VEFATININ 1331. YILDÖNÜMÜNDE HZ. HÜSEYİN (R.A.)
Dinî ve dünyevî konularda düzenlediği konferanslar ve sohbet toplantıları ile insanları aydınlatmaya çalışan YOYAV, yıllardır yürütegeldiği kültürel faaliyetlerinde din ve devlet büyüklerini doğum ve ölüm yıldönümleri dolayısıyla hürmet ve muhabbetle anarak ruhlarını şad edecek önemli programlar tertiplemektedir. 1 Ekim 2011 tarihinde başlayıp 30 Haziran 2012 tarihinde sona erecek olan yeni hizmet sezonunda gerçekleştirilecek kültürel etkinliklerin ilk konferansı olarak 10 Ekim 2011 Pazartesi günü “Vefatının 1331. Yıldönümünde Hz. Hüseyin (R.A.)” konulu konferansta mensupları ile dostlarını buluşturdu.
Hz. Peygamber (S.A.V.)’in torunlarından olan Hz. Hüseyin (R.A.)’ın, geçmişte ve günümüzdeki tüm müslümanları üzüntüye boğan şehit edilmesi hadisesi ile ehl-i beytine gösterilmesi gereken sevgi ve saygıdan söz ederek davetlilere duygulu dakikalar yaşatan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Saygıdeğer konuklar, değerli dostlar, Hz. Hüseyin (R.A.)’e hürmeti ve ehl-i beytine muhabbeti, Resûlullah (S.A.V.)’e sevgi ve saygının gereği kabul eden kıymetli kardeşlerim, basınımızın değerli temsilcileri!
Nesl-i pâki Muhammedî’nin ikinci halkasından olan İmam Hüseyin’in Kerbela’da şehadetinin 1331. yıldönümü dolayısıyla düzenlediğimiz anma toplantısına teşrif ederek, O’nu bir kere daha birlikte hatırlayıp, ruhuna rahmet dilememize ve şehadetiyle ilgili bazı özet bilgileri dilegetirip sizlerle paylaşmamıza vesile olan muhterem heyetinizi gönülden ve samimî duygularımızla selamlıyor, Resûlullah (S.A.V.)’ın şefaatine ve ehl-i beytinin muhabbetine mazhar olmamızı niyaz ediyorum.
Şehadetinin 1331. yıldönümü dolayısıyla bugün bir kere daha manevî huzurunda bulunma bahtiyarlığına erdiğimiz Hz. Hüseyin (R.A.), sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in kızı Hz. Fatıma (R.A.)’dan dünyaya gelen torunlarından olup O’nun ehl-i beytinden biridir. Ehl-i beyt demek ev halkı demektir. Kutsal Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Ahzab Suresi’nin 33. ayetinin son kısmında, Resûlullah (S.A.V.)’in ehl-i beyti ile ilgili olarak: “... Ey ehl-i beyt! Allah sizden sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” buyurulmaktadır.
Bu ayet-i kerimede hitap edilen ehl-i beyt, Resûlullah (S.A.V.)’in ev halkıdır. Ehl-i beytin kimler olduğu hususunda farklı görüşler belirtilmiş ise de en uygun olan görüş şudur: Allah Resûlü’nün evlatları, eşleri, torunları ve damadı Hz. Ali, ehl-i beyti teşkil ederler. Merhum Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili adlı eserinde ehl-i beyt ile ilgili olarak düşüncesini şöyle ifade etmiştir:
“Peygamberin ehl-i beyti, Peygamber (S.A.V.)’in ailesine özel olarak mensup bulunan bahtiyarlardır. Resûlullah (S.A.V.)’ın aile fertleridirler. Söz, Peygamber (S.A.V.)’in hanımlarına seslenmekte olduğu için, ‘ehl-i beyt’ kelimesinden ilk akla gelen mana ‘onlar’ olur. Fakat maksadın yalnız onlar olmadıklarını anlatmak için müzekker çoğul zamir (Arapça’da erkek isimlerin yerine geçen zamir) olan ‘küm=siz’ diye seslenilmiştir. Çünkü usul ilminde bilindiği üzere, müennes çoğul kipi (dişi çoğul kipi) yalnız dişilere özel olduğu halde müzekker çoğul kipi karışık olarak erkeğe ve kadına, ‘tağlîben’ yani kadınları da kapsayacak biçimde kullanılır. Demek ki: ‘Ehl-i beyt’ denilince Peygamber (S.A.V.)’in hanımları ile birlikte çocuklarını, erkek ve kadın kendine özel aile fertlerini dahi kapsadığı anlatılmak üzere: “Ey Peygamberin ev halkı! Şüphesiz Allah sizden pisliği giderip sizi tertemiz yapmak ister.” buyurulmuştur. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (R.Anhüma) çocuklardan olduğu gibi, Hz. Ali dahi Hz. Peygamber (S.A.V.)’in evinde yetişmiş ve Hz. Fatıma (R.A.) ile birlikte yaşaması dolayısıyla özel bir mensubiyeti elde etmiş bulunduğundan O da ehl-i beyttendir. Fakat bunların ehl-i beytten olması Hz. Peygamber (S.A.V.)’in diğer kızlarının ve onlardan olan çocuklarının da ehl-i beytten olmasına engel değildir. Aksine olmalarını gerektirir.
Fakat ne tuhaftır ki şia, ayetin konusunu oluşturan Peygamber (S.A.V.)’in tertemiz hanımlarını dahi hesaba almayarak ehl-i beytin, Hz. Peygamber (S.A.V.)’i kendisiyle Ali, Hasan, Hüseyin, Fatıma (R.Anhüm)’den ibaret olduklarında ısrar etmek istemişler ve bu yüzden İslam tarihinde çok büyük gürültüler çıkarmışlardır. “Selman bizden ve ehl-i beyttendir.” hadisiyle özel mensubiyet ile Selman bile ehl-i beytten sayıldığı halde, Peygamberle birlikte geceleyip yatan, temiz hanımların ehl-i beytten hariç sayılmaları ne garip bir taassuptur.”
