Seninle Kim Nereye Kadar?
Yıllar önce başlatıp başarıyla sürdürdüğü ilmî ve fikrî faaliyetlerini geliştirerek gerçekleştirmenin gayreti içinde olan YOYAV, takdirle takip edilen kültürel etkinliklerinden biri olan “Sorun Söyleyelim” sohbet toplantılarının 2016 yılı Ocak ayı serisinde “Seninle Kim Nereye Kadar?” sorusuna cevap aramak amacıyla 20 Ocak 2016 Çarşamba günü Abant’ta bir sohbet toplantısı tertipledi.
Kurs Öğretmenlerinden Ayşe Doyuk’un, öğrencileri ile birlikte 20 Ocak 2016 Çarşamba günü Abant Gökdere Tesislerinde düzenlediği kahvaltıdan sonra, geziye katılan kursiyerlerle konuklara konu ile ilgili önemli açıklamalarda bulunan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, yaptığı yönlendirici konuşmada şu cümlelere yer verdi:
“Kıymetli kurs öğretmenlerimiz, saygıdeğer konuklarımız, sevgili kursiyerlerimiz!
Yılın ilk sohbet toplantısını, yurdumuzun cennet köşelerinden biri olan Abant’ta, her yerin karla örtülü olduğu bir zaman diliminde gerçekleştirmenin coşkusu içinde hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, tabiatın beyaza büründüğü böyle hârika bir mekânda, güzel bir gün geçirip, unutulmaz anılarla evlerinize dönüp sâlimen ve gânimen yakınlarınıza kavuşmanızı diliyorum.
Her ne kadar birileri tarafından: “Kış kıyamet yağmur afet, kar belâ./Yaz-ü cennet gölge râhat tembelâ.” denilmiş ise de, gördüğünüz gibi göl görkemli, mekân müstesnâ, hava hoş, yemek leziz, çaylar tavşan kanı ve sıcak, hizmet kaliteli, yüzler mütebessim, gözler sevinç yansıtmakta ve çevreye hayranlıkla bakmakta. Herkes huzurlu ve mutlu. Dostlar dağ başında yan yana, Yaradan’a yakarmakta.
Güzelliklerin iç içe olduğu böylesine şâhâne bir ortamda bulunup da onu ihsân eden Allah Teâlâ’ya şükretmemek olur mu? Elbette olmaz. Öyleyse gelin, Allah’a şükrederek işe başlayalım ve birlikte yüce Rabbimize şöyle yakaralım: ‘Kışın ortasında, dağın tepesinde ve karın içinde bizlere böyle sıcak, samîmî ve sevecen bir ortamı ihsân eden yüce Rabbimiz! Sana sonsuz hamd-ü senâlar olsun. Bizleri ömür boyu Sana hamd eden hâmid ve şükreden şâkir kullarından eyle yâ Rabbî. Bizleri soğuk bir kış gününde sıcak bir mekânda bir araya getirdin, dostlarımızla buluşturdun ve aramızdaki kardeşlik bağlarını pekiştirdin. Çevremizdeki dağların başında yapayalnız kalsaydık, nice olurdu hâlimiz? Ne kadar şükretsek azdır. Sana lâyık-ı vechiyle şükretmekten âciziz. Azımızı çoğa say. Himâyeni, inâyetini ve rahmetini bizlerden esirgeme yâ Rabbî.’
Hakk’a hamd ve şükürle gönüllerimizin derinliklerinden doğup, yüce Yaradan’ın dergâh-ı izzetine arz edilen bu samîmî yakarışın ardından, konumuza döndüğümüzde sohbetimizi, sizlere sormak istediğim birkaç soru ile sürdürmek istiyorum.
1-Yoğun kış şartlarının hâkim olduğu böyle soğuk bir günde buraya (Abant’a) düzenlenen bu geziye katılmanızın memnûniyet derecesi nedir?
2-Ülkemizin tabiat hârikası müstesna mekânlarından biri olan böyle güzel bir yerde, yakın arkadaşlarınızla birlikte bulunup, gördüğünüz göz alıcı güzellikleri temâşâ ve estirilen hoş havayı teneffüs ederek sunulan yerel lezzetleri tatmaktan aldığınız hazla, hissettiğiniz huzur ve mutluluğu nasıl ifade eder siniz?
3-Mekân güzel, hava hoş ve tabiat hârika olmakla birlikte, böyle bir mekânda arkadaşlarınızla birlikte değil de, tek başınıza bulunursanız, aynı sevinç ve saadeti hisseder misiniz?
