SEVGİ SEMBOLÜ HZ. MUHAMMED (S.A.V.)
Ülkemizde uzun yıllardır sevgi ve saygıyla ihya edilip, müslümanların manevî motivasyonunda müessir olan beş kandilden biri Mevlid Kandilidir. Diğer dört kandilde olduğu gibi bu kandilde de müminler Mevlâyı Müte’âl Hazretlerinin rahmet ve mağfiretine sığınarak günahlardan arınmaya, Kur’ân’a sarılmaya, Allah Teâlâ’ya kulluk görevlerini îfâya ve Resûlullah’a gönülden bağlanmaya yönelmektedirler.
Müslüman Türk milleti asırlardır Sevgili Peygamberimize derin bir muhabbet duymakta, O’nun doğduğu günü kutlu gece ilan ederek aziz hatırasını yâdetmek üzere çok sayıda manzum ve mensur eserler meydana getirmekte, bir mevlid edebiyatı oluşturmakta ve bu maksatla merasimler tertip etmektedir. Bu merasimler vesîle edilerek milletimizin Peygamberimiz (S.A.V.)’e olan sevgisi perçinleştirilmekte ve toplumumuza O’nun sevgisi etrafında birlik ve beraberlik mesajları verilmektedir.
Öteyandan Anadolu insanı Hz. Peygamber (S.A.V.)'e olan sevgisinden ve bağlılığından dolayı çocuklarına O’nu hatırlatacak isimler vermektedir. Erkek çocuklarına Mehmet, Ahmet ve Mustafa gibi isimleri tercih etmektedirler. Bu hususta bir inceliği de dikkate alarak ''Muhammed'' ismini verecek olursa ağzından çıkabilecek bir hatalı ifadeden dolayı Peygambere saygısızlık olmasın diye daha çok "Mehmet" olarak isimlendirmeyi uygun görmektedirler. Bilindiği gibi, gül motifi Hz. Peygamber (S.A.V.)'in bir simgesi olarak kabul edilmektedir. Anadolu'da kız çocuklarına Gül, Güldane, Gülser, Gülseren veya Güllü gibi isimler verilmesinin sebebi de peygamber sevgisidir.
Milletin ordusuna, adeta Hz. Muhammed (S.A.V.) gözüyle bakılmasından dolayı "Küçük ve sevimli Muhammed" manasına gelen "Mehmetçik" ismi verilmiştir. O'nun mensup olduğu askerlik mesleği ile icra ettiği görev ve hizmetin önemini vurgulamak için de, "Peygamber Ocağı" denilmiştir.
Topkapı Sarayı'nda mukaddes emanetlerin bulunduğu dairede gece ve gündüz ara verilmeksizin yüzyıllar boyunca Kur'ân-ı Kerîm okunması teâmül hâline getirilmiştir. Asırlar boyunca Mekke ve Medine halkı maddî yönden desteklenmiş ve bu amaçla "Haremeyn" vakıfları kurulmuştur. Her yıl üç aylar girdiğinde Anadolu insanının katkısıyla, Kudüs, Medine ve Mekke'deki Müslümanlara ulaştırılmak üzere para, kumaş vs. kıymetli eşyanın gönderildiği "Surre Alayları" tertip edilmiştir. Bütün bunlar müslüman Türk milletinin Hz. Peygamber (S.A.V.)’e duyduğu sevginin güzel tezahürleridir.
Habibullah’a hürmet ve muhabbetiyle gönülden bağlılığını her zaman ve her yerde izhar ve isbat etmenin gayret ve kararlılığı içinde olan yüce milletimiz, bilhassa Mevlid kandilleriyle İsra ve Mirac Kandillerinde daha duyarlı davranışlar sergileyerek, birbirinden güzel kutlama programları düzenlemektedir. Bu vesîleyle önemli toplantılar tertipleyen kuruluşlardan biri de YOYAV’dır. Kurulduğu günden bu yana gerçekleştirdiği örnek programlarla mensupları ile müdavimlerini bilgilendirmenin yanında, Resûlullah’a hürmet ve muhabbetleriyle minnet ve şükran duygularını tazelemelerine katkıda bulunmaktadır. Hz. Peygamber (S.A.V.)’in doğum ve vefat günlerinde gerçekleştirdiği güzel ve görkemli toplantılarda, Resûlullah’ın özellik ve güzellikleri ile insanlığa tebliğ ettiği ilahî mesajın yüceliklerini anlatarak önemli bir hizmeti îfâya çalışmaktadır.