Görüldüğü üzere ehl-i beytle ilgili farklı görüşler belirtilmiş ise de bu görüşlerin tümünde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (R.Anhüma)’in ehl-i beytin önde gelenlerinden oldukları kesindir. Hz. Peygamber (S.A.V.) bir hadîs-i şerîfinde: “Fatıma benden bir parçadır.” buyurmuştur. Bu hadîs-i şerîfe göre Hz. Fatıma Peygamber (S.A.V.)’in bir parçasıdır. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (R.Anhüma) de Hz. Fatıma’dan bir parçadırlar.
Hz. Peygamber (S.A.V.)’in torunu olup, O’nun tarafından sevilip okşanan o mübarek insanın, müslümanlar tarafından katledilmesi ne kadar hazindir.
Maide Suresi’nin 32. ayetinde beyan buyurulduğu üzere bir insanı haksız yere öldürmek bütün insanları öldürmek gibi büyük bir suç olduğu halde, müslüman geçinen bazı kişilerin Peygamber torununu katletmiş olmaları ne büyük bir vahşettir. Maalesef bazı insanlar tarih boyunca böylesi vahşeti işlemekten geri durmamışlardır. Peygamber torununu öldürmek şöyle dursun, Peygamberleri dahi öldürenler ve öldürmeye yeltenenler de olmuştur.
Biz, Peygamber (S.A.V.)’in okşadığı mübarek bir başı bedeninden ayıran o vahşi katillerin, layık oldukları cezayı mutlaka görecekleri inancıyla, onları Allah’a havale ederek Hz. Peygamber (S.A.V.)’in sevgili torunu, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın ciğerpareleri ve Kerbela’nın şehidi olan Hz. Hüseyin (R.A.) ile ilgili bilgileri siz saygıdeğer kardeşlerimizle paylaşmaya devam edelim.
Hz. Hüseyin (R.A.) hicretin 4. yılında Şaban ayının 3. gününde Medine-i Münevvere’de dünyaya gelmiştir. Hz. Ali ile Hz. Fatıma (R.Anhüma)’nın ikinci oğullarıdır. Resulullah (S.A.V.) bir hadîs-i şerîflerinde: “Hasan ve Hüseyin, cennet gençlerinin iki ulusudur.” buyurmuştur. Hz. Hüseyin (R.A.)’in 5’i erkek, 3’ü kız olmak üzere 8 çocuğu olmuştur. Çocuklarından sadece Ali Zeynel Âbidîn, kendisinden sonra hayatta kalmış ve soyu ondan devam etmiştir.
Hz. Peygamber (S.A.V.)’in kucağında, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın ocağında büyüyüp, O’nların verdiği eğitim ve terbiye ile yetişen Hz. Hüseyin (R.A.) her yönüyle örnek bir insan ve mükemmel bir müslümandı. Edebi, saygısı, tevazuu, hilmi, cesareti ve ibadete düşkünlüğü ile bilinen ve insan sevgisiyle dolu olan değerli bir kişi idi. O’nun bu yönlerini anlatıp aktarmaya değil saatler, günler, haftalar yetmez. Dolayısıyla biz O’nun bu üstün meziyetleri ile ilgili birer örnek sunmakla yetineceğiz.
İnsanları üzmeden yanlışlarını düzeltip doğruya yönlendirme yolunda gösterdiği inceliği ifade eden menkıbelerinden biri şöyledir:
"Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (R.Anhüma), abdest almakla meşgul olan yaşlı bir adamın yanından geçerken onun doğru abdest almadığını gördüler. Onu rahatsız olmayacak bir şekilde yanlışını düzeltmek için abdest konusunda tartışmaya başladılar, onlardan her biri diğerine; senin abdest alman doğru değildir diyordu. Yaşlı adama: "Kimin doğru abdest aldığına sen karar ver" deyip abdest almaya başladılar. "Hangimizin abdesti daha doğrudur?" dediklerinde yaşlı adam şöyle dedi: "Sizin ikiniz de güzel abdest aldınız, ama bu cahil ve yaşlı kişi doğru abdest almadı." Böylece yaşlı adam rahatsız olmaksızın doğru abdest almayı öğrenmiş oldu.
İbn-i Asakir, Tarih-î Dimaşk kitabında şöyle naklediyor: "Bir gün Hz. Hüseyin (R.A.), abalarını yere sermiş kuru ekmek yemekle meşgul olan bir grup fakir ve yoksulların yanından geçerken İmam'ı yemeğe davet ettiler. Hz. Hüseyin (R.A.) atından inip; "Allah mütekebbirleri sevmez" buyurup onlarla yemek yemeğe oturdu.
Sonra onlara; "Ben sizin davetinizi kabul ettiğim gibi siz de benim davetimi kabul edin " buyurdu. Onlar da bu daveti kabul ettiler. Hz. Hüseyin (R.A) onları evine götürüp cariyesi Rubab'a şöyle dedi: "Azık olarak topladığın şeyleri misafirlere getir." Hz. Hüseyin (R.A.) onları iyice ağırladıktan sonra bir takım hediyelerle onları uğurladı.
