Sağlam Temel ve Sâlih Amel
YOYAV’da ayda bir defa düzenlenen kültürel etkinliklerden biri olan “Sorun Söyleyelim Sohbet Toplantısı” serisinin 2017 Aralık ayı halkası 21 Aralık 2017 Perşembe günü gerçekleştirildi. Yılın hitamına 10 gün kala YOYAV Kültür Merkezi’nde tertiplenen bu sohbet toplantısı da öncekilerde olduğu gibi yoğun ilgi gördü.
Kurs Öğretmenlerinden Afet Tan’ın öğrencilerinin ikram ettikleri kahvaltıya katılan konukların konferans salonundaki yerlerini almalarının ardından kürsüye gelen YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, “Sağlam Temel ve Sâlih Amel” konulu sohbetinde önemli açıklamalarda bulundu.
Dr. Ateş, dikkatle dinlenen konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Vakfımızın emektârı, hizmetkârı vefakâr mensupları ve dostları olan kıymetli konuklar, muhterem misafirlerimiz, sevgili kardeşlerim! Hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, sağlık, saadet ve afiyette dâim olmanız dileğiyle sözlerime başlarken, Mevlâ-i Müte’âl Hazretlerinin sevdiği, sevdirdiği ve sevindirdiği mutlu, müstesnâ ve mümtâz kişilerden olmanızı diliyorum. Yüce Rabbimizden bana anlatıp aktarmada, sizlere de dinleyip değerlendirmede ve îcâbına uyup uygulamada tevfîkini refik etmesini niyaz ediyorum.
Kıymetli kardeşlerim!
Ben bugün burada sizlere, dünyada benzeri bulunmayan önemli bir binadan söz edeceğim. Bu bina öyle mübârek ve muhteşem bir binadır ki, ne gökdelenler, ne saraylar, ne şatolar, ne yalılar, ne de benzeri büyük ve görkemli yapılar ona benzer. Sizlere özellik ve güzelliklerini arz etmeye çalışacağım bu bina, Allah Teâlâ’nın iradesi ile inşa edilen, kuralları ile kriterleri Kur’ân’da belirtilen, mimarı da Hz. Muhammed aleyhisselam olan İslam binasıdır. Evsâfını iki “t”, dört “d” ve dört “s” ile başlayan on kelime ile özetleyebileceğimiz bu mübârek ve muhteşem bina, İslam binasıdır. Temeli Tevhid, tavanı Takvâ, duvarları doğruluk, dostluk, duyarlılık ve dirâyet, sütunları da sadâkat, samîmiyet, sevgi ve saygı olan bu binada bulunup dünya ve ahiret saadetine ermek için îmân anahtarıyla kulluk kapısını açarak sâlih amel merdiveninin ilim, irfan, iz’an, ihsân, infâk ve ihlâs basamaklarını tırmanmak gerekir. Tevhid temeli üzerine tesis edilen bu saâdet sarayının sâkinlerinden olabilmek için, kulluk kapısından saygıyla girerek, sıralanan sâlih amel basamaklarından takvâ tavanına doğru yükselmek gerekir. Tevhidi temel edinmeyen, kulluğu kabul etmeyen ve îmân anahtarına sahip olmayan kimse, bu binaya giremeyeceği gibi, kurtuluşa da eremez. Dolayısıyla her şeyden önce kulluk kapısıyla, îmân anahtarının anlam ve önemini idrâk edip, îcâbının îfâsı cihetine gitmek gerekir.
Îmân ve sâlih amel, islamın üzerinde ısrarla durduğu önemli bir husustur. Kutsal Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in bir çok ayetinde imanla sâlih amel bir arada ve ard arda zikredilmiştir. Önce îmân geçmiş, onu sâlih amel izlemiştir. “Îmân edenler ve sâlih amel işleyenler” cümlesi müteaddid ayet-i kerîmelerde defalarca dikkatimize getirilmiştir. Öyle ki, îmân amelin kabul edilmesinin şartı, amel de îmânın korunmasının gereği kabul edilmiştir. Bunun için biz bugünkü sohbetimizin konusunu “Sağlam Temel ve Sâlih Amel” olarak belirledik. Allah temelimizi sağlam, amelimizi sâlih ve tüm davranışlarımızı rızasına yönelik eylesin.