19 Mart 2008 tarihinde kutlanan Mevlid Kandili münasebetiyle tertiplediği “Menba-ı Muhabbet Hz. Muhammed (S.A.V.)” konulu programıyla çevresinin takdirini toplayan bu güzîde kuruluş, bu yıl 14 Şubat 2011 Pazartesi günü kutlanan Mevlid Kandilinin, sevgililer gününe tevâfuk etmesini de gözönünde bulundurarak “Sevgi Sembolü Hz. Muhammed (S.A.V.)” konulu bir kutlama programı düzenledi.
Davetlilerle dolup taşan YOYAV Kültür Merkezi’nde sevgi ve saygı havası içinde gerçekleştirilen bu program, Ankara’nın ünlü hafızlarından Şefik Utlu ve Abdulkadir Şehitoğlu’nun Kur’ân-ı Kerîm tilâvetleri ile başladı. Ardından ruh-u Resûlullah’a ithâfen okunan hatm-i şerîflerin duası yapıldı. Onu takiben günümüzün şuurlu şairlerinden Faruk Oray ile Hüseyin Ertürk’ün bugün için yazıp okudukları şiirler, davetlilere duygulu dakikalar yaşattı. Duyguların doruk noktaya ulaştığı bu huzur havası içinde kürsüye gelen YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş’in yaptığı “Sevgi Sembolü Hz. Muhammed (S.A.V.)” konulu konuşması salonda bir sevgi seli oluşturdu.
Dr. Ateş’in alkışlarla noktalanan konuşmasından sonra sahnede yerlerini alan Udî Ahmet Şaner Erdal’ın başkanlığında Ülkü Özsoy, Yasemin Albayrak ve Ekrem Erdal’dan oluşan grubun icra ettiği tasavvuf musikîsi konseri dinleyenlerin gönül tellerini titretti.
Dr. İbrahim Ateş duygu yüklü konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Aşk-ı ilahiyle coşan, muhabbet-i Muhammediyle pişen, kıymetli konuklarımız, Resûlullah’a sevgisiyle salonumuza koşup burada birbiriyle ve bizlerle buluşup gördüğüm bu sevgi tablosunu oluşturan sevgili kardeşlerim, değerli dostlar, basınımızın güzîde temsilcileri!
Hakkın Habîbi, müminlerin mahbûbu, insanlığın efendisi, enbiyânın imâmı, asfiyânın safâsı, âlemlerin Mustafası ve sevenlerin sertâcı olan sevgili Peygamberimiz aleyhi-s selâtü ve-s selâm Efendimizin dünyayı nurlandırmasının ve insanlığı onurlandırmasının yıldönümü olan Mevlid Kandili münasebetiyle düzenlediğimiz “Sevgi Sembolü Hz. Muhammed (S.A.V.)” konulu programa teşrif ederek Efendimizin kutlu doğumunu birlikte kutlamamıza, gönül dolusu sevgimiz ve nâmütenâhî saygımızla sayısız salât ve selamlarımızı toplu halde arzetmemize vesîle olan muhterem heyetimizi en içten ve samîmî duygularımızla selamlıyor, Ravza-i Resûlullah’a vasıl ve şefaât-ı Habîbullah’a nâil olmamızı niyaz ediyorum.
Hayat boyu Hakkın himayesinde ve Habîbullah’ın izinde olmamız temennisiyle sözlerime başlarken, muhabbetullah ve muhabbet-i Resûlullah ile yoğrulup, Allah ve Resulini seven ve onlar tarafından sevilen bahtiyar insanlardan olmamızı diliyorum.
