TÜRKİYE BOŞANMA DAVALARINDA DÜNYA İKİNCİSİ
Ülkemizin önemli meseleleri konusunda kamuoyunu aydınlamak amacıyla sık sık konferans, panel ve seminer düzenlen YOYAV, önemli bir meseleyi daha dikkatlere sundu.
Danıştay Emekli Üyesi Sabri Tandoğan 30 Mayıs 2009 Cumartesi günü saat 14.00’de YOYAV Kültür Merkezinde verdiği “Neden Boşanma Davaları Bu Kadar Çok” konulu konferansında “Türkiye’nin boşanma davalarında dünya ikincisi” olduğunu söyledi.
Yoğun ilgi gören konferansta Sabri Tandoğan özetle şunları söyledi:
“Bundan iki ay önce okuduğum bir hukuk dergisinde istatistiki bilgilere yer verilerek, dünyada boşanma davalarının en çok olduğu ülkeler arasında Amerika birinci, Türkiye ise ikinci sırada yer alıyordu. Bu istatistiki bilgileri okuduktan sonra oturdum hüngür hüngür ağladım “O güzelim Türk ailesine ne oldu, nereye gitti” diye. Bugün öyle bir hale geldik ki, Ankara Adliyesinin kapısından giriyorsunuz boşanma mahkemeleri başlıyor. Hepsi tıklım tıklım dosya dolu. Bazılarının dosyaları artık yerlere, bazılarının da koridorlara taşıyor. Neden böyle oluyor. Ne oldu bu topluma? O hale geldi ki bugün Türkiye’de evlilikler, bir ömür boyu devam etme, hatta ölümden sonra da devam etmek için kurulmuyor artık.
Bu gün o hale geldik ki evlilikler, daha evlendirme memurunun önünde yıkılmaya mahkum bir hale geldi. Nikâh memurunun önünde “Ben senin ayağına basacağım, sen benim ayağıma basacaksın.” diye tartışma başlıyor. Kim kimin ayağına basarsa o meydan muharebesi kazanmış komutan gibi mutlu oluyor. Daha evliliğe ilk girişti bir enâniyet gösterisi başlıyor.
Hangi evde benlik kavgası varsa “Ben bu evin kadınıyım benim dediğim olacak, ben bu evin erkeğiyim benim dediğim olacak” diye; soluk Adliyede alınıyor. Bu gidişle Türkiye boşanma rekorunda Amerika’yı da geçecek. Çünkü biz çocuklarımızı evliliğe hazırlamıyoruz.
İlk sorulan soru kız güzel mi? Oğlan zengin mi? Değer yargımız bu olduğu sürece Türkiye’nin, kısa bir zaman sonra boşanma davalarında Amerika’yı geçmesi kaçınılmaz olacaktır.
Eskiden bir Türk ailesi varmış. Bu Türk ailesinin ne olduğunu ince detayları ile öğrenmek isteyenler Merhum Semiha Ayverdi’nin romanlarını okuyabilirler. Orada Türk ailesi en ince detaylarına kadar işlenir. Düğün yapılır, misafirler uğurlanır, gelinle damat odalarına çekilir, ilk olarak birbirlerinin abdest almalarına yardımcı olurlar, sonra namaz kılarlar, sonra da “Allah’ım bize hayırlı evlatlar ver, bizim aşkımızı bu dünyada da öbür dünyada da devam ettir.” diye dua ederlermiş. İşte biz o ruh düzenini kaybettik.
Düğün yapılırken herkes durumuna göre hareket etmiyor, daha birinci aydan itibaren borç ödenmeye başlanıyor. Eşimle evlenirken “borç yapmayacağız” diye birbirimize söz verdik ve bu sözümüzde de durduk. Ben Hakim, eşim de Savcı olduğu halde, evliliğimizin yedinci yılında çamaşır makinası aldık. Yedi yıl boyunca eşim çamaşırları leğende diz çökerek yıkadı. Bugün aynısı yapılmaya kalkışılsa bu bir boşanma sebebi oluyor.
Burada ailelere çok büyük görev düşüyor. Herkes aile içinde ayağını yorganına göre uzatacak ve bunu çocuklarına aşılayacak. Rahmetli annem bana üç yaşımdan itibaren “Yavrum gerekirse aç yat, fakat kimseden borç alma. Borçlu olduğun kadar şerefinden kaybedersin” dedi ve ben 75 yaşına geldim, hayatımda hiç kimseye borç yapmadım. Bence ailelerin bunu çocuklarına aşılaması gerekir
Japon ailelerin çok güzel bir adetleri var. Çocuklarına nasihat ederken diyorlar ki: “Yavrum! Gelirin ne olursa olsun. Az veya çok. İster belediyenin tuvaletlerini temizleyen bir işçi ol, ister devlet başkanı ol. muhakkak öbür aya birkaç kuruş arttır.” Öbür aya birkaç kuruş arttırmakla ne olur? Bir şey olmaz ama mesele, o ayı borç yapmadan geçirebilmektir.
Son imparator diye bir filmin bir sahnesi beni çok etkiler. İmparatora tahtan indirildikten sonra bir bahçede bahçivanlık görevi verilir ve muhafızlardan biri alaylı bir şekilde sorar. “Dün imparatordun bugün bahçivan!” İmparator verdiği cevap çok enteresandır. “Dün imparatordum, görevimi en iyi şekilde yapmaya çalışıyordum, bugün bahçivanım ve görevimi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum.”
