VEFATININ 1378. YILDÖNÜMÜNDE HZ. FATIMA
İslam büyüklerini doğum veya vefat yıldönümlerinde rahmet ve mağfiretle anarak hâtıralarını hâfızalarda yaşatmayı güzel bir gelenek hâline getiren YOYAV, Kasım ayında Hz. Fâtıma (R.A.)’yı anmayı ve anlatmayı programına aldı. Zira 3 Ramazan 11 H. (21 Kasım
Hz. Peygamber (S.A.V.)’in narin, nazenin kızı, müslümanların dördüncü halifesi olan Hz. Ali (R.A.)’nin hanımı, Kerbela’da zulme baş eğmeyip sonuna kadar direnen ve şehâdete ulaşan cennet gençlerinin efendisi olan Hz. Hüseyin ile zehirlenerek hayata veda eden Hz. Hasan (R.A.)’ın anneleri olan O büyük insanı sevgi ve saygıyla anarak günümüz kadınlarınca örnek alınmasına katkıda bulunmayı hedefleyen YOYAV, vefatının 1378. yıldönümü dolayısıyla 22 Kasım 2010 Pazartesi günü bir anma toplantısı tertipledi. YOYAV Kültür Merkezi’ndeki konferans salonunu tıklım tıklım dolduran davetlilere duygulu dakikalar yaşatan Dr. İbrahim Ateş yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Evlâd ve ahfâd-ı Resûlullah’a sevgi ve saygıda kusur etmemenin gayret ve kararlılığı içinde olan kıymetli konuklarımız, Habîbullah’a beslediği hürmet ve muhabbeti O’nun ehl-i beytinden esirgemeyen duyarlı ve dirayetli dostlarımız, İslam büyüklerine ihtirâmı ilke edinen sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
Resûlullah (S.A.V.)’in kıymetli kızı ve torunlarının muhterem annesi olan Hz. Fâtıma (R.A.) validemizin ebediyete intikalinin 1378. yıldönümü dolayısıyla düzenlediğimiz böylesine anlamlı ve önemli bir toplantıya teşrif ederek gayretimizi kamçılayan güzîde heyetinizi en hâlisâne ve samîmî duygularımızla selamlıyor, cümlemize Cennet ve Cemâlullah ile şefaat-i Resûlullah-ı niyaz ediyorum.
Büyükleri anmak ve anlatmak küçükler için bir vefa borcu olduğu kadar büyük bir şereftir. Özellikle Resûlullah (S.A.V.) ve eşleriyle evlâd ve ahfâdını anmak ve anlatmak müslümanlar için müstesnâ bir meziyyet ve mübârek bir haslettir. Onları anlatan dillerle, dinleyen kulaklar, değer kazanan şanslı uzuvlardır. Bugün burada Resûlullah (S.A.V.)’in : “Benden bir parçadır.” dediği ciğerpâresi, Hz. Hatice (R.A.)’nin gözbebeği, Hz. Ali (R.A.)’nin sevgili eşi, Hz. Hasan ve Hüseyin (R.A.)’in saygıdeğer anneleri ve Medine-i Münevvere’nin hanımefendisi olan Hz. Fâtıma (R.A.) validemizi anmak ve anlatmakla inşaallah bizler de büyük bir şeref ve saadete nâil olacağız. Dilimizi O’nu anlatmak, kulağımızı O’nun hakkında anlatılanları dinlemekle onurlandıran yüce Rabbimizden, gönüllerimizi de O’nun sevgisiyle nurlandırmasını ve O’ndan dünyaya gelen ahfâd-ı Resûlullah (S.A.V.)’a sevgi ve saygıda kusur etmeyen duyarlı ve dirayetli insanlardan kılmasını diliyorum.
Hz. Fâtıma (R.A.) Nebîler Efendisinin son çiçeği, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin dünyada neslini devam ettiren nur yumağı, kızlarının en küçüğü, eli değirmen döndüren "Fâtıma ana" diye anılan bir sultâne anne, eşi ve çocuklarıyla ehl-i beyti teşkil eden ümmetin hanımlarının seyyidesi ve Cennet hûrilerinin hanımefendisidir.
Hz. Fâtıma (R.A.), babası sevgili Peygamberimizin engin sevgisi ve bol şefkati altında büyüdü. Babacığındaki merhameti ve güzel ahlâkı, anneciğindeki asâleti, cömertliği, babacığına karşı hizmet, hürmet ve muhabbeti gördü. İslâm uğruna çektiği sıkıntılara nasıl katlandığını ve o yolda fedakârlığın en güzel örneklerini bizzat yaşayarak öğrendi. Tam bir iffet ve izzet-i nefs nûmûnesi olarak bütün güzellikleri hayatına nakşederek kendisini yetiştirdi. O şanslı bir genç hanımefendiydi. Babası Hâtemü-l Enbiyâ Efendimiz ile anneler sultanı Hz. Hatice'nin yanında onların gözetiminde eğitimini tamamladı. Rahmet ve şefkat pınarından doyasıya içti.
O, hassas ruhlu, zayıf yapılı idi. Yaşından beklenmeyecek derecede yüce bir ahlâka sahibti. Üstün bir zekâsı, halîm ve selîm bir yapısı vardı. Son derece mütevaziydi. Söz ve davranışlarında vakurdu. Çok az konuşurdu. Ağzından çıkan sözler inci tanesi gibi hikmetler saçardı. Cömertti, zâhidâne yaşamayı severdi. Ev işlerinde maharetli ve becerikliydi. İki Cihan Güneşi Efendimiz (S.A.V.)’in bir parçası ve kalbinin meyvesiydi.