İzinde olmakla, Allah sevgisine erişilen yegâne insan, âlemde en çok seven ve en çok sevilen sevgi sembolü, habîbi Hüdâ ve şefî’i rûz-i cezâ olan sevgi, şefkat ve merhamet peygamberinin sevgili ümmeti! Ne mutlu size, bize, hepimize ve O’nun izinde olan her müslümana. O’nun kutlu doğumunda böylesi mutlu birlikteliği yaşayan herkese.
Bugün dünyanın dört bir yanında aşk ve şevk ile kutlanan kutlu doğum dolayısıyla salonumuzu şereflendiren siz muhterem misafirlerimizin Mevlid Kandilinizi gönülden kutluyor, kandilinizin kutlu, yaşantınızın mutlu ve yarınınızın umutlu olması için dua ediyorum. Şahsım, sizler, yüce milletimizin tüm bireyleri ve yeryüzündeki inanan insanların tamamı adına, şairin dediği gibi:
İn nilte yâ rîha-s sabâ yevmen ilâ ardi-l harem
Belliğ selâmî Ravdaten fihe-n nebiy-yül muhterem
Yani:
Uğrar isen ey bâd-ı Sabâ Haremeyne,
Ta’zîmimi arzeyle Resûlü-s Sekaleyne.
diye esen rüzgara yalvarıyorum.
Sevgili kardeşlerim!
Ma’lumunuz olduğu üzere beşeriyetin babası olan Hz. Adem (A.S.) Safiyullah, Hz. Nuh (A.S.) Neciyullah, Hz. İbrahim (A.S.) Halîlullah, Hz. Mûsâ (A.S.) Kelîmullah, Hz. Îsâ (A.S.) Rûhullah ve Hz. Muhammed (S.A.V.) Habîbullah’tır. Bir hadîs-i şerîfinde: “Adem (henüz) su ve çamur arasında iken ben Peygamberdim.” buyuran sevgili Peygamberimiz (S.A.V.), Ahzâb Suresi’nin 40. ayetinde beyan buyurulduğu üzere hâtem-ül enbiyâ (Peygamberlerin sonuncusu)dır.
Adından ve hayatından en çok söz edilen sevgili Peygamberimiz (S.A.V.), dünyada en çok anılan ve anlatılan insandır. Adı dillerde, sevgisi gönüllerde yaşatılmakta, sözleri hâfızalara nakşedilerek nesilden nesile aktarılmaktadır. Sevgi, barış, şefkat ve merhamet denince akla gelen ilk insan O’dur. O, kin dolu gönülleri hidayete ve kardeşliğe sevketmiş, düşmanlıkla kararan kalpleri sevgi ve şefkatle doldurmuş, asık suratları güldürmüş, kabalıkları nezakete çevirmiş, bütün olumsuzlukları müsbete ve güzele dönüştürmüştür. O’nun hayatı barış ve sevginin binlerce örneğiyle doludur.
Sevgi sembolü olan iki cihan serveri Efendimiz (S.A.V.), onu yaşayan bahtiyar nesilde sahâbîlerdir. Onların hayatlarının hangi safhasını incelesek, hangi yönlerine baksak, önümüze hep sevgi hâleleri çıkacak, sevgi ışıkları saçılacaktır.
On dört asırdan beri Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in sevgisi kesintisiz devam ediyor. Hiçbir imparatorun, kralın, hükümdarın veya bir liderin sevgisi böylesine uzun sürmedi. Bu sevgi Ashâb-ı Kirâm ile başladı, bu güne kadar geldi ve kıyâmete kadar da devam edecek.
Bir keresinde Efendimiz (S.A.V.) sahâbesiyle birlikte oturuyordu. Bu sırada Peygamber Efendimiz Hz. Ömer (R.A.)'in elinden tutmuştu. O mânevî atmosfer içinde Hz. Ömer (R.A.) içindeki sevgisini izhar etme ihtiyacını hissetti ve Efendimiz (S.A.V.)’e dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Seni, nefsim hâriç her şeyden çok seviyorum!