Hz. Hüseyin (R.A.)'in hizmetçisi, cezalandırılmayı hakkeden bir suç işledi. Hz. Hüseyin (R.A.) onun tenbih edilmesini emretti. Hizmetçi; Ey Efendim: "Ve'l kâzimîn'el ğayza" (Öfkelerini yenenler) dediğinde, Hz. Hüseyin (R.A.); "Ondan vazgeçin" buyurdu. Hizmetçi; Ey Efendim: "Ve'l âfîne an'in nâs" (İnsanları affedenler) dediğinde Hz. Hüseyin (R.A.); "Seni affettim" buyurdu. Hizmetçi; Ey Efendim: "Vallâhu yuhibb'ul muhsinîn" (Allah ihsan edenleri sever) dediğinde de Hz. Hüseyin (R.A.); "Sen Allah rızası için serbestsin, sana bağışladığım miktarın bir kaç katı daha senin içindir" buyurdu.
Hz Hüseyin (R.A.)'in Âşurâ günü sergilediği şecaat ve cesareti hiç kimse görmedi ve görmeyecektir de. Hz. Hüseyin (R.A.) Âşurâ günü, karşısına çıkan herkesi kılıçtan geçiriyordu, böylece düşmandan çok sayıda insanlar öldürdü. Ömer bin Sa'd bu durumu görünce; "Tek tek onun karşısına çıkmayın, hep birlikte ona saldırın" diye emretti.
Bazı râvîler şöyle demiştir: "Arkadaşları, çocukları ve bütün aile fertleri ölüp de O’nun gibi şecaatli savaşan biri vallahi görülmemiştir. Hz. Hüseyin (R.A.) susuz olmasına rağmen düşman ordusunun hangi semtine saldırıyorduysa adeta çekirgeler gibi O’nun önünden kaçıyorlardı... Nihayet uzaktan Hz. Hüseyin (R.A.)'i ok yağmuruna tutup ne kadar korkak olduklarını kanıtladılar.
Âşurâ günü öğle namazı vakti, Ebu Semame-i Saydâvî Hz. Hüseyin (R.A.)'e şöyle arz etti:
"Yâ Eba Abdillah! Canım sana feda olsun! Düşmanın ordusu sana yaklaştı, Allah'a ant olsun ki, ben senin huzurunda öldürülmedikçe sen öldürülmeyeceksin; gönlüm, seninle öğle namazı kıldıktan sonra Rabbime mülâkî olmayı (şahadet şerbetini içmeyi) istiyor."
Hz. Hüseyin (R.A.) göğe doğru bakarak şöyle buyurdular:
"Bize namazı hatırlattın, Allah seni namaz kılanlardan etsin. Evet, namazın ilk vaktidir. Bu halktan, namaz kılmamız için savaşı durdurmalarını isteyin."
Hasin bin Numeyr, Hz. Hüseyin (R.A.)'in sözünü duyunca şöyle seslendi: "Sizin namazınız Allah katında kabul değildir."
Habib bin Mezahir cevaben şöyle dedi: "Ey alçak! Resulullah'ın torununun namazının kabul olmayıp da senin namazının kabul olacağını mı zannediyorsun?!..."
Daha sonra Züheyr bin Kayn ve Said bin Abdullah, Hz. Hüseyin (R.A)'in namaz kılması için O'nu korumak amacıyla önünde durdular; Hz. Hüseyin (R.A.) da az bir yareniyle namaz kıldılar. Said bin Abdullah, kendisini Hz. Hüseyin (R.A.)'e atılan oklara siper ediyordu, bedenine o kadar ok isabet etti ki, ayaküstünde duramayıp yere düştü ve şöyle dedi:
"Allah'ım! Âd ve Semud kavmine lanet ettiğin gibi bu kavme de (Kûfe halkına da) lanet et! Allah'ım! Benim selamımı Peygamberine ulaştır; O'nu bunca yaraların acısından haberdar et; çünkü bu işten hedefim, Peygamberin torununa yardım etmektir." Said, bu olaydan sonra şahadete erişti.”
57 yaşında iken Kerbela’da şehit olarak ebediyete intikal eden Hz. Hüseyin (R.A.) dedesi Hz. Peygamber (S.A.V.) ile 6, babası Hz. Ali (R.A.) ile de 37 yıl yaşadı. Ağabeyi Hz. Hasan (R.A.)’dan sonra da 10 yıldan biraz fazla ömür sürdü.
Muhterem kardeşlerim!
Malumunuz olduğu üzere küçüklerin büyükleri anlatması zordur. Cennet gençlerinin iki ulusundan biri olan Hz. Hüseyin (R.A.)’in fazilet ve meziyetlerini ben layıkı veçhiyle ifade etmekten aciz olduğum için, O’nun özellik ve güzellikleriyle Resulullah (S.A.V.)’ın gönlündeki müstesna yerini dilegetiren sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in hadîs-i şerîflerinden bir kaçını arzetmekle yetineceğim:
Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) bir hadîs-i şerîflerinde:
"Allah Teâlâ cenneti, benim Ehl-i Beyt'ime zulüm ve ihanet edenlere, sövenlere, onlarla savaşanlara ve itretimi inciterek bana eziyette bulananlara haram kılmıştır."
Enes İbn-i Mâlik (R.A.), Resûlullah (S.A.V.)’ın ona şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ey Enes! Allah bu gece bana Kevser'i ata etti (bağışladı); uzunluğu altı yüz yıllık bir mesafe, genişliği ise doğu ve batının genişliği kadardır. Benden önce (ya Enes) kimse ondan içemez. Bana verdiği ahdi bozarak sözünde durmayanlar, itretimi korkutan ve Ehl-i Beyt'imi öldürenler Kevser havuzunun suyundan içemezler."