Allah'ın Resûlü ona "Babasının anası" derdi. O içeri girerken Hz. Peygamber ayağa kalkar ve onu ayakta karşılardı. Bir seferinde "Baban sana feda olsun" demişti. Bir seferinde de "O, benden bir parçadır. Onu üzen beni üzmüştür. O, kadınların ulusudur" diyerek sevgi boyutunu anlatmıştı.
Kız çocuklarının diri diri gömüldüğü coğrafyada Hz. Peygamber (S.A.V.)'in nübüvvetinden hemen sonra doğan Hz. Fâtıma babasının biriciğiydi. Zira Peygamberimiz (S.A.V.)’in diğer kızları Zeynep 30 yaşında, Rukiye 21 yaşında, Ümmü Gülsüm ise 26 yaşında vefat etmişler, bir anlamda sevgi yoğunluğu Hz. Fâtıma'da birikmişti. Bundan dolayı olsa gerek Hz. Peygamber için Fâtıma hem anne, hem evlat, hem dert ortağı, hem torunlarının annesi ve hem de Medine'nin çilekeş kadınıydı.
Küçük yaşta çok çileler çekti. Çocukluğu Kureyş'in zulum, baskı ve ambargoları altında geçti. Daha henüz ömrünün baharını yaşarken anneciğini kaybetti. Mekke'de Müslümanlara ezâ ve cefalar arttı. İşkenceler dayanılmaz hal aldı. Bunun üzerine babacığına hicret izni verildi. Daha sonra da aile efradı ile birlikte kendisi de Medine-i Münevvere'ye hicret etti.
Hz. Fâtıma (R.A.) bu göç ile çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği Mekke-i Mükerreme'ye vedâ etti. Medine-i Münevvere'de huzurla yaşamaya başladılar... Babacığı Hz. Âişe (R.A.) annemizle, ablaları da Hz. Osman (R.A.) ile evlendi. Kendisi de evlilik çağına ulaşmış 16-17 yaşlarına girmişti. Nebîler sultânı Efendimizin son çiçeği olarak ona tâlib olanlar çoğalmıştı.
Birgün Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Sâd bin Muâz, mescidde oturup; “Hz. Fâtıma'yı, Hz. Ali'den gayri herkes istedi. Kimseye iltifat olunmadı” diye konuştular. Hz. Sıddîk dedi ki: - Zannederim ki, Ali'ye nasip olur. Gelin, ziyaretine gidelim ve bu meseleyi açalım. Eğer fakirliği ileri sürerse, yardımda bulunalım. Sâd bin Muâz da dedi ki: - Ya Eba Bekir! Sen, hep hayır yaparsın. Kalk, biz de sana arkadaş olalım.
Üçü birden mescidden çıkıp, Hz. Ali'nin evine gittiler. Hz. Ali, onları görünce, karşılayıp hâl ve hatırlarını sordu. Hz. Ebu Bekir şöyle sordu: - Ya Ali! Her hayırlı işte sen öndersin ve Resûl-i Ekrem katında hiç kimseye nasip olmamış bir mertebedesin. Fâtıma'yı herkes talep etti. Hiç kimseye iltifat olunmadı. Sana nasip olacağını zannediyoruz. Niçin teşebbüs etmezsin? Hz. Ali bunu işitince, mübarek gözleri yaşla doldu ve dedi ki:- Ya Eba Bekir! Beni ziyadesiyle memnun ettiniz. Ona, benden daha fazla rağbet eden yoktur. Lâkin elimin darlığı buna mânidir. Hz. Ebu Bekir, bunun üzerine şöyle cevap verdi: - Böyle söyleme! Allah Teâlâ ve Resûlünün yanında, dünya bir şey değildir. Buna fakirlik mâni olamaz. Var, Fâtıma'yı iste!
Hz. Ali buyuruyor ki: “Resûlullah (S.A.V.)’ın huzuruna utanarak ve sıkılarak girdim. Resûlullah (S.A.V.)’ın bütün heybet ve vakârı üzerinde idi. Huzurunda oturdum ve konuşmaya kâdir olamadım. Resûlullah Efendimiz buyurdu ki:- Niçin geldin, bir ihtiyacın mı var?
Sustum. Resûlullah efendimiz:- Herhâlde Fâtıma'yı istemeye geldin” buyurunca; "Evet" diyebildim. Peygamber efendimiz, Hz. Fâtıma'ya, Hz. Ali'nin kendisini istediğini duyurdu. O da sustu. Peygamber Efendimiz buyurdular ki: - Fâtıma'ya mihr olarak verecek neyin var?
- Ya Resûlallah! Benim hâlimi sizden iyi kimse bilmez. Bir kılıcım, bir de devem vardır. Başka bir şeyim yoktur.
Resulullah Efendimiz tekrar buyurdular ki: - Kılıcın gazaya lazımdır. Deven bineğindir. Sana verdiğim Hutamî zırhlı gömleğin nerededir, ne oldu?
- Yanımdadır. - Onu sat ve parasını bana getir! Mihr olarak o kâfidir.”
Bunun üzerine Hz. Ali, zırhını satması için birine verdi. Verdiği kimse, pazarda satarken, Hz. Osman (R.A.) Efendimiz zırhı tanıyarak 400 dirheme satın aldı. Yanına da 400 dirhem daha koyarak:- Bu zırh sizden başkasına lâyık değil diyerek Hz. Ali'ye geri gönderdi. Hz. Ali, bu para ile düğün hazırlıklarına başladı. Peygamber efendimiz, sevgili kızı Hz. Fâtıma'nın düğün vakti yaklaştığında, "Eğer annesi hayatta olsaydı, şimdi onun çeyizini hazırlardı" diye düşündü. Bu düşüncede iken, Cebrail Aleyhisselam gelip dedi ki: - Ya Resûlallah! Hak Teâlâ sana selam ediyor. "Hiç merak etmesin. Kızı Fâtıma'nın bütün ihtiyaçlarını, çeyizini ben temin edeceğim" buyurdu.