Ve Efendimiz buyurdu ki:
- Sizden biriniz, ben ona nefsinden daha sevgili olmadıkça kâmil mümin olamaz.
Bunun üzerine Hz. Ömer (R.A.) şöyle bir durdu. "Nasıl olurda benim imânım hâlâ kemâl bulmaz?" diye düşündü. Gönlünü yokladı ve baktı ki orada Resûlüllah'dan daha sevgili kimse yok. Bütün aşk ve samîmiyetiyle çağladı:
- Sana kitap indirmiş olan Allâh'a yemin olsun ki, Sen bana nefsimden de daha sevgilisin! dedi.
Bunun üzerine Efendimiz (S.A.V.):
- İşte şimdi (îmânın kemâl buldu) Yâ Ömer! buyurdu.
Hz. Ebu Bekir (R.A.)’in babası Mekke’nin fethinden sonra müslüman olmuştu. Hz. Ebu Bekir (R.A.) babasının kolundan tutarak Efendimiz (S.A.V.)’in yanına götürdü. Babası orada kelime-i şehadeti getirdi. Hz Ebu Bekir (R.A.) ağlamaya başladı. Efendimiz "Neden ağlıyorsun? Halbuki baban iman etti, bu gün senin en mutlu günün olması gerekmez mi?" dedi. Hz. Ebu Bekir:
"Yâ Resûlallah, keşke şu an iman eden benim babam değilde senin amcan Ebû Tâlib olsaydı. Şu an benim gönlüm hoşnut olacağına Senin gönlün hoşnut olurdu." dedi.
Bir gün Efendimiz (S.A.V.) Hz. Ebu Bekir'in yanına gelip ona dedi ki:
"Yâ Ebâ Bekir dün sen hangi amelde bulundun ki Allah sana cennette bir köşk ihsan edecek ve sen o köşkün hangi penceresinden bakarsan bak Cemâlullahı göreceksin. Dün hangi güzel amelde bulundun" dedi. Hz. Ebu Bekir:
"Yâ Resûlallah dün ben farklı birşey yapmadım her zamanki ibadetlerimi yaptım" dedi. Efendimiz:
İyi düşün, sen her zamankinden farklı bir amelde bulundun. O amel de Allah Teâlâ’nın çok hoşuna gitti." Hz. Ebu Bekir düşünmeye başladı, sonunda şunları söyledi:
"Yâ Resûlallah dün ben senin âhir zaman ümmetinin âhiretteki durumunu düşündüm. Onlar o gün çok perişan olacaklar. Ama Sen ümmetine çok düşkünsün, onların o zor durumunda Sende üzüleceksin, ağlayacaksın ama bende Seni çok severim. Senin üzülüp ağlamana dayanamam. Ben bütün bunları düşünürken kalbim galâyana geldi ve ellerimi kaldırıp şöyle bir duada bulundum:
"Yâ Rabbî! Vücudumu öyle büyüt, öyle büyüt ki cehennemine benden başkası sığmasın."
Hz Ali'ye Resûlullah'a olan sevginiz nasıldı? diye sorulduğunda: "Resûlullah'ı susuz bir insanın suya hasreti gibi severdik" buyurmuştur.
Hz. Ömer'in (R.A.) geçtiği yol üzerinde Peygamberimiz'in amcası olan Abbas'ın bir su oluğu vardı. Bir Cuma günü Hz. Ömer en güzel elbiselerini giyerek Cuma'ya gitmek için dışarı çıktı. Abbas da o gün iki tane piliç kesmişti. Tam Abbas'ın evinin yanından geçerken oluktan Hz. Ömer'in üzerine birkaç damla kan damladı. Yoldan gelip geçenlere zarar verdiğini gören Hz. Ömer, derhal oluğun oradan kaldırılmasını emretti. Geri dönüp elbisesini değiştirdi ve hutbe için Mescid'e gitti. Namazdan sonra Hz. Abbas Hz. Ömer'in yanına gelerek, oluğun Allah Resûlü (S.A.V.) tarafından oraya konulduğunu söyleyince, bir hayli üzülen Hz. Ömer:
"Ey Abbas! Allah aşkına senden omzuma basarak çıkarılan o oluğu yeniden yerine koymanı istiyorum." dedi. Hz. Ömer'in aşırı ısrarı üzerine Hz. Abbas, halifenin omuzlarına çıkarak oluğu tekrar eski yerine takmış oldu.