Hz. Resûl-i Ekrem (S.A.V.): "Her kim benim gibi yaşamak, ölümüm gibi ölmek ve Allah'ın bana vadettiği Adn cennetine girmek istiyorsa, benden sonra Ali'yi kendine velî edinsin, dostunu dost edinsin ve benden sonraki imamlara uysun. Onlar benim toprağımdan yaratılmış, ilim ve düşünceden rızıklanmış hanedanımdırlar.
Ümmetimden onların üstünlüklerini inkâr edenlere ve akrabalık bağımı onlar hakkında gözetmeyenlere yazıklar olsun ve Allah benim şefaatimi onlara nasib etmesin."
Sünen-i İbn-i Mace kitabında İbn-i Mes'ud (R.A.)'dan şöyle rivayet edilmiştir:
"Bir gün ashabla Resul-i Ekrem (S.A.V.)'in yanına gittiğimizde, Resûlullah (S.A.V.) sevinç dolu güler bir yüzle bizlerin yanına geldi ve bizlerle konuşmaya başladı. Sorduğumuz her soruyu tam bir itina ile cevaplıyordu. Bu sırada Resûlullah (S.A.V.)'ın gözü oradan geçen ve içlerinde Hasan ile Hüseyin'in de bulunduğu Benî Hâşim gençlerinden bir gruba ilişti. Onları görür görmez gözleri yaşardı ve ağlamaya başladı. "Yâ Resûlallah, size birden ne oldu, yüzünüzde üzüntü belirtileri yoktu, hâlinizin değişmesinin sebebi nedir?" diye sorduğumuzda, şöyle buyurdu:
"Biz öyle bir Ehl-i Beyt'iz ki Allah, dünyaya karşı bizim için ahireti seçmiştir. Bilin ki, benden sonra Ehl-i Beyt'im ölüm, sürgünlük, dağınıklık ve çeşitli belalarla karşılaşacaktır..."
Hz. Peygamber (S.A.V.) diğer bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmuştur: "Hüseyin bendendir ben de Hüseyin'den, Hüseyin'i seveni Allah sever. Hüseyin Peygamber torunlarından bir torundur."
Selmân-ı Fârisî (R.A.), Resul-i Ekrem (S.A.V.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Hasan ve Hüseyin benim çocuklarımdır; onları seven beni sever, beni sevense Allah'ı sever; Allah'ı seveni de Allah cennete koyar. Onlara buğzeden bana buğzeder, bana buğzeden Allah'a buğzeder, kendisine buğzedeniyse Allah, cehenneme atar... Bunlar benim ve kızımın çocuğudurlar. Allah'ım, ben onları severim, sen de onları ve onları sevenleri sev."
İbn-i Ebî Ziyad şöyle rivayet etmiştir: "Bir gün Resûl-i Ekrem (S.A.V.), eşi Ayşe'nin evinden çıkıp, kızı Hz. Fatıma (R.A.)'nın evinin önünden geçerken oğlu İmam Hüseyin'in ağladığını duydu. Hz. Fatıma (R.A.)’ya "Bilmez misin ki Hüseyin'in ağlayışı beni incitir." diye buyurdu."
İbn-i Abbas (R.A.), Hz. Resûlullah (S.A.V.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Hüseyin bendendir ve benim oğlum, kardeşinden (Hasan'dan) sonra halkın en üstünüdür. Hüseyin Müslümanların imamı, mü'minlerin efendisi, Allah'ın halifesi, imdat çağıranların yardımcısı, sığınanların sığınağı ve Allah'ın tüm halkına hüccetidir.”
O, cennet ehli gençlerin efendisi ve ümmetin kurtuluş kapısıdır. O’nun emri benim emrimdir, O’na itaat bana itaattir. Her kim O’na uyarsa bendendir ve her kim O’na muhalefet ederse benden değildir.
Ben O’nun yanıma ve haremime sığındığını, oradan da üzüntü ve bela, ölüm ve fena yeri olan ölüm yerine doğru göçtüğünü görür gibiyim.
Ona Müslümanlardan ancak az bir grubu yardımda bulunacak ki onlar, kıyamet günü benim ümmetimin şehitlerinin efendileridirler. Mızrakla atından düşürüldüğünü ve koyun kesilir gibi başının kesildiğini görür gibiyim."
İbn-i Abbas devamında diyor ki: "Daha sonra Resulullah (S.A.V.) ağladı, O’nun ağlamasıyla yanında bulunan ashâbı da ağlamaya başladı, öyle ki sesleri yükseldi. Sonra Resûl-i Ekrem (S.A.V.) dua ederek şöyle buyurdu: "Allah'ım! Ehlibeyt'imin benden sonra başlarına gelenleri ve karşılaşacakları musibetleri sana şikayet ediyorum."
Hz. Muâviye, Hicret'in 54. yılının sonlarında oğlu Yezîd'i, halîfe olmak üzere yerine seçmişti. O yıl Şam halkı, Yezîd'e biat etmişlerdi. Hz. Hüseyin ve Hâşim oğulları Yezid bin Muaviye'ye biat etmemişlerdi. Hz. Muâviye, Hicret'in 60. yılında, 83 yaşında iken ölmüş ve yerine oğlu Yezîd geçmişti. Hz. Hüseyin (R.A.), Medine'de kendilerine rastlayan ve Yezîd'e biat etmesini öğütleyen Mervan'ın sözlerine karşı; "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci'ûn" (Biz, Allah'ın kullarıyız, ancak O'na döneriz.) (Bakara 156.âyet) âyetini okuduktan sonra; "Esenlik İslâm'a" buyurmuş ve "Başımız sağ olsun; çünkü ümmet, Yezîd gibi birinin hükmü altına girmekle büyük bir belâya uğradı" demişti.