Peygamber Efendimiz, bu sözleri duyunca, şükür secdesi yaptı. Daha sonra Cebrail aleyhisselâm, elinde, üzeri bir bohça ile örtülü altın bir tepsi ve yanında bin melekle geldi. Mikail, İsrafil ve Azrail Aleyhimüsselâm da aynı şekilde gelmişlerdi. Bunların ellerinde de birer altın tepsi vardı. Peygamber Efendimiz, bunları görünce sordu: - Ey kardeşim Cebrail! Hak Teâlânın emri nasıldır? Bu altın tepsiler de nedir?
Cebrail aleyhisselâm şöyle cevap verdi: - Ey Allahın Resûlü! Allah Teâlâ sana selam ediyor. "Habîbimin kızı Fâtıma'yı, Ali'ye ben verdim. Arş-ı a'zamda nikâh ettim. Habîbim de ashâb-ı arasında nikâh etsin! Tepsilerin birinde, cennet elbiseleri vardır. Onu Fâtıma'ya giydirsin. Diğer tepsilerde cennet yemekleri vardır. Onlar ile de ashâbına ziyafet versin!" buyurdu. Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu müjdeyi işitince, yine şükür secdesi yaptı. Sonra, dörtyüz dirhem mihr ile nikâh yapılacaktı. Haberciler Hz. Fâtıma'ya müjdeyi götürdüler. Fakat O, razı olmadı. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselâm gelip dedi ki:- Ya Resûlallah! Allah Teâlâ, "Fâtıma dörtyüz dirheme razı olmuyorsa, dörtbin dirhem olsun! buyurdu. Hz. Fâtıma'ya bunu haber verdiler. O yine razı olmadı.
Peygamber Efendimiz, kızının esas maksadının ne olduğunu öğrenmek için, yanına gitti. Esas maksadının ne olduğunu sordu. Hz. Fâtıma dedi ki: - Babacığım, ben dünyalık bir şey istemiyorum. Benim maksadım dünya değildir. Benim isteklerim ahiret ile ilgilidir. Sen ahirette, ümmetinden günahkârlara şefaat edeceksin. Ben de ümmetinden günahkâr kadınlara şefaat etmek istiyorum. Muradım budur. Bu isteğim kabul edilirse, razı olurum. Peygamber Efendimiz, bu isteğini Cebrail aleyhisselâma bildirdi. Cebrail aleyhisselâm, Hz. Fâtıma'nın arzusunun kabul edildiğini, ahirette, ayrıca onun da şefaat edeceğini bildirdi. Peygamber Efendimiz, gelip bu haberi sevgili kızına bildirdi. Hazret-i Fâtıma dedi ki: - Babacığım, senin şefaat edeceğine dair Kur'an-ı kerimde ayetler vardır. Benim şefaat edeceğime dair delil nedir? Peygamber Efendimiz, durumu Cebrail aleyhisselâma tekrar bildirdi. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam beyaz bir ipek getirdi. Bunun üzerinde şöyle yazıyordu: (Kıyamet günü mümin kadınlara, Fâtıma kulumu şefaatçi tayin ettim. Bu hüccet elinde bâkî kalsın.)
Hz. Fâtıma'nın şefaatine izin verildikten sonra, Peygamberimiz Hz. Bilâl'e hitap edip, muhacirîn ve ensârı toplamasını emretti. Cümlesi mescid-i şerifte toplandılar. Peygamberimiz minbere çıktı. Hamd ve sena eyledikten sonra, muhacirîn ve ensâra hitaben buyurdu ki: - Ey müslümanlar, biliniz ki, kardeşim Cebrâil gelip, Hak Teâlânın, melekleri toplayıp, “Fâtıma binti Muhammed'i, kulum Ali bin Ebî Talib'e verdim ve akit ettim” buyurduğunu haber verdi. Bana da emretmiş ki, ashâbım arasında bu akdi tecdîd edip, şahitler huzurunda akd-i nikâh edeyim.
Sonra Hz. Ali'ye dönüp buyurdu ki: - Ya Ali! Kalk, nikâh hutbeni yerine getir!
Hz. Ali kalkıp, Peygamber Efendimizin önüne geldi. Hak Teâlâya hamd ve senâ eyledi. Habîb-i Rabbil âlemîne salâvât getirdi. Sonra Habîbullah’a işaretle dedi ki: - Resûlullah Efendimiz, kızı Fâtıma'yı bana tezvîc etti. Ben de buna razı oldum. Sizler de bu nikâha şahit olun. Ashâb-ı kirâm buyurdular ki: - Ya Resûlallah! Bu şekilde tezvîc buyurduğunuza biz şahit olalım mı? Peygamberimiz buyurdu ki: - Evet şahit olun.
Etraftan, “Allah Teâlâ mübarek etsin” dediler. Sonra Resulullah odasına geldi. Hz. Ebu Bekir'e biraz para verip, çeyiz için bir şeyler almak için gönderdi. Selman ile Bilal'i de çağırıp buyurdu ki: - Taşınacak şey olursa siz taşıyın.