Bir keresinde sahâbe-i kirâmdan birisi geldi ve: "Yâ Resûlallah! Kıyamet ne zaman kopacak?" diye sordu. Efendimiz: “Ona ne hazırladın?" buyurdu. O kimse dedi ki: "Ben öyle çok fazla namaz, oruç ve sadaka hazırlayamadım, ama Allah ve Resûlünü çok seviyorum!" Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (S.A.V.): "Kişi sevdiğiyle beraberdir." buyurdu. Hz. Enes (R.A.), Efendimiz (S.A.V.)'in bu hâdîs-i şerîfini kastederek: "Sahâbe-i Kirâm bu söze sevindikleri kadar hiçbir şeye sevinmemişlerdi." diyor.
Hz. Mevlânâ: "Canım bedenimde oldukça Kur'ân'ın kulu ve kölesiyim; seçilmiş Muhammed'in yolunun toprağıyım. Birisi, sözlerimden bundan başka türlü bir söz naklederse o kişiden de bîzarım ben, o sözden de" diyerek hem Kur'ân'a, hem de Hz. Peygamber'e bağlılığını dile getirmiştir.
İslam aleminde şüphesiz dinin peygamberi Hz. Muhammed'i sevmeyen toplum ve kişi yoktur. Zaten O’nu sevmeyenin İslam diniyle alakası yoktur ve olamaz. Ancak, İslam toplumları içerisinde Hz. Muhammed'i en çok seven toplum Türk İslam toplumudur dersek kanaatimce yanlış söylemiş, hata yapmış olmayız. Çünkü Türk toplumu gibi Türk milleti gibi hiç bir toplum ve millet yoktur ki, O’nun isimlerini bol miktarda evlatlarına versin. Müslüman Türk milleti, O’nun adının yanında, yakınlarının, ashâbının adlarını bile yıllardır çocuklarına vermiş ve hâlâ vermektedir. Bu nedenle Türk erkeklerinin önemli bir kısmı Hz. Muhammed'in adları olan Muhammed, Ahmet, Mahmut, Mehmet adlarını taşır, hattâ yakınları olan Fatma, Ayşe, Hatice gibi kızı ve eşlerinin adları sahabesinin en önde gelenlerinden Ali, Osman, Ömer ve Ebu Bekir isimleri de oldukça fazla kullanılan adlardır. Bu isimlerin çocuklara veriliş nedeni, hep müslüman Türk'ün Hz. Muhammed (S.A.V.) sevgisinden kaynaklanmaktadır. Toplum ve insanımız en çok sevdiği geleceği olan çocuklarına O’nun adını takmaktadır.
Türk toplumu Hz. Muhammed (S.A.V.)’'e hayrandır, O’nu sevmektedir. Peygamber sevgisini gönlüne yerleştirmiş olan ecdadımız da, bu sevgisini çiçeklerin en güzîdesi olan "gül" ile sembolize etmiş, ismine de değer vererek askerine, "Muhammed'e benzeyen" manasına "Mehmetçik" demiştir.
Zaten tarih içerisinde de ordusuna Muhammed'in ordusu diyen tek millet herhalde biz Türklerizdir. II. Mahmud'un kurduğu ordu teşkilatının adı Asâkiri Mansure-i Muhammediye'dir.
Osmanlı sultanlarından, adını tarihe altın harflerle yazdıran büyüğümüz Yavuz Sultan Selim Han, aşk ateşiyle yana yana haykırıyor: "Yâ Resûlallah! Bin tane başım olsa, onların hepsi değil senin ayak tozuna, kapında havlayan köpeğinin ayak tozuna feda olsun."