Yezîd, Medine Vâlisi Velîd bin Utbe'ye; "Hz. Hüseyin'den hemen biat almasını, bu hususta hiçbir geciktirmeye meydan vermemesini emreden" bir mektup göndermişti. Bunun üzerine Medine Vâlisi Velîd tarafından, Hz. Hüseyin (R.A.)'e derhal haber gönderilmiş ve biata çağrılmıştı. Hz. Hüseyin (R.A.) kendisine yapılan bu resmî biate dâvetten bir gün sonra, Hicri 60.yılı Recep ayının 29. günü; Hz.Rasûlullah (S.A.V.)'ın, Hz.Fâtıma'tüz Zehrâ'nın ve "Ehl-i Beyt'in" kabirlerini ziyaret edip, Medine-i Münevvere'den çıkmışlar ve Mekke-i Mükerreme'nin yolunu tutmuşlardı.
Hz. Hüseyin (R.A.), Hicret'in 60.yılı Şaban ayının 4.günü Mekke'ye varmıştı. Bunun üzerine Kûfe'liler, Hz. Hüseyin (R.A.)'e yardım edeceklerine söz vermişler, kendilerine Irak'a gelmeleri için mektuplar yollamaya başlamışlardı.
Hz. Hüseyin (R.A.), kendilerinden önce Kûfe'ye amcaları Akîl'in oğlu Müslim'i, ahvâli anlamaya, halktan kendilerine biat almaya ve sonucu kendilerine bildirmeye memûr ederek göndermişti. Rivayete göre Kûfe'lilerden onsekiz veya yirmisekiz bin kişi Hz. Hüseyin (R.A.) adına Müslim Akîl'e gelip biat etmişlerdi.
Kûfelilerden Ümeyye oğulları tarafını güdenler, Kûfe Vâlisi Numân'ın bu hâle bir çare bulamayacağını, çetin birinin Kûfe'ye Vâli olarak gönderilmesini Yezîd'e bildirmişlerdi. Yezîd bunun üzerine Ubeydullah İbn-i Ziyad'ı Kûfe'ye Vâli tâyin etmişti.
Ubeydullah Kûfe'ye vardığının ertesi günü, halkı mescide toplayıp; "Kimin evinde Yezîd'e isyân eden biri bulunursa onu, evinin kapısında astıracağını, kendisine yardım edenlere para-pul vereceğini" söylemişti. Kûfe'de bulunan Müslim Akîl'i yakalayıp Hicretin 60.yılı Zilhicce ayının 8. günü şehid etmişlerdi.
Hz. Hüseyin (R.A.)'de o gün "Ehl-i Beyt'i" ile Irak'a doğru yola çıkmışlardı. Tam o sırada Kûfe'den gelen birisinin verdiği Müslim Akîl'in şehâdet haberini alan Hz. Hüseyin (R.A.): "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci'ûn!" (Biz Allah'ın kullarıyız, ancak O'na döneriz) (Bakara 156. âyet) demiş ve kederinden ağlamıştı. Bu acı haber üzerine Hz. Hüseyin (R.A.)'e, Kûfe'ye gitmeyelim diyenler olmuştu. Müslim Akîl'in çocukları ise: "Yâ İmâm" dediler; "Kûfelilerden Müslim'in kanını almayınca bizim dönmemiz mümkün değildir! Hiç kimse gitmese bile bari biz gidelim, ya intikam alırız, ya şehâdete erişiriz." Hz. Hüseyin (R.A.): "Bunlardan sonra, yaşayışta hayır yok" demiş sonunda hepsi Kûfe'ye gitmeye azmetmişlerdi.
Hz. Hüseyin (R.A.) yola devam ederken sahrada, Riyâhi oğlu Hur ve askerleri ile karşılaşmıştı. Hz. Hüseyin (R.A.) ona ismini sormuş ve "Ey Hur, bizim lehimiz için mi, aleyhimiz için mi geldin?" demişti. Hur: "Yâ Hüseyin! Kûfe Vâlisi Ubeydullah İbn-i Ziyad tarafından senin Kûfe'den başka bir yere gitmene müsâade etmemeğe memurum!" diye cevap vermişti. Hz. Hüseyin (R.A.): "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh (Allah'tan başka kuvvet ve kudret sahibi yoktur)" demiş ve ilâve etmişti: "Ey Hur! Şimdi namaz kılalım, sonra nereye gideceksek oraya gidelim!" Hep beraber namaz kılındıktan sonra Hz. Hüseyin (R.A.) Allah'a hamd-ü senâ, Rasûl'üne salât-ü selâmdan sonra bir hutbe irâd buyurdu ve Kûfe ahalisini kendisine muhatap tutarak şöyle buyurdu:
"Ey Muhammed ümmeti! Benim, Yezîd'in boyunduruğu altına girmem münasip görülmeyip, onun makbûl sayılmayan itâatinin altına geçmediğim apâşikâr anlaşılmıştı. Mekke'de karar kılıp oturuyordum. Siz ey Kûfeliler, bana tevâtürlü mektuplar gönderdiniz. Sevgi ve saygı arzettiniz. "İmâmımız, uyacak kimsemiz yok!" diyerek benim buraya gelmeme lüzûm gösterdiniz. Eğer hâlâ o kararda iseniz ben bana lâzım olanı yaptım, siz de kendinize düşeni yapınız. Eğer saâdet mülküne gitmekte dünya sevgisi çölünün dikeni eteğinize yapışmış ise ve yaptığınız işe pişman iseniz yolumun dikeni olmayın! Geldiğim gibi dönüp gideyim. Çünkü ben bu diyâra gelmeyi savaşmak ve öldürmek için kendi re'yimle, arzumla istemiş değilim. Kan dökülmesine de râzı değilim."
