacağı öncelikle sabit olur.
Bunun selam ve selamet olmasına verilen mânâlar şunlardır:
1- Meleklerin müminlere selam ve duasının çokluğu.
2- Şerlerden ve afetlerden salim olmak manasına tam selamet ve menfaat, hayır olması ki, şeytanın saldırısından selamet manası da bunda dahildir.
3- Ebu Müslim’in görüşüne göre korkulu rüzgarlardan, yıldırımlardan ve bunlara benzer ezalardan salim olmasıdır.
4- Bölümlerinin her birinde ibadet etmek bin aydan hayırlı olmakta farklılıktan salim olmasıdır. Çünkü diğer gecelerde farz ilk üçte birinde, nafileler ortasında, dua seherde olması müstehaptır.
Şu da bilinmiş olsun ki, bu mübarek gecede dua sünnettir. O icabet vakitlerinden birisidir. İmam Ahmed ve sahih diyerek Tirmizî, Nesaî, İbnü Mâce ve daha diğerleri Hz. Aişe’den şöyle rivayet etmişlerdir: Demiştir ki: “Ey Allah’ın Resulü, Kadir Gecesine rastlarsam ne diyeyim?” dedim. Buyurdu ki: “Allah’ım sen affedicisin, affı seversin, beni affeyle, de.” Aynı şekilde namaz ve diğer ibadet şekilleri ile gayret ederek çalışmak da sünnettir. Süfyan-ı Sevrî demiştir ki, o gece dua etmek, namaz kılmaktan daha sevaptır. Kur’ân okuyup da dua ederse güzel olur. Resul-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz Ramazan geceleri gayretle çalışır ve tertîl ile Kur’ân okurdu. Rahmet âyeti geçtikçe ister, azap âyeti geçtikçe Allah’a sığınırdı.
İbn-ü Recep de demiştir ki: En mükemmel olan namaz, Kur’ân kırâeti, dua, tefekkürü toplamaktır. Peygamber (S.A.V.) bunların hepsini yapardı. Özellikle son onunda daha çok yapardı. Bazıları demişlerdir ki: Teravih ile kıyam meydana gelir. Beyhakî, Enes b. Malik (R.A.)’ten şöyle rivayet etmiştir: Resulullah (S.A.V.) buyurdu ki: “Her kim Ramazan ayı çıkıncaya kadar akşam ve yatsı namazlarını cemaatle kılarsa Kadir Gecesi’nden birçok haz alır.” Malik ve İbnü Ebi Şeybe ve İbnü Zencûye, Beyhakî Said b. Müseyyeb’den rivayet etmişlerdir ki: Kadir Gecesi yatsı namazında cemaatte hazır bulunan ondan nasibini almış olur.
Haşr Suresi’nin 23. ayetinde görüldüğü üzere Allah Teâlâ’nın esma-i hüsnasından (güzel isimlerinden) biri de “es-Selam” ism-i şerifidir. Cennet-i âlâ’nın isimlerinden biri de dârusselam (esenlik yurdu)dır. Muttakilere esenlik yurdu cennetin ihsan edileceğinin vurgulandığı En’an Suresi’nin 127. ayetinde:
“Rableri katında onlara (öğüt alan müslümanlara) dârusselam (esenlik yurdu cennet) vardır ve yapmakta oldukları (güzel) işler sebebiyle Allah onların dostudur.” buyurulmaktadır.
Selam ism-i şerifinin sahibi olan yüce Allah, kullarını dârusselam (esenlik yurdu) olan cennete çağırmaktadır. Bu hususta Yunus Suresi’nin 25. ayetinde: “Allah kullarını dârusselama (esenlik yurduna) çağırıyor ve O dilediğini doğru yola iletir.” buyurulmaktadır.
Mealleri arzedilen ayet-i kerimelerde geçen dârusselamdan (esenlik yurdundan) maksat cennettir. Selam, esenlik ve huzur olarak da yorumlanmıştır. Çünkü cennette bulunanlar her türlü hoşnutsuzluktan uzak, esenlik ve selamet içredirler. Cennete “selam yurdu) denmesinin sebebi, orada bulunanlarla melekler arasında ve kendi aralarında selamlaşmanın yaygın olmasıdır.