İnsanlar için kurtuluş vesîlesi olan dört önemli esasın vurgulandığı üç ayetten oluşan Asr Suresi’ni dikkatle ve dirâyetle okuyarak üzerinde durup düşünmemiz gerekir. Bu Sure-i celîlede yüce Yaradan şöyle buyurmaktadır:
“Asra yemin ederim ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak îmân edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine Hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.”
Bu ayet-i kerîmelerin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere insanı hüsrana (ziyana) düşmekten koruyacak dört önemli esasın başında îmân gelmekte, onu sâlih ameller işlemek izlemektedir. Millî Şairimiz merhum Mehmet Akif Ersoy bu ayet-i kerîmelerden esinlenerek şöyle demiştir:
“Hâlik’in nâ-mütenâhî adı var en başı ‘Hak’
Ne büyük şey kul için Hakk’ı tutup kaldırmak.
Hani ashâb-ı kirâm ayrılalım derlerken,
Mutlaka sure-i ve’l-asr’ı okumuş bu neden?
Çünkü meknûn o büyük surede esrâr-ı felâh.
Başta îmân-ı hakîkî geliyor sonra salâh.
Sonra Hak, sonra sebat: İşte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.”
Allah Teâlâ bu surede yemin ederek söze başladığı gibi, Tîn Suresi’nde de yine yemin ederek söze başlayıp ilk beş ayetinde: “İncire, zeytine, Sina Dağı’na ve şu emin beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” buyurduktan sonra altıncı ayetinde: “Fakat iman edip sâlih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır.” buyurarak, o en güzel biçime yaraşır, Allah’ın rızasına uyarak ilerisi, ahireti için hayra yarar, meyve verir, güzel işler yapan kimseler hariç, bunlar öyle geri çevrilmez, o aşağılık çukuruna düşmez, görünüş güzelliğini, maddî kıvamı kaybetseler bile ona karşılık kurtuluşa, en güzel olan mutlak güzelliğe, daha çok sevimliliği, o iman ve amelin meyvelerini koparacak güzel sona doğru gideceklerine işaret etmiştir.
Beyyine Suresi’nin 7 ve 8. ayetlerinde de: “İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı onlardır. Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah’dan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O’na saygı gösterenler) içindir.” buyurarak iman sahibi olup, sâlih amel işleyenlere sağlanacak saadeti dikkatimize getirmiştir. Merhum Elmalılı M. Hamdi Yazır meşhur Hak Dini Kur’ân Dili eserinde (cilt 9, sayfa 364-366) bu ayet-i kerimeleri açıklarken şu cümlelere yer vermiştir:
Güzel ameller işleyenler, sadece namaz ve zekât gibi dinin aslî temellerinden olan amellere mahsus değil, gerek esaslardan ve gerek ayrıntılardan, gerek farzlarından, gerek nafilelerden, gerek ibâdetlerden, gerek muamelelerden Allah rızasına uygun olan, kurtuluşa hizmet eden, hayra yarar bütün iyi ve faydalı amelleri işlemek ve yasaklardan sakınmak da güzel amel (amel-i sâlih) manasında dâhildir. Zira amel, işlemeyi ve terk etmeyi içine alır. Bilinmektedir ki, “es-sâlihâti” elif lam ile süslenmiş çoğul olduğu için hepsini kapsamayı ifade eder. Fakat bundan her ferdin, her iyi ameli yapmakla yükümlü olduğu da sorulmamalıdır. “Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez.” (Al-i İmran 286) ayeti gereğince
herkesin hissesi ehliyet ve gücüyle orantılıdır. Râzî der ki: “İyi ameller işlediler” çoğulun, çoğula karşılık vermesi kabilindendir. Onun için bir kişinin bütün güzel amelleri yapmakla yükümlü olması gerekmez. Belki her yükümlünün bir hazzı, selâhiyeti, zenginin hazzı vermekte, fakirin hazzı da almaktadır. Elverir ki herkes kendi hâlince kurtuluşa çalışsın.