4-Her yerin karla kaplı olduğu böyle bir günde, çevredeki dağlardan birinin tepesinde ve gecenin karanlığında yalnız kalırsanız ne hisseder siniz?
Bu sorulara verilecek cevaplar farklı olabilir ama sanırım tamamının ortak noktaları:
‘Sevinçten uçuyorum. Böyle bir fırsat kimin eline geçer? Kim bu güzelliği yaşamak istemez? Tek kelime ile hârika bir ortam ve mutlu bir birliktelik.’
‘Güzellikleri, yakın arkadaşlar ve dostlarla birlikte yaşamanın hazzı farklı olduğu gibi, aynı inanç ve anlayıştaki insanlarla güzel yerlerde bir arada olmak, yaşanan mutlulukları doruk noktaya erdirmektedir.’ Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in buyurduğu gibi: “Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır.”
‘Böylesine samîmî bir ortamda yakınlar ve dostlarla bir araya gelmek, dayanışma ve paylaşma duygularının yoğunlaşmasına yol açar. Büyüklerimizin dediği gibi, sevinçler paylaşıldıkça çoğalır, üzüntüler paylaşıldıkça azalır.’
‘Yalnızlık Yaradan’a yakışır. İnsanlar başkalarıyla birlikte bulunmaktan hoşlanırlar. Yalnızlık çok zor. Özellikle kalabalıkta bulunmaya alışanın yalnız kalması daha zor. Allah kimseyi yalnızlığın soğuk karanlığında bırakmasın.’
‘Karanlık bir gecede dağ başında yalnız kalırsam çıldırırım. Allah düşmanımı dahi o halde bırakmasın.’ şeklinde olacaktır.
Değerli kardeşlerim!
Bu soruları sormamın sebebi, yalnızlığın meydana getireceği üzüntü ile yapacağı tahrîbâtı hatırlatıp, son yalnızlığa hazırlıklı olmanın zarûret ve ehemmiyetini vurgulamaktır.
Yalnızlığı yaşamayan, acısını anlamaz. Yaşlı, yorgun, düşkün, güçsüz ve kimsesiz olup, yalnız kalmayan, bu hallerin üzüntüsünü idrâk edemez.
Aslında bu hallerde bulunan ve yalnızlık konumunda olan o gönlü kırık insanlar, yalnız sayılmazlar. Çünkü Allah onlarla beraberdir. Bir hadîs-i kudsîde: “Ben gönlü kırıkların yanındayım.” buyuran yüce Rabbimiz, bu gerçeğe dikkatimizi çekmiştir.
Dolayısıyla Allah’ın yanında olmayı dileyenler, böylesi gönlü kırık insanların yanında ve yakınında olmayı ihmal etmemelidirler.
Herkes bir gün kabir denilen kapalı kutuya tek başına gireceğini bilmeli ve orada yalnız kalmaması için gerekli önlemi almalıdır. Hz. Peygamber (S.A.V.) bir hadîs-i şerîfinde: “Ölüyü üç şey izler, ailesi, malı ve ameli. Ailesi ve malı döner, ameli yanında kalır.” buyurmuştur. Kişi kim ve hangi düzeyde olursa olsun, bu ayrılığı yaşayacaktır. Tahtı, tacı, aracı, malı, mülkü, varlığı, eşi, dostu, akrabası ve evladı mutlaka bir gün ondan ayrılacaktır. Malı mülkü, cenazesi evinden çıkıncaya kadar, aile bireyleri, yakınları, arkadaşları ve ahbabı kabre girinceye kadar yanında olacak, kabre girince yanında sadece ameli kalacaktır.
Kişinin çevresinin çok, imkân ve mekânlarının geniş, mevki ve mertebesinin yüce olması, kabirde yalnız kalmasına mâni’ olmayacaktır. En büyük yalnızlık orada olacaktır. Merhum Ruşenî bir şiirinde:
“Kimsesiz kimse yoktur. Herkesin var kimsesi.
Kimsesiz kaldım, medet ey kimsesizler kimsesi!” demiştir.
Yıllar önce bir arkadaşım bana, Konya’daki bir mezar taşına bu şiirin yazılmış olduğunu gördüğünü söylemişti.