Bu sırada Kûfe tarafından altı kişi acele ile gelerek, Ubeydullah İbn-i Ziyad'dan Hur'a bir mektup getirmişlerdi. Gelen mektupta; "Hz. Hüseyin (R.A.)'in hemen hücum edilip yakalanarak Kûfe'ye getirilmesi" isteniyordu. Hur o mektubu okuduktan sonra Hz. Hüseyin (R.A.)'e dedi ki;
"Ey Haşimî Peygamberinin kıymetlisi! Ubeydullah İbn-i Ziyad senin hususunda ne kadar ihtimâm ediyor. Ben senin hakkında ne tedbir alayım diye hayretteyim. Eğer seni affedip bıraksam Ubeydullah İbn-i Ziyad'dan korkarım. Eğer sana kıyarsam Allah'ımdan korkarım. Ama Allah korkusu, Ubeydullah İbn-i Ziyad korkusuna galiptir. Fakat vuruşma ve öldürüşmenin anlaşmaya, arkadaşlığa döneceğini ve Hak'kın bana size tâbi olmanın devleti içinde saâdeti müyesser edeceğini umarım. En iyisi şudur ki, gece karanlığı bastığı zaman göçüp ne tarafa murad ederseniz gidersiniz."
Hz. Hüseyin (R.A.), Hur'un teklifini uygun görmüş ve o gece yanındaki ordusuyla yola düzülmüştü. Hz. Hüseyin (R.A.): "Ey bu menzilleri ve konakları bilenler, bu menzil neresidir, biliyor musunuz?" diye sormuştu. Onlar: "Burası Mariye menzilidir!" demişlerdi. Hz. Hüseyin (R.A.): "Belki başka bir adı da olacak!" dediğinde onlar: "Bir adı da Kerbelâ'dır" dediler. Hz. Hüseyin (R.A.): "Allahuekber!" dedi. "Burası Kerb ve Belâ (Hüzün ve Belâ) yeridir!" demişti.
Hz. Hüseyin (R.A.), Kerbelâ'ya Hicret'in 61.yılının Muharrem ayının ikinci günü inmişler ve çadırlarını kurmuşlardı.
Hz. Hüseyin (R.A.)'in Kerbelâ'ya geldiğini öğrenen Kûfe Valisi Ubeydullah İbn-i Ziyad bir mektup yollamış ve mektubunda şöyle demişti:
"Ey Hüseyin! Bana Yezîd mektuplar yazarak şunları bildirdi: "Ali oğlu Hüseyin o taraflara geldiğinde, bana biat edeceğine dair kendisinden söz almadıkça hakkında bir karar verme, eğer teklifini kabul etmezse O’nu hiç düşünmeden derhal öldür!" Şimdi sana nasîhat ediyorum. Kendine acı! Yezîd'e biat etmeyi kabul et. Eğer kabul etmezsen savaş vasıtalarını hazırla!"
Mektubu Hz. Hüseyin (R.A.)'e getiren adam daha sonra Kûfe'ye Ubeydullah İbn-i Ziyad'ın yanına dönünce Ubeydullah yanında bulunanlara dönmüş ve "Ey Şam ve Kûfe'nin ileri gelenleri! İçinizde her kim ki Hüseyin ile harp ederse kendisine koca bir Vilâyeti vereceğim" demişti. Bu teklife hiç kimse sesini çıkartmıştı. Sorusunu birkaç defa tekrarlamış, yine kimseden cevap alamayınca, en sonunda; kendisinden çoktandır Rey Vâliliğini isteyen Sa'd İbn-i Vakkas'ın oğlu Ömer'i, Hz. Hüseyin (R.A.) ile savaşacak orduya kumandan tayin etmiş ve Ömer'e demişti ki; "Emrine vereceğim kuvvet ile Kerbelâ'ya gidip Ali'nin oğlu Hüseyin'e, Yezîd'e biat etmesini teklif edeceksin. Kabul etmezse O’nun ve O’na tâbi olanların başlarını kesip bana getireceksin. Bu önemli hizmeti yapmakla yükselme yolunu bulacaksın."
Ömer evine gelince oğullarını çağırtmış ve durumu onlara anlatmıştı. Bunun üzerine büyük oğlu şu cevabı vermişti: "Ey baba! Bu ne cahilce sözdür? Bu ne gaflettir. Üzerine gideceğin şahsın Peygamber'in göz bebeği, Fâtıma'nın ciğerparesi olduğunu bilmiyor musun? Elbette bilirsin. Bile bile bu büyük vebâli yükleniyorsun. Senin baban Sa'd İbn-i Vakkas! Hayatını Resûlullah ve O’nun yakınları uğrunda harcamadı mı? Sen ise Resûlullah'ın evlâdı üzerine gidiyorsun ve Resûlullah'ın göz bebeği ile harbetmek istiyorsun. Ali'nin oğlu Hüseyin'i buraya davet edenler arasında sen de yok mu idin? Ona üst üste üç tane mektup yazmadın mı? Şimdi ise dünya nimetleri için böyle bir zâtın üzerine gidiyorsun. Ve âdetâ Peygamber'in kanını dökmek istiyorsun. Dünya nimetlerini sevmenin bütün hata ve kötülüklerin başı olduğunu bile bile, bu işi yüklenmek istiyorsun. Ey baba! Böyle bir şey yapacak olursan bunun lâneti kıyamete kadar senin ve soyunun üzerinde kalacaktır."