Tabi esas mesele bu sözü telaffuz edip söylemek değil, gerçekten de gönlünde o sevgiyi ve muhabbeti hissedebilmektir. Sultan Selim Han böyle diyordu ama, ardından da şöyle bir iddiada bulunuyordu: "Padişahlık yaptığım süre zarfında yirmi dokuz tane seferim oldu. Ve Peygamber Efendimizden mânevî işaret almadan tek bir sefere bile çıkmış değilim."
Mısır seferine çıktıklarında önlerinde bitmek tükenmek bilmeyen bir çöl denizi vardı. Yıllardan beri bir damla yağmur yağmamış olan Sînâ çölü, kurak ve çoraktı. Kum fırtınaları etrafı kasıp kavuruyordu. Gündüzleri dayanılmayacak kadar sıcak, geceleri ise donduracak kadar soğuktu. Sultan Selim Han tüm bu olumsuzluklara rağmen, arkasında Osmanlı ordusuyla âdetâ alev alev yanan Sînâ çölüne daldı. Ordu epeyce bir müddet ilerlemişti ki, Sultan Selim birden atından atladı ve yürümeye başladı. Bunun üzerine ardından gelen askerler de bineklerinden indiler ve yaya olarak yürümeye başladılar. Bir müddet yollarına böyle devam ettiler ama yol bitecek gibi değildi, padişah atına binmediği için kimse atına binmiyordu. Tabi bu çöl sıcağında ordu harap ve bîtâp hâle gelince; vezirler, paşalar sultanın huzuruna giderek uygun bir lisan ile dediler ki: "Sultanım asker çok yoruldu, yürüyecek tâkatleri kalmadı. Lütuf buyurup atınıza binerseniz, askerler de binecekler." Bunun üzerine Sultan Selim Han sükûnet ve edeple dedi ki: "Fahr-i Kâinat Efendimiz önümüzde yaya yürürlerken, biz nasıl ata bineriz!"
O'nun kabrinin bulunduğu yöne doğru ayak uzatmanın, kabri başında yüksek sesle konuşmanın edepsizlik olduğuna inanan ecdadımız, bu saygısını;
Sakın! Terk-i edepten kûy-i mahbûb-i hüdâdır bu;
Nazargâh-ı ilâhîdir, makam-ı Mustafadır bu… diyerek dile getirmiştir.
Muhammed'den muhabbet oldu hâsıl,
Muhammed'siz muhabbetten ne hâsıl? dizelerinde belirtildiği gibi O, rahmet pınarlarının kaynağı, sevgi çağlayanlarının menbaıdır.
Peygamberimizi canımızdan ve tüm sevdiklerimizden daha çok sevmek, ancak O'nun yolunda gitmekle olur. O’na gönülden inanan ashâbı O’ndan gelen emirleri büyük bir teslimiyetle yerine getirdiler. O'na derin saygı duydular, derdine ortak oldular. Ayağına batacak dikene bile razı olmadılar. Hidayetin insanlara ulaştırılmasında, O'na her zaman maddî ve manevî destekte bulundular. O’nu her şeyden fazla sevdiler. Ashâbın, Hz.Peygamber sevgisini şu örnek çok güzel yansıtmaktadır. Ensardan bir kadına; babası, kardeşi ve kocasının savaşta şehit düştükleri haber verilince, O, hemen Resûlullah'ı sormuş, sağlık haberini alıp, O'nu görünce, "Seni sağ olarak gördükten sonra, her musîbet bana hafif gelir" diyerek sevincini izhar etmiştir.
Hz. Peygamberin sünnetini yaşatmak sevginin göstergesidir:
Peygamber (S.A.V.) bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmuştur: “Kim benim sünnetimi ihyâ ederse beni sevmiş olur. Beni seven de cennette benimle beraber olur."