Bu hususun beyan buyurulduğu Yunus Suresi’nin 9-10. ayet-i kerimeleriyle İbrahim Suresi’nin 23. ayet-i kerimesinin mealleri şöyledir:
“İman edip güzel işler yapanlara gelince, imanları sebebiyle Rableri onları nimet dolu cennetlerde, alt tarafından ırmaklar akan (saraylara) erdirir.” (Yunus, 9)
“Onların oradaki duası: ‘Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz.’ (sözleridir) Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise ‘selam’dır. Onların dualarının sonu da şudur: ‘Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.’” (Yunus, 10)
“İman edip de iyi işler yapanlar, Rablerinin izniyle içinde ebedi kalacakları ve zemininden ırmaklar akan cennetlere sokulacaklardır. Orada (birbirleriyle) karşılaştıkça söyledikleri ‘selam’dır.” (İbrahim, 23)
Kur’ân-ı Kerim’in bazı ayetlerinde belirtildiği üzere dünyada bazı peygamberleriyle seçkin kullarına “selam olsun” buyuran yüce Allah, ahirette cennet ehline iltifatı da selamdır. Bu hususları dikkatimize getiren ayet-i kerimelerin mealleri şöyledir:
“(Resulüm!) De ki: Hamd olsun Allah’a, selam olsun seçkin kıldığı kullarına.” (Neml, 59)
Allah’ın seçkin kullarından maksat peygamberler veya Hz. Peygamberin ashabı ya da ilahi rızaya mazhar olan gelmiş-gelecek bütün müminler olabileceği ifade edilmiştir.
“Bütün alemlerde Nuh’a selam olsun.” (Saffat, 79)
“İbrahim’e selam dedik.” (Saffat, 109)
“Musa ve Harun’a selam olsun.” (Saffat, 120)
“İlyasa selam dedik.” (Saffat, 130)
“Gönderilen bütün peygamberlere selam olsun.” (Saffat, 181)
Meryem Suresi’nin 15. ayetinde Hz. Yahya (A.S.) ile ilgili olarak: “Doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kabrinden kaldırılacağı gün ona selam olsun.” buyurulmuştur.
Aynı surenin 33. ayetinde beyan buyurulduğu üzere çocukken konuşan Hz. İsa (A.S.)’nın söylediği sözlerden biri de: “Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün selam (esenlik) banadır.” cümlesi olmuştur.
“Kendisine kavuştukları gün Allah’ın onlara (müminlere) iltifatı ‘selam’dır. Allah onlara çok değerli mükafat hazırlamıştır.” (Ahzab, 44)
“Onlara (cennetliklere) merhametli Rabbin söylediği selam vardır.” (Yasin, 58)
Bu ayet-i kerimenin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere selam ile merhamet arasında derin ve ince bir bağ vardır. Bu bakımdan insanların yanlarında olmayan yakınlarıyla dostlarına birileri aracılığıyla selam gönderirken söyledikleri “selam söyle” sözü ona karşı içten bir sevgi, gönülden bir şefkat ve merhamet hissini dilegetirmektedir. Öyle ya, selam söylemek sevme işidir, selam veren de seven kişidir.
Allah cümlemizi bu işi içtenlikle ifa eden kişilerden eylesin.
Allah Teâlâ’nın esma-i hüsnasından biri selam,
Cennet-i ala’nın isimlerinden biri darusselam,
Kadir Gecesi sabaha kadar selam,
Allah Teâlâ’nın cennet ehlini taltifi selam,
Meleklerin müminlere dünya ve ahirette sözleri selam,
Müslümanların peygamberlerine sevgi ve saygılarının sembolü salat ve selam,
Namazlarını noktaladıkları son söz de selamdır.
Yolda karşılaştıklarında, biraraya gelip buluştuklarında, telefonla konuştuklarında, herhangi bir yere girip çıktıklarında yapacakları ilk iş selamlaşmak olmalıdır.
Allah Teâlâ’nın selam ism-i şerifinin tecellisine erip selam alıp selam veren, selamet sahiline eren ve selam yurdu cennete giren selam ehli insanlardan olmamız dileğiyle sözlerimi noktalarken, Kadir Gecesinde estirilen selam ve selamet havasını bolca teneffüs edip, Mevla-yı Müte’âl Hazretlerinin mağfiretine ve meleklerin muhabbetine mazhar olmamızı niyaz ediyor, saygılar sunuyorum.”
Dr. Ateş’in alkışlar arasında noktalanan bu güzel konuşmasının ardından, huzur havasının hâkim olduğu salonda sunulan kandil simitlerini alıp, iftar hazırlıklarını yapmak ve edindikleri bilgilerle Kadir Gecesi’ni karşılayıp ihya etmenin gayret ve kararlılığıyla evlerine dönen davetlilerin salondan ayrılmalarından sonra Vakıf yönetimince önceden tespit ve davet edilen yoksul yurttaşlar salona alınarak dağıtılan nakdi yardımlarla yüzleri güldürüldü.