Bütün mesele hayatımıza bir estetik, bir renk bir güzellik katabilmektir. Biz böyle yaşadığımız zaman hayat arkadaşımız da mutlu olur ve el ele dünya hayatını cennete çeviririz.”
Sabri Tandoğan’ın bu uyarıcı konuşmasından sonra kürsüye gelen YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş de peygamberimizin hayatından da örnekler veren ufuk açıcı konuşmasında:
“Allah-u Teala insanların hayatı dolu dolu geçirmeleri için birbirine eş olarak karşı cinsten bir kulunu ihsan etmiştir ki, her biri diğerinin boşluğunu doldursun diye. Allah’ın boşluklarını doldursunlar diye ihsan ettiği nimeti teperek kendilerini de, karşılarındakilerini de boşta bırakanlara ancak üzülünür.
Kainatın efendisi bir hadis-i şerifinde: “Allah katında helal olan şeylerin en sevimsizi boşanmaktır.” buyuruyor. Allah’ın en sevmediği, istemediği helal olan şey boşanmaktır. Bir başka hadisinde de “Yeryüzünde bir boşanma olayı vuku bulduğunda Arşıâlâ titrer.” diyor.
Peygamberimiz öyle bir hayat yaşıyordu ki, ay geçer evinde ateş yanmazdı yemek pişirilmesi için. Hanımlarının bu hale tahammülleri tükenmiş. Aralarında konuşmuşlar, “Peygamberin eline imkânlar geçiyor, bize yansıtmadan fakir fukaraya dağıtıyor. Bizim de biraz güzellikler yaşamak, rahat yaşamak hakkımız değil mi?” gibi dünyalık talep ediyorlar. Bunun üzerine ayet geliyor. “Ey peygamber! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya hayatını ve süslerini istiyorsanız gelin size bağışta bulunayım ve güzellikle salıvereyim.” Bu ayet inince peygamberimiz, hanımları ile ayetin gereğini görüşmek ister. İlk olarak da en çok sevdiği Hz. Aişe validemizle başlar. “Aişe! Allah’ın indirdiği ayeti duydun. İstişareye seninle başlamak istedim. Ama şu anda bana evet veya hayır diye cevap verme. Git babana danış, ondan sonra bana kanaatini söyle.” Aişe validemizin sözü: “Ey Allah’ın Resulü senin hakkında mı babama danışacağım. Yani, seni tercih edip etmeme konusunda mı babama danışacağım.” olmuştur. Tüm Peygamber ümmeti erkeklerin o peygamber gibi, hanımların da o yüce kadın gibi konuya yaklaşması lazım. Her tarafta, her ailede, her yuvada tartışma olur. Ama tartışmayı Arşıâlâyı titretecek konuma getirmemek lazım.
Peygamber evinde de böyle ufak tefek anlaşmazlıklar zaman zaman oluyordu.
Bir gün Efendimizle Aişe validemiz arasında bir konuda, peygamberimiz diyor ki, şöyle olursa daha iyi olur, Hz. Aişe validemiz diyor ki yok, böyle olursa daha iyidir. Biraz daha tartışma koyulaşınca Efendimiz diyor ki: “Baban Ebu Bekir’i çağıralım o aramızda hakem olsun. Onun hakemliğini kabul edelim.” Hz. Ebu Bekir davet edilir ve geldiğinde hakem tayin edildiği bildirilir. Peygamberimizdeki şu centilmenliğe bakın: “Aişe! Ne dersin, sen mi önce söze başlarsın ben mi başlayayım” der. Hz. Aişe validemiz: “Sen söyle ama doğru söyle.” der. Bu sözü duyan Hz. Ebu Bekir’in beyninde fırtınalar kopar. Elini kaldırıp kızının suratına indirmek istercesine hiddetlenir ve “Ey kendi nefsinin düşmanı olan kadın! O, doğrudan başka bir şey söyler mi?” der. Tokatın yüzüne indirilmesi endişesi ile Hz. Ayşe validemiz hemen, az önce tartıştığı peygamberin arkasına sığınır. İşte bu noktada Hz. Peygamberin kayınpederi ve en yakın arkadaşı olan Hz Ebu Bekir’e söylediği şu sözü lütfen dikkatle dinleyin ve değerlendirin. “Biz, ne seni bunun için çağırdık (yani tokat indirmen için), ne de senden böyle bir davranışta bulunmanı istedik.” Allah’ın Resulü, Hz. Ebu Bekir’in peygamberin eşi olan kızına böyle bir davranışta bulunmasının doğru olmadığını ortaya koyuyor. O tartışma aradaki sevgi bağını daha da pekiştirerek sonuçlanıyor.
Her bir insan, insan olduğunu bilir, özverili, fedakâr, mütehammil olursa, hele bu insan Müslüman olur ve bu ülke de Müslümanların yaşadığı ülke olursa, bu ülke boşanmada dünya ikincisi değil de evlilik saadetinin yaşandığı, sağlandığı dünya birincisi devlet olur.” diyerek sözlerini tamamladı.