Salavât’ın Sağladığı Saadet
Yıllardır yürüte geldiği hayrî, sosyal ve kültürel faaliyetlerini geliştirerek gerçekleştirmenin gayreti içinde olan YOYAV, 2017 yılının ilk ayında planladığı etkinliklerin ilkini 4 Ocak 2017 Çarşamba günü düzenlediği “Kur’ânî Birliktelik ve Dua Günü” programı ile başlattı.
Ayda bir defa düzenlenen ve ilgi ile izlenen bu programda ebediyete intikal eden büyükleri ile diğer yakınları için dua edilmesi dileğinde bulunan Vakıf mensupları ile dostlarının istekleri istikametinde okutulan 31 hatm-i şerîf, 932 Yâsîn-i şerîf, 580 Mülk-ü şerîf, 490 Nebe-i şerîf, 6300 İhlâs-ı şerîf, 316 Feth-i şerîf, 100 Tevbe Suresi, 100 Kıyame Suresi, 2900 İnşirah Suresi, 1000 Fatiha-i şerîf, 873 bin kelime-i tevhid ve 37 bin 444 salavât-ı şerîfenin duasını yaparak sevabını dilek sahipleri ile toplantıya katılan tüm konukların yakınlarının ruhları ile ebediyete göçen din ve devlet büyüklerimizle şehitlerimizin ruhlarına armağan eden YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, dua öncesi yaptığı “Salavât’ın Sağladığı Saadet” konulu sohbetinde yaptığı açıklamalarla davetlilere duygulu dakikalar yaşattı. Dr. Ateş, dikkatle dinlenen konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Kıymetli konuklar, değerli dostlar, sevgili kardeşlerim!
Hayrî, sosyal ve kültürel faaliyetlerle dolu bir yılı daha geride bırakıp, 2017 yılının ilk ayının dördüncü gününde düzenlenen ilk toplantının “Kur’ânî Birliktelik ve Dua Günü” toplantısı olmasından duyduğum mutluluğu, siz kıymetli kardeşlerimizle paylaşmanın sevinç ve saadeti içinde güzîde heyetinizi gönülden ve samimî duygularımızla selamlıyor, bu ve benzeri birlikteliklerimizin ömür boyu devam etmesi ve rıza-i Rahmân’a yönelik olması temennisiyle sözlerime başlarken, üç gün önce girdiğimiz yeni yılın hepimiz için hayırlara vesîle olmasını diliyorum.
Bugünkü birlikteliğimizde inşallah, sizlere salavât-ı şerîfenin fazileti ile sağladığı saadet hakkında bazı özet bilgiler sunarak konuyla ilgili yeni ve yararlı bilgilerle donanarak, Efendimiz (s.a.v.)’e salavât-ı şerîfe getirmede daha dikkatli ve duyarlı davranmanıza katkıda bulunmanın gayreti içinde olacağım. Yüce Rabbimizden bana anlatıp aktarmada, sizlere de dikkatle dinleyip öğrendiklerinizi uygulamada tevfîkini refîk etmesini niyaz ediyorum.
Müslümanlar, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e her fırsatta salavât getirmekle yükümlüdürler. Bilhassa dualardan önce ve sonra hamdelenin akabinde salvelede bulunmalıdırlar. Yani Allah Teâlâ’ya hamd-ü senâdan sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)’e salât ve selamda bulunmalıdırlar. Salavâtın, duanın olmazsa olmazı ve Resûlullah ile iletişim içinde olmanın iksiri olduğunu unutmamalıdırlar.
Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Ahzab Suresi’nin 56. ayet-i kerîmesinde, Mevlâ-i Müte’âl Hazretleri mümin kullarına şu talimatı vermektedir:
“Allah ve melekleri, peygambere çok salavât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavât getirin ve tam teslimiyetle selam verin.”
Allah’ın salavâtı, rahmet etmek ve kulunun şanını yüceltmektir. Meleklerin salavâtı, Peygamber’in şanını yüceltmek, müminlere bağış dilemek anlamınadır. Müminlerin salâtı ise, dua anlamına gelmektedir. Allah Teâlâ bütün müminlere, peygamberlerine salât ve selam getirmelerini emretmekte ve O’na saygı göstermelerini istemektedir. “Allahümme salli alâ Muhammedin” demek salât, “esselâmü aleyke eyyühe’n nebiyyü” demek selamdır.