Hz. Ebu Bekir buyurur ki: “Dışarı çıktım. Parayı saydım. Üçyüzaltmış dirhem geldi. Hz. Fâtıma'nın çeyizini o para ile gördüm. İçi yün dolu bir döşek aldım. İçi hurma lifiyle dolu bir yastık, topraktan birkaç kap kacak aldım. Resûl aleyhisselâma getirdim. Görünce, mübarek gözlerinden yaşlar aktı ve, “Ya Rabbi! En iyi kapları toprak çanak olan bu kullarına bereket ver” diye duâ eylediler.
Ne güzel çeyiz!.. Ne mütevâzi eşyalar!... Ne sâde hayat!... Ne mutluluk!.. Ne kolay evlilik!.. Günümüz insanına ne ibretli ders!.. Gençlerimize ne eşsiz örnek!... Allah'ım cümlemize hisse almayı nasib et!...
Zaman su gibi akıp gidiyor, günler bir bir geçiyordu. Hz. Fâtıma (R.A.)'nın çeyizleri alınmıştı. Düğün hazırlıkları tamamlanmış fakat günü belirlenmemişti. Hz. Ali ile kardeşi Akil düğün mevzuunda görüşmek üzere birlikte Resûl-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.)’in hanesine geldiler. Kapıda Ümmü Eymen'e rastladılar ve durumu ona açtılar. O da: "Bu iş için bana biraz müsade edin. Ben size yardımcı olayım. Meseleyi önce Resûlullah zevcelerine açar ve bir cevap almaya çalışırım." diyerek onları geri döndürdü.
Resûlullah (S.A.V.)'in hizmetinde bulunan dadısı Ümmü Eymen bu meseleyi Ümmü Seleme annemize söyledi. O da Hz. Âişe (R.A.)'nın evinde toplandıkları bir sıra da Efendimize durumu arzetti ve: "Yâ Resûlallah! Haticetü'l-Kübrâ hayatta olsaydı bize söz düşmezdi. O bu işi tamamlardı." diyerek söze başladı. Vefâkar Efendimiz, Hz. Hatice annemizin ismini duyunca; "Onun gibi hatun nerde bulunur? Herkes beni yalanlarken o tasdik etti. Bütün malını İslâm yoluna sarfetti." buyurdu. Onun hizmetini ve büyüklüğünü bu vesîleyle tekrar duyurdu.
Ümmü Seleme annemiz söze devamla: "Ya Resûlallah! Hakîkaten Hatice dediğiniz gibiydi. Cenâb-ı Hak onu ve bizleri Cennette cemeylesin. Şimdi onun kızı Fâtıma'yı düşünsek. Amca oğlun Ali düğünlerinin yapılmasını istiyor. Siz ne buyurursunuz?" dedi. Efendimiz: Ali bana böyle bir şey söylemedi." buyurdu. Ümmü Seleme annemiz de: "Ya Resûlallah! Ali mahcûbiyetinden, edebinden size söyleyemez." dedi. Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz: "Öyleyse Ali'yi çağırın." buyurdular. Ümmü Eymen koşup Hz. Ali'yi çağırdı. Mahcubiyetinden sıkılarak huzura giren Ali (R.A.) bir kenara oturdu. Fahr-i Kâinat Efendimiz (S.A.V.): "Yâ Ali düğününüzün olmasını arzu ediyor musun?" buyurdu Ali de: "Evet" dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.): "Fâtıma'nın çeyizi tamamdır. İnşallah bu vazifede yerine gelecektir." buyurdu. Ümmü Seleme annemize haber gönderip 10 dirhem istedi. Gelen parayı Hz. Ali'ye uzattı ve: "Ya Ali! Bir miktar hurma, biraz tereyağı biraz da yoğurt al gel" buyurdu.
Hz. Ali siparişleri alıp huzura getirdi. İki Cihan Güneşi Efendimiz hurmaları bir kaba boşaltıp ezdi ve biraz un, yoğurt ve tereyağı ile karıştırarak tatlı bir düğün yemeği yaptı. Arapların meşhur "Hays" adını verdikleri bu yemeği tabaklara koydu. Bu velîme (düğün yemeği) hazırlığından haberdâr olan Sa'd İbn Ubâde (R.A.) katkı olmak üzere derhal bir koyun kesti getirdi. Bir başka sahâbî yağ, un v.s. getirdi. Hazırlıklar tamam olunca Resûl-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.): "Yâ Ali! Ashâb-ı Kirâmı davet et! Dostlarını davet et!" buyurdu. O da dışarı çıkıp ashâbı davet etti. Gelenler onar onar içeri alınıp sıra ile sofraya oturtuldu. Bu şekilde sofralar dolup taştı. Gönülleri bereket, rahmet kuşattı. Hz. Ali (R.A.) o gün velîme yemeğinden yediyüz kişinin yediğini nakletmiştir.
İki Cihan Güneşi Efendimiz Ümmü Seleme annemizle Ümmü Eymen'den Fâtıma'yı giydirip kuşatmalarını istedi. Bir deve getirilip süslendi. Hz. Fâtıma bindirildi. Yuları Selmân-ı Fârisî (R.A.)'ın eline verildi. Huzur ve neşe içerisinde Hz. Ali'nin evine getirildi. Böylece kadınlık âleminin hanımefendisi Hz. Fâtıma (R.A.) şânına yakışan bir sadelik içinde gelin oldu. Bu mesut düğün hicretin 2. yılının Zilhicce ayında yapıldı.