“İşte onlar, halkın en hayırlısıdırlar.” Bütün halkın en hayırlısıdır. Amelce de hayırlısı, Allah katındaki makamca da hayırlısıdır. Demek ki, iman edip de güzel amele çalışmazsa, onlar halkın en şerrîri olmasalar bile en hayırlısı da değildirler. “Hayru’l-beriyye”, hem îmân edip, hem iyi ameller işleyenlerdir. ‘Onların cezası’, yani o iman ve amellerine karşılık ecir ve mükâfatları ‘Rableri katında, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleridir. İçlerinde ebedî olarak orada cismanî ve ruhanî türlü nimetlerle ebedî olarak nimetleneceklerdir.’
Bunların birincisi olarak ‘halkın en hayırlıları’ diye övülmelerinin önce getirilişi;
İkincisi olarak bu nail olacakları nimetlerin amelleri karşılığı olduğunu anlatmak üzere ‘ceza’ deyimiyle ifade edilmesi;
Üçüncü olarak bunun Allah Teâlâ katından olmasının açıklanması;
Dördüncüsü olarak bunun derece derece kemâle erdirmek demek olan terbiye mefhumuna işaret eden Rablik ünvânıyla ifadesi;
Beşinci olarak bunun onlara raci (dönen) ‘hüm’ zamirine izafetle ifade olunarak terbiye ve kullukta özel şereflerine işaret olunması;
Altıncı olarak cennetlerin içinde oturma mefhumuna işaret eden Adn’e izafetle beraber çoğulun çoğula karşılaştırılmasıyla her birine bir cennet düşecek kadar çokluk ve genişliğine işaret olmak üzere çoğul siygasıyla ve aynı zamanda dengi görülmedik ve tarife sığmayacak şekilde yüksekliğine, şanının büyüklüğüne tembih için nekre olarak getirilmesi;
Yedinci olarak hayatın mayası olan feyiz ve nimetinin hoşluk ve güzelliğinin devamlı artan güzel cereyanını duyurmak üzere ‘altından ırmaklar akan’ vasfıyla vasıflandırılması;
Sekinci olarak onlarda takdir edilmiş hâl olmak üzere ebedîlik demek olan ‘hulûd’ün açıklanmasıyla beraber bir de ‘ebedîlik’ kaydıyla tekid edilmesi o müminlerin güzel halleriyle mükâfatlarının büyüklüğünü açıklama açısından ne kadar dikkate şâyândır. Gerçekte ‘hulûd’ ebedîlik demek olduğu için sadece ‘orada ebedîdirler’ denilmekle de aynı mânâ ifade edilmiş olur. Ancak ‘hulûd’ müddet kalmak manasına da kullanıldığı için bu ihtimali defetmek için “ebeda” ile de tekid olunmuştur. Bu tekid pek çok ayetlerde cehennem ehlinin ebedîliğinde de cennet ehlinin ebedîliğinde de vardır. Fakat görülüyor ki, bu surede kâfirlerin cehennem ateşinde ebedî oluşları ‘ebeden’ kelimesiyle tekid edilmemiş olduğu hâlde müminlerin cennetlerde ebedî oluşları açıkça te’bîd (devam ettirme) ile de tekid edilmiştir... Bu mükâfat ise, Rabbinden korkanlara mahsustur. Yani bu başarının tek sebebi ve hikmeti Allah korkusunu duymaktır… Haşyet, tazim ile sevgi neticesi olan saygı manasına bir korkudur. Onun için haşyet itaatte mutlak güzele layık, ihsana yaklaştıracak yüksek bir aşk heyecanı uyandıran güzel bir ruh hâlidir.
Temeli Tevhid ve tavanı takvâ olan İslam binasına kulluk kapısından girip dünya ve ahiret saadetine vesîle olacak sâlih amellerle duyarlı davranışlarda bulunmanız temennnisiyle sözlerimi noktalarken gününüzün dününüzden, yarınınızın bugününüzden güzel ve son anınızın en güzel olmasını diliyor, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.”
Bu kare kod ile haberi telefonunuza indirebilirsiniz.