Ömer büyük oğlunun sözlerinden hoşlanmadı, kızdı. Harîs bir genç olan küçük oğluna dönmüştü. Küçük oğlu demişti ki; "Ey baba! Gerçi ağabeyimin sözleri doğrudur. Fakat onlar ilerde, gaibte olacak işlerdir. Hâlbuki Ubeydullah'ın ihsânı hazır ve önündedir. Elde hazır olan nimet elbette meçhul bir nimete tercih edilmelidir. Akıllı olan böyle bir nimeti tepmez."
Bu sözler üzerine Ömer İbn-i Sa'd, kendisi gibi düşünen küçük oğlunun sözlerini kabul etmişti. Çünkü mal ve hükmediş hırsı, gözünü bürümüştü. Ömer, Ubeydullah'ın yanına giderek teklifi kabul ettiğini bildirmişti. Ubeydullah İbn-i Ziyad, onun emrine beşbin kişilik bir kuvvet vermiş ve onu Kerbelâ'ya, Hz. Hüseyin (R.A.) ile savaşmaya göndermişti.
Kerbelâ'da Muharrem ayının 10. gecesiydi. Hz. Hüseyin (R.A.)'e tâbi olanların çoğu o gece çadırlarında, kimi Kur'ân okuyor; kimi namaz kılıyor, kimi duâ ediyordu; kimi kılıcını bilemede, kimi yayını denemedeydi.
Kadınların gözleri yaşlıydı; çocuklar titriyorlardı, susuzluk ciğerlerini yakmaktaydı. Kadınlar feryâd edip ağlamaya başladıklarında Hz. Hüseyin (R.A.) onları susturduktan sonra kardeşi Zeyneb'e: "Sen kadınların ulususun. Üzerinde olan hakkım için beni kana bulanmış; şehit olmuş görünce başını açma, yüzünü yırtma, elbiseni parçalama, sesini yükseltme, feryâdınla düşmanları sevindirme." demişti.
Hicret'in 61.yılında, Muharrem ayının 10. Cuma günü sabahı her iki taraftan da cenk safları sıralanınca, Hz. Hüseyin (R.A.) düşman askerinin karşısına çıkıp onlara demişti ki; "Ey merhametsiz kavim! Başımdaki sarık ve belimdeki kılıç, arkamdaki zırh, altımdaki at Hz. Resûlullah (S.A.V.)'ındır. Ben Resûl sancağının vârisiyim. Zehra Betül'ün göz nûruyum. Hiçbir zaman yalan ve boş yere söz söyleyip ayak diremedim. Allah'a ve Resûl'e aykırı yol tutmadım. Bana mektuplar ve elçiler gönderdiniz. Üzerime hüccetler yolladınız. Beni bu diyâra getiren sizlersiniz. Bu fitneyi türlü sebeplerle kışkırtıp bu raddeye siz getirdiniz. Bu ne sahtekârlıktır! Ama hilenin yapısı sağlam değildir. Hilenin eseri yaşamaz."
Ömer İbn-i Sa'd, Hz. Hüseyin (R.A.)'in karşısına gelip: "Ey Hüseyin! Yezîd'e biat etmedikçe, bu sözlerin bir faydası yok." demiş ve yayını gerip bir ok atmış ve "Ey Kûfe halkı! Bilin ve şahit olun ki, Hz. Hüseyin ile savaşa başlayan ben oldum" demişti. Daha sonra Hz. Hüseyin (R.A.), çadırlara dönmüş ve "Ey vefâlı dostlar! Ey canlarını fedâ edenler! Kavgaya hazır olun ve savaş araçlarını hazırlayın ki; bu dem kan dökülecek demdir." demişti.
Düşman askeri, rivâyetlere göre beş bin kişiydi. Hz. Hüseyin (R.A.)'in askeri ise yetmişiki neferdi. Otuz kişi atlı, kalanı yaya idi. Savaş başlamıştı.
Hz. Hüseyin (R.A.), evlâtlarını büyüklere emanet yolu ile teslim etmişti. Hepsini Allah'a ısmarlamış sonra onlara vedâ edip, gazâ meydanına yürümüştü. Gazâ meydanına yürüdüğü anda, süt emer bir yaşta olan çocuğu Ali Asgar'ın, susuzluk acısı ile neredeyse ölüm derecesine geldiğini kendisine bildirmişlerdi.
Hz. Hüseyin (R.A.), o masum 1,5 yaşındaki çocuğu eline alıp, Yezid askerine karşı tutarak: "Ey zâlimler! Diyelim ki, ben günahkârım. Fakat şu günahsız çocuğa niçin bir damla su vermezsiniz?" dedi. Hz. Hüseyin (R.A.)'e şu cevabı vermişlerdi; "Ey Hüseyin! Ubeydullah İbn-i Ziyad'ın kesin buyruğu bir yudum su verilmemesi hakkındadır. Bu değişmez. Ve biat etmeyince, ne sana, ne evlâdına su içmek nasîb olmayacaktır."
Hz. Hüseyin (R.A.) ümitsizlenmiş, geri dönmek üzere iken Yezîd ordusundan birisi yayını kurup bir ok atmıştı. Atılan ok Hz. Hüseyin (R.A.)'in kucağındaki Ali Asgar'a rastlamıştı. Ok masum çocuğun o mübarek boğazından geçmiş, Hz. Hüseyin (R.A.)'in mübarek koluna saplanmıştı. Hz. Hüseyin (R.A.) o masumun boğazından oku çekip çıkarmış ve sonra o yavruyu annesine götürüp; "Ey biçâre! Oğlun şehâdet şerbetini içti." demişti.
İşte bu şartlar altında Hz. Hüseyin (R.A.) meydana çıkıp kendisiyle teke tek savaşacak bir er istemişti.
Onun er istemesi üzerine Yezid ordusundan Temim adlı ünlü savaşçı çıkmıştı meydana.