Ümmü Eymen'in anlattığına göre Resûl-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) kendisi gelinceye kadar Hz. Ali'nin Fâtıma'nın yanına gerdeğe girmemesini emir buyurmuştu. Efendimiz gelip kapıyı çaldı. Dadısı Ümmü Eymen karşıladı. Selam verdi. İçeri girmek için izin istedi. İzin verilince girdi ve: "Kardeşim burada mı?" diye sordu. Ümmü Eymen: "Ya Resûlallah! Kardeşin kim?" dedi. Efendimiz de: "Ali ibni Ebî Tâlib" buyurdu. Dadısı: "Sen kızını onunla nikâhladığına göre o nasıl kardeşin olur?" dedi. Efendimiz: "Evet! o öyledir." buyurdu. Yani o benim dinde kardeşim olur. Fâtıma ile evlenmesinde bir sakınca yoktur dedi. Sonra bir kapla su getirtti. Abdest aldı ve Hz. Ali'yi çağırdı. Abdest suyundan göğsüne ve iki omuzunun arasına serpti. Sonra Hz. Fâtıma'ya da aynı şekilde davrandı ve: "Allahümme bârik fîhimâ ve bârik lehüma fi neslihimâ= Allah'ım bu evliliği mübarek kıl! Onlara ve nesillerine mübarek kıl." buyurdu ve: "Ey Allah'ım ! Fâtıma ve zürriyeti hakkında kovulmuş şeytandan sana sığınırım." diye duâ etti. Hz. Ali için de aynı duâyı tekrar ederek: "Allah'ın ismi ve bereketiyle gir zevcenin yanına." buyurdu.
Fahr-i Kâinat Efendimiz (S.A.V.) evlenecek bir kimseyi tebrik edeceği zaman "Allah bunu senin için mübarek kılsın! Allah'ın bereketi senin üzerine Olsun! Allah ikinizi hayırda birleştirsin!" diye duâ ederdi.
Yeni gelin ve damata bu duâları yaptıktan sonra onların arasındaki muhabbeti kuvvetlendirmek için kızına: "Vallahi Ey Fâtıma! Ben seni, ailemin en hayırlısına nikâhladım! Allah hakkı için erin iyi erdir. Sahâbenin evvelidir. İslâm'da büyüğüdür. İlim de en derinidir. İmamların kadısı, İslâm'ın kahramanıdır. Zinhar ona isyan eyleme ve emrine muhalefet etme!" diye nasihatta bulundu. Damadına da: "Ey Ali, Fâtıma'nın hakkına riâyet eyle! Onu hoş tut. O benden bir parçadır. Eğer onu üzersen, beni üzmüş olursun." buyurdu. Her ikisini de Allah'a emanet ederek oradan ayrıldı.
Yeni bir hayat başladı. Nurlu bir ocak kuruldu. İki Cihan Güneşi Efendimizin neslini devam ettirecek bir nur yumağı oluştu. Bu mesut evlilikten "seyyid" "şerif" ünvanlarıyla anılan bahtiyar insanlar dünyaya geldi. Cennet gençlerinin efendileri ve cennet hurîlerinin hanımefendileriyle nurlu nesil devam etti.
Seyyidler neslinin kaynağı olan bu aile muhabbet dolu sıcacık bir yuva oldu. Orada sevgi, saygı şefkat, merhamet, hizmet, feraset, nezâket ve nezâhet gibi üstün ahlâkî meziyyetler yeşerdi. Acısıyla tatlısıyla hayatı olduğu gibi kabul eden aile ferdleri, dünyanın sıkıntılarını da birlikte sabır ve rıza ile göğüslediler. Evin içindeki hizmetler Hz. Fâtıma'ya, dışardaki işler de Hz. Ali'ye bırakıldı. İç ve dış hizmetleri paylaşma yönüyle onlar bir bütünün iki parçası hâline gelmişlerdi. Hz. Fâtıma (R.A.) yerine göre el değirmeninde arpa öğütüp ekmek yaptı. Yemeğini pişirip, temizliğini yaptı. Ev işleriyle uğraştı. Değirmeni çevirmekten avuçlarının içi kabardı. Ama yokluktan, yoksulluktan hiç şikâyet etmedi. Zâhidâne bir hayat yaşayıp kimseye dert yanmadı.
Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz damadını ve kızını evliliklerinin ilk altı ayında devamlı sabah namazına çıkarken kapılarının önünde durup: "Ey Muhammed'in ev halkı! Haydi Namaza!" diye çağırmış ve peşinden; "Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden günah kirini gidermek, sizi tertemiz yapmak ister." meâlindeki Ahzab Sûresi 33. âyetini okumuştur. Bir defasında da sabah namazı dönüşünde damadının evine uğramış ve kızını uykuda bulunca, namazını kılmadı zannederek şöyle seslenmişti:
"Kızım Fâtıma! Muhammed Mustafa'nın kızıyım diye sakın namazı terk edeyim deme. Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a andolsun ki, beş vakit namazı vakti içinde kılmadıkça cennete giremezsin" buyurdu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) bir gün kızının hastalandığını duydu ve ziyaretine gitti. İmran İbni Husayn (R.A.) da yanında idi. Kapıya varınca tıklattı ve selâm verdi. Hz. Fâtıma (R.A) derhal kapıyı açtı ve : "Buyurun babacığım" diyerek içeriye aldı. Sevincinden hastalığını unutmuş gibiydi Efendimiz: "Kızım yanımda İmrân İbni Husayn var başını ört!" buyurdu. Hz. Fâtıma (R.A.): "Babacığım bundan başka örtüm yok. Onunla başımı örtsem vücudum açıkta kalıyor." dedi. Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz: "Örtüyü düz olarak değil, değirmi köşeli olarak ört ki her tarafını kapasın" buyurdu Sonra İmran İbni Husayn da içeri alındı. O da "geçmiş olsun" dileğinde bulundu dua ederek izin istedi.