Peygamber Efendimiz (S.A.V.), ashâbına hitap ederek imkânı yerinde olanların hac yapmalarının farz olduğunu bildirmiş ve hac görevini yerine getirmelerini istemişti. Orada bulunanlardan biri "Her sene mi hac yapacağız? diye sormuş Allah Resûlü, sessiz kalmıştı. Bunun üzerine, soru soran kimse üç kere sorusunu tekrar eder. Sonunda, Peygamber Efendimiz: "Eğer evet deseydim her sene hac yapmanız farz olacaktı ve siz de buna güç yetiremeyecektiniz." buyurarak, ümmetinin altından kalkamayacağı bir hükmün farz kılınmasını istememiştir. "Eğer ümmetime zorluk vereceğimden çekinmeseydim, her namazın başında onlara misvak kullanmalarını emrederdim." buyurmuşlardı.
Bir diğer hadîs-i şerîfte; "Rabbimin nezdinden bir melek geldi ve ümmetimin yarısını Cenab-ı Allah cennete koymak ile şefaat arasında bir tercih yapmamı istedi. Ben şefaati tercih ettim. Zira şefaat daha umûmî ve kifâyetlidir. Siz bu şefaatin ümmetimin müttakîlerine mi olduğunu sanıyorsunuz. Hayır! O ümmetimin hata ve günah işlemiş, günahlarla kirlenmiş olanları içindir."
Allah Resûlü (S.A.V.), ümmetinden bir kısmının cehenneme gireceğini duyduğu an mahşer meydanında secdeye kapanıp "Ümmetim! Ümmetim!" diye yakarışa geçecek, O'na "Artık başını kaldır! Şefaat et, şefaatin kabul edilecek!" deninceye kadar başını yerden kaldırmayacaktır.
Ümmeti olmakla şeref duyduğumuz sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in kutlu doğumunu bir kere daha kutlama bahtiyarlığına erdiğimiz bu mübarek günde, O’nun ümmetine, ümmetinin de O’na duyduğu sevgi deryasından bir damla sunmaya çalıştığımız sohbetimizi noktalarken, müminlerin birbirini Allah için sevmelerini tavsiye eden hadîs-i şerîflerinden birkaçını bilginize arzederek Allah’ı, Resûlünü ve mümin kardeşlerini seven samîmî müslümanların saflarına katılıp, Allah ve Resûlünün muhabbetine mazhar olmamızı niyaz ediyorum.
"Size vermekte olduğu nimetlerinden ötürü Allah'ı seviniz. Beni de Allah beni sevdiği için seviniz."
"Allah uğrunda birbirine muhabbet eden kimseler, O’nun gölgesinden başka gölge olmayan günde, O’nun Arş-ı Alasının gölgesindedirler. Kendilerine nurdan kürsüler kurulur. Onların Rableri ile olan meclislerine, Peygamberler, sıddıklar ve şehidler bile imrenirler."
"Mümin kendisi için sevdiğini kardeşi için de arzular."
“Mümin sever ve sevilir. Sevmeyen ve sevilmeyende hayır yoktur.”
"Hediyeleşin, birbirinizi sevin. Birbirinize yiyecek hediye edin. Bu, rızkınızda genişlik hâsıl eder."
"Ziyaretleşin, hediyeleşin. Çünkü ziyaret sevgiyi perçinler, hediye de kalpteki kötü duyguları söker atar."
"Birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize kin tutmayınız, birbirinize çirkin sözler söylemeyiniz, birbirinize sırtlarınızı dönmeyiniz, kiminiz kiminizi arkasından çekiştirmesin. Allah'ın kulları! Kardeşler olunuz."
"Sizden önceki toplumların derdi size de bulaştı: Haset ve kin. Kin beslemek, kökten kazıyan şeydir. Allah'a yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. Size birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı yayın."
"Fakirleri seviniz ve onlara yakın olunuz. Siz onları severseniz, Allah da sizi sever. Siz onlara yakın olursanız, Allah da size yakın olur. Siz onları giydirirseniz, Allah da sizi giydirir. Siz onları yedirirseniz, Allah da sizi yedirir. Siz cömert olunuz ki, Allah Teala da size karşı cömert olsun."