Ahzab Suresi’nin meali arz edilen 56. ayeti gösteriyor ki, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e salavât getirmek farzdır. Ancak tekrarına değinilmemiştir. Sahih olan şudur ki, ismi zikrolundukça vâcib olur. Bu hususta birçok hadisler rivayet olunmuştur. Bu cümleden olmak üzere Resûlullah (s.a.v.) buyurmuştur ki:
“Yanında adım zikrolunup da bana salavât getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün.”Yine buyurmuştur ki:
“Allah Teâlâ benim için iki melek görevlendirmiştir. Ben bir müslümanın yanında anıldığımda bana salavât getirdi mi, mutlaka o iki melek ona ‘Allah seni bağışlasın’ derler. Allah Teâlâ ve diğer melekleri de o iki meleğe cevap olarak ‘amin’ derler. Bir müslümanın yanında adım zikrolunduğunda da bana salavât getirmedi mi mutlaka o iki melek ‘Allah seni bağışlamasın’ derler. Yüce Allah ve öteki melekleri de o iki meleğe cevaben ‘amin’ derler.”
Bazıları Resûlullah (s.a.v.)’in adı tekrar tekrar anılsa bile bir mecliste bir kez vâcib olur demişlerdir. Nitekim secde ayetinin aynı yerde birkaç defa okunması halinde de durum böyledir. Bunun gibi her duanın başında ve sonunda da vâciptir. Namazda “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdun mecîd.” diye salavât okumak biz Hanifilerce vâciplerden değil, sünnettir. İbrahîm Neha’î’den rivayet edildiğine göre: “Sahabeler teşehhüddeki ‘esselâmü aleyke eyyuhe’n Nebiyyü ve Rahmetullâhi ve berekâtühû’ ile yetinebilirlerdi.” demiştir. Fakat İmam-ı Şâfi’î Hazretleri: “Namazın sahîh olması için salavât şarttır, vâciptir.” demiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’den rivayet edilen çok sayıda salavât-ı şerîfe vardır. Bunları okumak, mümkün olduğu kadar çok salât ve selam getirmek, Peygamber (s.a.v.)’in sevgisini celb eder, şefaatine sebep olur. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sevgisine mazhar ve şefaatine nâil olmak isteyen, O’na bolca salavât getirmenin gayreti içinde olmalıdır. Bir hadîs-i şerîfte belirtildiği üzere, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e bir salavât getirene Allah Teâlâ’nın on salât (rahmet) edeceği unutulmamalıdır.
Malum olduğu üzere sevenin sevdiğini unutmaması, onu çokça anması, yanında ve yakınında olmayı istemesi, onunla birlikteliği başkalarıyla birlikteliğe ve onunla sohbeti başkalarıyla sohbete tercih etmesi esastır. Seven sevdiğini anar ve arar. Müslüman da Peygamberini anar, arar ve O’nun aşkıyla yanar. Sık sık ziyaret etmek için can atar. Merhum Yunus Emre’nin dediği gibi:
“Arayı arayı bulsam izini.
İzinin tozuna sürsem yüzümü.
Hak nasip eylese görsem yüzünü.
Ya Muhammed canım arzular seni.” der.
Yakın, uzak demeyip, her an Hz. Peygamber (s.a.v.)’in huzurunda imiş gibi:
“Essalâtü vesselâmü aleyke yâ Resûlallâh” yani “Ey Allah’ın Resûlü! Salât ve selam sana.”
“Essalâtü vesselâmü aleyke yâ Habîballâh” yani “Ey Allah’ın Sevgilisi! Salât ve selam sana.”
“Essalâtü vesselâmü aleyke yâ nure arşillâh” yani “Ey Allah’ın Arşının nuru! Salât ve selam sana.”
“Essalâtü vesselâmü aleyke yâ seyyide’l evvelîne ve’l âhirîn” yani “Ey öncekilerin ve sonrakilerin Efendisi! Salât ve selâm sana.” demeyi diline tesbih eder. Onunla da kalmaz, esen rüzgârlar, uçan kuşlar, hac ve umreye giden dostlarla Resûlullah’a selam gönderir. Tıpkı Sabâ esintisine yalvararak, Resûlullah’a selam ve sevgisini iletmesini isteyen şair gibi:
“İn nilte yâ rîha’s Sabâ yevmen ilâ ardı’l Harem.
Belliğ selâmî Ravdaten fîha’n Nebiyyü’l Muhterem.”
Yani:
“Uğrar isen ey bâd-ı Sabâ Haremeyne
Tâ’zîmimi arz eyle Resûlü’s-Sekaleyne.” der.
Ben de bu aşk ve inançla kaleme aldığım şu dörtlüğü sürekli söyleyerek Efendimiz (s.a.v.)’e salât ve selamlarını göndermelerini tüm dost ve kardeşlerime içtenlikte tavsiye ediyorum:
“Salât sana, selam sana,
Sevgililer sevgilisi!
Âlemlere rahmet olan,
Bize insanlık incisi.”