Hz. Fâtıma (R.A.) böylesine yoksul ve fakirlik içerisinde bir hayat sürdü. Birgün arpa öğütmek için el değirmenini çevirmekten avuçlarının içi kabardı. Bunu Hz. Ali'ye göstererek bir çare aramasını arzu etti. Hz. Ali (R.A.) de dilersen babacığına durumu açabilirsin dedi. Medine'ye esirlerin getirildiğini duyan Hz. Fâtıma (R.A.) babacığından bir hizmetçi vermesini istedi. Rahmet Peygamberi Efendimiz (S.A.V.) kızına: "İstediğinden daha hayırlısını size haber vereyim mi?"
Cebrâil'in bana öğrettiği şu kelimeleri her namazın sonunda okursan, hizmetçiden daha iyidir. Bunlar: Otuz üç defa: "Subhânallah" otuz üç defa: "Elhamdülillâh" otuz üç defa da: "Allahü Ekber" demenizdir.
Hz. Ali (R.A.) ile Hz. Fâtıma (R.A.) arasında kurulan evlilik ümmete ibretler dolu örnek bir yuva oldu. Karı ile koca arasındaki sevgi saygı, samîmiyet, hizmet ve güzel geçime en iyi örnek bir yuva. Bu yuvanın fertlerinden birisi üzgün olsa diğeri onun üzüntüsünü gidermek için gayret eder ve evdeki eksikleri görmezden gelerek musâmaha ile karşılardı. Müşterek hizmet ve sohbet zeminleri oluşturularak birbirlerini dinler ve dertleşirlerdi. Fakat beşer olarak küçük kırgınlıklar da olmaz değildi.
Birgün Resûl-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) kızını ziyarete gitmişti. Damadını evde göremeyince kızına: "Amcamın oğlu nerede?" diye sordu Hz. Fâtıma da: "Aramızda ufak bir şey geçti. O sebeple çıkıp gitti." cevabını verdi. Bunun üzerine İki Cihan Güneşi Efendimiz dışarı çıktı ve Sehl İbni Sa'd (R.A.)'a: "Ya Sehl git Ali'ye bak. Nerede ise bana haber ver." buyurdu. Sehl doğru mescide koştu. Hz. Ali'nin orada uyumakta olduğunu gördü. Dönüp geldi ve mescidde yattığı haberini verince Efendimiz kalktı mescide gitti. Hz. Ali toprak üzerine uzanmış uyuyakalmıştı. Rahmet Peygamberi Efendimiz damadını bu vaziyette görünce mübarek elleriyle yüzündeki tozları sildi. Üstü başı toprak olduğu için "Ey Ebû Tûrâb kalk!" diye seslendi İki Cihan Güneşi Efendimizin sesini duyan Hz. Ali derhal ayağa kalktı. Üstü başı toz toprak içinde olmuştu. Fahr-i Kâinat Efendimiz (S.A.V.) elbisesini temizlemeğe yardım etti ve elinden tutarak evine götürdü.
Ne engin merhamet!.. Ne derin şefkat!.. Ne yüce muhabbet!.. Allah'ım bizlere de bu üstün ahlâktan hisseler nasib et!..
Hazret-i Fâtıma (R.A.) annemizin hayatı, kıyamete kadar gelecek İslâm hanımefendilerinin örnek alacağı ibretlerle, ahlâkî meziyyetlerle doludur. O'nun evliliği, çeyizi, ev işlerindeki becerisi, mahareti, beyine karşı samîmî, sevgi dolu hizmetleri, komşuluk münasebetleri, ilmi, irfanı ve infakı günümüze ışık tutmaktadır. O, eşyanın kölesi, hizmetçisi olmadı. Allah ve Rasûlünün sevdiği yolda samîmî kul olabilmek için gayret etti. Hayatını bu hedef ve gaye içerisinde geçirdi.
Medine'nin hanımefendisi kendi hâlinde yaşadı. Mütevazıydı. Çoğu kez evinde sıcak yemek bulamadı. Hiç hizmetçisi olmadı. Sırtında su getirir, eliyle buğday öğütür, ateş körüklerdi.
Bir gün, erzakını yoksul müslümanlara dağıtması sebebiyle aç kalan Peygamber Efendimiz, benzeri sebeplerle açlık çeken Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’i de yanına alarak Hz. Ebû Eyyûb’un evine misafir oldu. Zevcesi, onları büyük bir manevî coşku ve sevinç içinde karşıladı ve “hoş geldiniz” diyerek memnuniyetini belirtti.
Az sonra da Hz. Ebû Eyyûb geldi. Sevinçten karı koca sanki gökte uçuyor gibiydiler. Ebû Eyyûb, hemen bir hurma dalından bir parça koparıp ikram etti. Peşinden bir koyun kesti, yarısını yahni, yarısını da kebap yaptı, misafirlerine ikram etti. Peygamber Efendimiz (S.A.V.), kebatan biraz aldı, bir yufkaya koyarak, “Bunu kızım Fâtıma’ya yetiştir, zira günlerden beri o böylesini tatmadı” buyurdu. Hz. Ebû Eyyûb, derhal onu Hz. Fâtıma’ya iletti ve geri dönüp misafirleriyle ilgilendi.
Hz. Fâtıma, Hz. Ali ile geçirdiği asil ama bir o kadar mütevazi olan hayatını anlatırken iç burkacak şu cümleleri kullanır: "Bizim bir yorganımız vardı. Uzunlamasına üzerimize örttüğümüzde sırtımız açılırdı. Enlemesine örttüğümüzde ayaklarımız açılırdı. Bazen yemeğe oturduğumuzda, kapıya bir fakir gelirdi; yemeğimizi ona verir, biz aç yatardık."