Herkes musallâ taşına konacak, tabutla taşınacak ve kabre girdirilecektir. Yakınlarının ve dostlarının tamamı ondan ayrılacak, yalnız ameli yanında kalacaktır. Kabrin amel kutusu olduğu unutulmamalı, ona göre hazırlık yapılmalıdır. “Dünya seni terk etmeden önce sen onu terk et. Kabre girmeden önce de kabrini yap.” diyen din büyükleri, bu gerçeğe işaret etmişlerdir. Ölümün muhakkak, kabrin kaçınılmaz olduğu unutulmamalıdır. Doğmak kadar, ölmenin de bir hakikat olduğu bilinmelidir. Dağ başında karanlık gecede, yalnız kalmaktan korkan bizler, karanlık kabirde ne yapacağımızı düşünmeli değil miyiz?
Dünyaya gelmek de gitmek de bizim irademizle değildir. Başka bir ifadeyle doğmak da ölmek de bizim elimizde değildir. Hayatı da ölümü de yaratan Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla yaşamak da ölmek de bizim için bir sınavdır. Ne mutlu bu sınavda başarılı olana. Ne yazık bu sınavdan çakana: “Hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, güçlüdür, bağışlayandır.” (Mülk, 2)
Kıymetli kardeşlerim!
Bir yere giderken yanımıza iyi bir arkadaş ararız. Otobüste yanımda kim oturacak? Otelde oda arkadaşım kim olacak? diye düşünür ve anlaşabileceğimiz birini bulmaya çalışırız.
Kısa bir yolculuk ya da birkaç günlük beraberlik için böyle bir arayış içinde olursak, ne kadar süreceğini bilmediğimiz uzun bir süre için yanımızda iyi bir amel bulundurmanın hazırlığını yapmamız gerekmez mi? Elbette gerekir. Öyleyse davranışlarımızda dikkatli olmaya ve amellerin en güzelini yapmaya mecburuz. Bizi terk etmeyecek tek arkadaşımız amelimiz olacağına göre, işlerimizi iyi yapmaktan ve ibadetlerimizde ihlaslı olmaktan başka çaremiz yoktur. Dolayısıyla devamlı düzgün bir hayat yaşamaya çalışacağız ve Rabbimize yalvarıp yakararak, bizleri kabrin karanlığında yalnız ya da kötü amellerimizle baş başa bırakmamasını, kabirde Kur’ân-ı Kerîm’i bizlere karîn (arkadaş) kılmasını niyaz edeceğiz. Bunun için de ömür boyu Kur’ân’la birlikte olmaya çalışacağız.
Değerli kardeşlerim!
Dünyaya gelip giden çok, ama orada kalıp direk diken yok. Allah Teâlâ’nın görevlendirdiği bir melek her gün: “Ölmek için doğun, harap olması için de yapın” diye nidâ edermiş. Ama duyan kim?
Zenginlerden biri görkemli bir saray yaptırıp en kıymetli mobilyalarla donatmış ve bir gün yakınları ile dostlarını bu sarayda verdiği ziyafete davet etmiş. Kapıya bir görevli koymuş ve ona: Misafirler saraydan çıkarken onlara, sarayı nasıl buldun? diye sorarsın demiş.
Ziyafet sonrası insanlar dağılırken görevli, her çıkana bu soruyu sormuş. Herkes, çok beğendim, muhteşem demiş. Ancak biri: Güzel ama iki kusuru var demiş. Nedir onlar deyince de, biri bu sarayın sahibi ölecek, diğeri de bu saray yıkılacak demiş.
Allah amelimizi sâlih, hayatımızı huzurlu, kabrimizi nurlu ve cennet bahçelerinden bir bahçe eylesin. Cümlemizi cennetine aldırdığı ve rahmetine daldırdığı mutlu ve bahtiyar kullarından eylesin.”
Ülkemizin doyulmaz doğal güzelliklere sahip turistik yerlerinden biri olan bu müstesna mekânda maddî ve manevî doyuma eren YOYAV’lılar, Gökdere Kartal Yuvası Tesislerinde bir süre gezip dolaştıktan sonra Abant Gölü’ne geçtiler. Göl kenarında guruplar halinde dolaşıp, tabiatın cömertçe önlerine sunduğu güzellikleri hayranlıkla izleyerek büyük Abant Oteli’ne ait göl kafede dinlenip, çay kahve içerek gölün doyulmaz güzelliğini temaşa ettiler. Gördükleri güzellikleri görüntüleyerek yaşadıkları sevinç ve mutluluğu belgeleyip oradaki köylü pazarında alışveriş yaptıktan sonra otobüsteki yerlerine alarak Ankara’ya dönmek üzere yola çıktılar.
Saat 20.30 civarında Ankara’ya ulaşıp YOYAV’ın önünde duran otobüsten inerek, birlikte güzel bir gün yaşamanın mutluluğu içinde evlerine gittiler.