Unutulmamalıdır ki, Peygamber’e salât ve selamda bulunmamız, bizi O’na yaklaştırır, sevgisi ve şefaatiyle kucaklaştırır. Darda kaldığımızda desteğimiz, zorda kaldığımızda yardımcımız olmasına vesîle olur. Yeri gelmişken bu hususla ilgili hepimizin ibret alması ve üzerinde durup düşünmesi gereken yaşanmış bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum:
Muhammed bin Münkedir, babasından duyduğu bir olayı şöyle anlatmıştır: “Süfyân-ı Sevrî Hazretleri, Kâbe-i Muazzama’nın etrafında tavaf ederken, bir adamın devamlı Hz. Peygamber’e salavât getirdiğini görür ve ona ‘ey şu kişi! Bakıyorum ki sen tesbîhi, tehlîli bırakıp sürekli Peygamber’e salavât getiriyorsun, bu hususla ilgili bir bildiğin mi var?’ der. O kişi, kendisine: ‘Allah sana âfiyet versin, sen kimsin?’ diye sorar. Süfyân-ı Sevrî ‘ben Süfyân-ı Sevrî’yim cevabını verir. Kişi: ‘Şayet sen zamanının zâhidi olmasaydın, sana halimi anlatmaz ve seni sırrıma ortak etmezdim.’ der. Sonra sözüne şöyle devam eder: ‘Ben babamla birlikte haccetmek için Beytullah’a doğru yola çıkmıştım. Biraz mesafe kat ettikten sonra babam hastalandı, ben, ölünceye kadar onunla ilgilendim. Öldüğünde yüzünün karardığını görünce üzülerek ‘innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn’ yani ‘Kuşkusuz biz Allah’a aitiz ve kuşkusuz biz O’na döneceğiz.’ dedim. Üzüntü içinde düşünüp dururken uyudum. Rüyamda öyle bir adam gördüm ki, yüzü ondan daha güzel, elbisesi ondan daha temiz ve ondan daha güzel kokulu birini görmemiştim. Bir ayağını kaldırıyor, diğerini koyuyordu. Ta ki, babama yaklaşıp yüzünü açtı ve elini yüzünün üzerinden geçirdi. Babamın yüzü ağardı. Sonra dönüp giderken O’nun elbisesine asılıp: ‘Ey Allah’ın kulu! Diyar-ı gurbette babama Allah’ın lütfettiği sen kimsin?’ dedim. ‘Beni tanımıyor musun? Ben Kur’ân’ın sahibi Abdullah oğlu Muhammed’im. Senin baban, kendi aleyhine aşırı giden biri idi ama bana çok salavât getirirdi. Onun başına gelen geldiğinde benden yardım istedi. Ben de, bana çokça salavât getirenin yardımcısıyım.” dedi. Uykudan uyandığımda babamın yüzünün ağardığını gördüm. Onun için tavafta devamlı Peygamber’e salavât getiriyorum.” der.
Sevgili kardeşlerim!
Şeyh Gazâlî’nin tasavvufla ilgili “Mukâşefetü’l Kulûb” adlı kıymetli eserinin 47. sayfasında nakledilen ve okuduğumda çok etkilendiğim bu önemli olayı sizlere arz etmekten amacım, üzerinde durup düşünerek Hz. Peygamber (s.a.v.)’e daha çok salavât getirmeye çalışmanıza katkıda bulunmaktır.
Hadîs kitaplarına baktığımızda Hz. Peygamber (s.a.v.)’in birçok hadîs-i şerîfinde, ümmetinin kendisine salavât getirmesini o kadar tavsiye ettiğini ve özendirdiğini görüyoruz ki, onları okuyan kişi, salavât getirmeyi, Resûlullah’ın izinde ve O’nunla iletişim içinde olmanın gereği ve sevgisiyle şefaatine mazhar olmanın olmazsa olmazı kabul ederek, günlük tesbîhât programındaki salavât sayısını arttırmanın gayreti içinde olur.
Bu hadîs-i şerîflerden beşinin meâlini arz ederek sözleri noktalamak istiyorum:
“Kim bana bir salât getirirse, Allah ona on salât (rahmet) eder.”
“Allah Teâlâ’nın yeryüzünde gezen melekleri vardır. Onlar ümmetimin selamını bana ulaştırırlar.”
“Kıyamet gününde bana halkın en yakın olanları ve şefaatime hak kazananları, bana en çok salâvat getirenleridir.”
“Bana salât getirin. Nerede olursanız olun salâtınız bana ulaşır.”
“Sizden biriniz Allah’tan bir dilekte bulunduğu zaman evvela O’na, şanına lâyık tarzda hamd-ü sena etsin. Sonra Peygamber (s.a.v.)’e salâvat getirsin. Çünkü, bu sûretle arzusuna daha kolay kavuşur.”
Bu hadîs-i şerîfleri kafanıza ve kalbinize yazarcasına dikkatle ve dirayetle okuyup, icâbının îfâsı cihetine giden duyarlı ve dirayetli Müslümanlardan olmanızı ve Efendimiz (s.a.v.)’e bolca salavât-ı şerîfe getirip şefaatine ermenizi diliyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.”