Paylaşmayı prensip edinen Hz. Fâtıma (R.A.) aza kanaat eder ve dünyalığa değer vermezdi. Bir seferinde kolunda bilezik gördüğünde Allah'ın Resûlü rahatsızlığını belli edecek, Hz. Fâtıma da bilezikleri bozdurup fakirlere dağıtacaktır. Sanki Hz. Peygamber şunu anlatır: "Medine'nin bir numaralı hanımefendisi; sen halktan daha mütevazi yaşa. Onlarda yoksa elindekini onlara dağıt."
Bir defasında da Peygamber Efendimiz (S.A.V.) kapıya vardı ve içeri girmeden geri döndü. Hz. Fâtıma buna çok üzüldü. Hz. Ali eve geldiğinde hanımını üzüntülü gördü. Sebebini sordu. O da: "Yâ Ali: Resûlullah (S.A.V.) geldi kapıdan içeri girmeden geri döndü, gitti" dedi. Buna Hz. Ali (R.A.) de çok üzüldü. Derhal sebebini öğrenmek üzere Resûlullah'a koştu, Fâtıma'nın üzüntüsünü arzetti. Eve niçin girmediğini sordu. İki Cihan Güneşi Efendimiz birazcık sitemle: "Benim dünya ile ne işim var? Benim işlemeli perde ile ne işim var?" buyurdu. Hz. Ali (R.A.) meseleyi anladı ve hemen ailesine döndü ve Efendimizin hoşnutsuzluğunu haber verdi. Bunun üzerine Hz. Fâtıma (R.A.): "O perdeyi ne yapmamı emrediyor" dedi. Yine Resûlullah'ın huzuruna varan Hz. Ali'ye: "Fâtıma'ya söyle; O perdeyi filan oğullarına göndersin" buyurdu. Bunun üzerine o perde yerinden indirilip ihtiyaç sahiplerine gönderildi. Resûlullah'ın istemediği bir şeyi onlar hiç istemezlerdi. Allah Resûlü babacığını memnun etmek onların en büyük arzusuydu. Bunun için sevgide kusur etmemeğe son derece dikkat ederlerdi. Efendimiz de damadı ve kızını çok severdi, fırsat buldukça onları ziyaret ederdi.
Hz. Ali (R.A.) ile Hz. Fâtıma (R.A.)'nın dünya evleri üstün ahlâkî meziyyetlerle donatılmıştı. Nurlu Neslin devamını sağlayan, bu evlilikte iltifat, saygı, edeb, iffet ve kıymet bilme önde gelen meziyyetlerdendi. Birbirlerinin fikir ve düşüncesine çok değer verirlerdi. Görüş ayrılığı olsa dahi müşterek bir noktada birleşirlerdi. Dâvâ şuûruna sahib, samimi, sıcak bir aile kurmuşlardı. Bir muhabbet ocağı olmuştu onların birlikteliği. Öylesine bir muhabbetle birbirine bağlanmışlardı ki, gel-geç sevdalar onlara tesir edemedi. Ebedî hayatı kazanmak ve Allah'ın rızasına erebilmek onlar için her şeyden önce gelirdi. Kendileri yemez, ihtiyaç sahiplerine yedirirlerdi. Kapılarına gelen fakiri reddetmezlerdi. Kendileri muhtaç oldukları halde başkalarına verirlerdi. Onların bu güzelliklerini, cömertliklerini ve îsâr hâlindeki davranışlarını Allah Teâlâ Kitâb-ı Kerîminde övmüştü. Şöyle ki:
"Hz. Ali ile Hz. Fâtıma'nın nâfile oruç tuttukları bir akşam vakti kapılarına bir fakir gelir. "Allah için" diyerek bir şeyler ister. Onlar da kendileri için hazırladıkları iftarlıkları olduğu gibi fakire verirler. Peşpeşe üç gün aynı vakitte akşam ezanı okunacağı zaman değişik kılık ve kıyafette yoksul, garib birileri kapılarına gelir; "Allah için" diyerek dilekte bulunur. Hz. Ali ile Hz. Fâtıma (R.Anhüma) birlikte hazırladıkları iftarlıkları olduğu gibi bu yabancı garib kimseye verirler. Kendileri üç gün birşey yemeden peşpeşe su ile oruç tutarlar. Onların bu güzel hâli, gönüllerindeki engin infak şuuru Allah Teâlâ'nın hoşuna gider ve şu âyet-i celîle ile methü senâ edilirler. Meâlen:
"İyiler şüphesiz (güzel kokulu ve serin) kâfûr katılmış bir kadehten içerler. Bu Allah'ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır. O kullar, şiddeti her yere yayılmış olan bir günden korkarak verdikleri sözü yerine getirirler. Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne bir teşekkür bekliyoruz. Biz çetin ve belalı bir günde Rabbimizden (O'nun azabına uğramaktan) korkarız." (derler)" (İnsan Sûresi; 5 - 10)
Vahiy tamamlandığında İki Cihan Güneşi Efendimiz bu müjdeyi kızına ve damadına bildirdi. Her ikisi de sevinçlerinden üç günlük açlığın verdiği sıkıntıyı bir anda unutuverdiler. Kıyamete kadar okunacak bir kitapta övülmek ne büyük bir mükâfattı.