Kıyasıya vuruşmuşlar, çok geçmeden Temim'in ayağı bir kılıç darbesiyle yere düşmüştü.
Temim acılar içinde yere kapaklanmıştı. Hz. Hüseyin (R.A.) O’na yaklaşıp bakmış ve Temim'in tepesine bir kılıç darbesi değil, hiç beklemediği şu soruyu indirmişti:
- Yardım etmemi ister misin Temim?
Temim neye uğradığını şaşırmıştı. O şartlarda savaş meydanında hiç beklemediği bir davranıştı bu. Acı ve hayretle buruşan yüzünü utançla yere eğip.
- Kabilemin adamlarını yardıma çağırın!.. Onlar gelip götürür beni demişti.
Hz. Hüseyin (R.A.)'in kendisini öldürmeyişine halâ inanamamıştı.
Hz. Hüseyin (R.A.), Yezid ordusuna seslenip Temimoğullarını çağırmıştı. Gelip yaralılarını götürmüşlerdi.
Hz. Hüseyin (R.A.) Temim'in canını bağışlamıştı!
Hz. Hüseyin (R.A.) karşısına çıkan askerleri birer vuruşta öldürüp dağıttıktan sonra, atını Dicle'ye eriştirmişti. Bir yudum su içip hararetini söndürmek istemiş ama kadınların ve çocukların susayışlarını hatırlayarak su içmemişti.
Sonunda düşman askerleri hücumları ile Hz. Hüseyin (R.A.)'i yaralamışlardı. Hz. Hüseyin (R.A.) birçok yara almış, yaraların çokluğundan ve susuzluktan güçsüz düşmüştü. Ömer İbn-i Sa'd, Hz. Hüseyin (R.A.)'in bu halini görünce öldürülmesini istemiş ve emriyle bir asker Hz. Hüseyin (R.A.)'i öldürmeye gitmiştir.
Hz. Hüseyin (R.A.) yanına gelen o kişiye:"Ey fukara! Beni öldürecek adam sen değilsin. Bu kötü işe çalışma ki, yazıktır. Sonra cehennem ateşine uğrarsın." demişti. O kişi ağlayarak; "Ey Resûlullah'ın torunu! Bu halde iken bile bize hâlâ acıyorsun. Hak ehli olduğuna şüphem kalmadı!" demiş ve elindeki kılıcı korkusuzca geriye dönüp, Ömer İbn-i Sa'd'e fırlatmıştı. Ömer'in adamları koşmuşlar, kılıcın ona vurmasına engel olmuşlar ve o adamı yaralamışlardı. O da yaralı bedeniyle Hz. Hüseyin (R.A.)'in yanına gelerek:
"Ey İmâm Hüseyin! Senin için beni şehid ediyorlar!" demişti.
Hz. Hüseyin de; "Mücâhidlerin ameli kaybolmaz!" demiş sonra o kişiyi şehit etmişlerdi.
Böylece her yönden kılıçlar çekilip Yezîd'in nimetlerine ve iltifatına kavuşmak ümidiyle o alçak emre uyulmuştu. Bu alçaklık yalnız iki kişiye erişmişti. Birisi Enes oğlu Sinan, birisi de Şimir Zilcevşen'di. Bu iki zalim Hz. Hüseyin (R.A.)'i şehid etmek için üzerine yürümüşlerdi. Zalim Şimir öne atılarak Hz. Hüseyin (R.A.)'in karşısına dikilmişti. Hz. Hüseyin (R.A.): "Ey Şimir! Benim öldürülmem sana mukadder kılınmıştır. Ama bugün hangi gün ve hangi vakittir? Ve bu ay hangi aydır?" demişti. Şimir bedbahtı: "Muharrem ayıdır. Ve Cuma günüdür. Vakit de namaz vaktidir!" diye cevap vermişti.
Hz. Hüseyin (R.A.): "Ey zâlim! Böyle bir haram ayında, Cuma gününde, namaz vaktinde İslâm hatipleri minber başında Atamın vasıflarını anlatırlar. Ve zengin, fakir kullar camiye yüz tutarlar. Sen nasıl olur da bu kötü işi yapmağa kalkarsın? Ey Şimir üzerimden çekil biraz mühlet ver. Ben de kurumuş dudağımla namaz kılayım. Çünkü namazda iken şehit olmak bana miras kalmıştır. Ben de o baba saâdetini bulayım." demişti. Hz. Hüseyin (R.A.) biraz kuvvet bularak oturmuş, kıbleye yönelmiş ve namaza durmuştu. Hz. Hüseyin (R.A.) namazda secdeye baş koymuşken, kaldırmasına zaman bırakılmadan şehid edilmişti.
Hz. Hüseyin (R.A.)’i hunharca katlettiren Yezid’in yolunda gidip kula kurşun atmaktan, cana kıymaktan, kan akıtmaktan, koyun gibi boyun kesmekten çekinmeyen acımasız insanlardan değil, Allah’ın kullarına sevgi, şefkat ve merhametle yaklaşan, kardeşçe kaynaşan, dostça kucaklaşan duyarlı ve dirayetli insanlardan olmamız temennisiyle sözlerimi noktalarken, Peygamber torunu ve Kerbela şehidi olan Hz. Hüseyin (R.A.)’i şehadetinin 1331. yıldönümünde bir kere daha rahmet ve mağfiretle anmak için düzenlediğimiz toplantıya teşrif ederek bu anlamlı günde bizimle birlikte olma incelik ve yüceliğini gösteren güzîde heyetinize takdir ve teşekkürlerimizi sunuyor, Mevlâyı Müte’âl Hazretlerinden cümlemizi O büyük insanın şefaatine nail etmesini niyaz ediyorum.