Rahmet ve Şefkat Peygamberi Efendimiz iyice ağırlaştığı birgün kızı Hz. Fâtıma'yı yanı başına çağırdı. Babacığının ateşler içinde yandığını gören Hz. Fâtıma: "Vah babam, vah Peygamber babam" dedi. İçinin yanıklığını bu ifadelerle dile getirdi. İki Cihan Güneşi Efendimiz biricik kızının başını kendine doğru eğip kulağına bir şeyler fısıldadı. Hz. Fâtıma ağlamağa başladı. Sevgili kızının ellerinden tutarak tekrar kendisine doğru çekti ve yine kulağına bir şeyler söyledi. Bu sefer Hz. Fâtıma'nın yüzünde tebessüm belirdi. Üzüntü ile sevinç bir arada yaşanınca Hz. Aişe annemiz merak edip Hz. Fâtıma'ya sordu. O da şimdi söyleyemiyeceğini belirterek özür diledi. İki Cihan Güneşi Efendimiz sevgili kızına: "Cebrâil aleyhisselâm her sene bana bir kere Kur'an-ı Kerim'i arz ederdi. Bu sene iki kere okudu. Anladığım ecelim yaklaşmıştır..." buyurdu. Hz. Fâtıma hıçkırıklara boğularak ağlamağa başladı. Rahmet Peygamberi babacığı onu teselli etmek ve sabrını artırabilmek için tekrar ona: "Ehl-i beytimden bana ilk kavuşacak olan sensin." buyurdu. Sevgili kızına fazla ayrı kalmayacaklarını duyurarak sabır diledi.
Hz. Fâtıma (R.A.) sevgili babacığının ateşinin yükseldiğini gördükçe adeta kendi kendine eriyordu. İçinin yanıklığını, ıstırabını: "Vah babama!.. Vay babamın çektiği ıstıraba..." diyerek dışa vuruyordu. Efendimiz de sevgili kızını teselli edebilmek için: "Kızım! Bugünden sonra baban hiç ıstırab çekmeyecektir. Kızım! Sakın ağlama! Ben vefat ettiğim zaman “İnnâ Lillâhi ve innâ ileyhi râciûn' de!.." buyurdu.
O, Rahmet Peygamberi babacığının dâr-ı bekâ'ya uçtuğu zaman elem ve kederini: "Ey Allah'ın davetine koşan babam!.. Ey mekanı Firdevs olan babam! Ey ölüm haberini Cebrâil'den alan babam!... Ey Rabbine kendisinden daha yakını bulunmayan babam!..." ifadeleriyle dile getirdi.
Hz. Fâtıma (R.A.)'nın acıları bitmeyecek ve yüreğinin ateşi sönmeyecekti. Sevgili babacığından ayrıldığı günden sonra güldüğü hiç görülmemişti. Kabr-i şerîfi ilk ziyaret eden Hz. Fâtıma oldu. Gözyaşları içerisinde mezara bakarak bir süre öylece kalakaldı. Sonra sevgili kocası Hz. Ali'ye dönerek: "Allah'ın Rasûlü'nün üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl râzı oldu?" dedi. Yüreğinin yanıklığını isyana varmayan ağıtlarıyla şöyle dile getirdi: "Üzerime öyle musîbetler döküldü ki, şayet onlar gündüzlerin üzerine dökülseydi, kararır da gece olurdu."
Hz. Fâtıma (R.A.) Peygamber babacığının kendisine sır olarak söylediği sözlerle teselli bulmağa çalışıyordu. Beş çocuğu, üçü kız, ikisi erkek etrafında pervane gibi dönüyorlardı. Ama o ilahî kaderin kazâ safhasına çıkacağı zamanı bekliyordu.
Rahmet Peygamberi babacığının vefatından altı ay geçmişti. Hz. Fâtıma da hastalanıp yatağa düştü. Hicretin on birinci yılı, Ramazan ayına girilmişti. Rahatsızlığı şiddetlenince çocuklarının dışarı çıkarılmasını Hz. Ali'den istedi. İçeriye anneciğim dediği Ümmü Râfi' ile Hz. Esma binti Umeys girdi. Kendisine abdest aldırıp yalnız bırakılmasını istedi. Rabbime duâ ve niyazda bulunmak istiyorum dedi. Derin bir niyaz hâlindeyken nazenin bedenini odanın içinde bırakarak ruhunu Rabbine teslim eyledi.
Hz. Fâtıma (R.A.) geride gözü yaşlı sevgili kocası Hz. Ali ve beş çocuk bıraktı. Hasan 8; Hüseyin 7; Ümmü Gülsüm 5; Zeyneb 3; Rukiye 2 yaşlarındaydı. Üç ablasının ismini, üç kızında yaşatmak istemişti. Kendisi de 28 yaşlarındaydı. Bir çocuğu da küçükken vefat etmişti. Sevgili babacığından 18 hadîs-i şerîf rivayet etmişti.
Hz. Fâtıma (R.A.) vefatına yakın günlerde Hz. Esmâ'ya: "Ölünce beni erkekler arasına perdesiz çıkaracaklarını düşünerek çok utanıyorum." demişti. O zaman kadınların cenâzesi kefene sarılıp perdesiz götürülürdü. Hz. Esma, Habeşistan'da hanım cenazelere hurma dalından çadır gibi örgü yaptıklarını görmüştü. Hz. Fâtıma (R.A.)'ya bunu anlatmıştı da hoşuna gitmişti. O zaman böyle bir tabut yapılmasını söylemişti. İslâm'da tabuta konarak kabre götürülen ilk kadın cenazesi Onun mübarek nâşı olmuştur.
Nesl-i pâki Resûlullah’ın devam ettiği tek kızı olan Hz. Fatıma (R.A.)’ya müslüman Türk milletinin hürmet ve muhabbeti pek fazladır. O’na ve evladına olan kalbî bağlarını, söz ve davranışlarıyla yansıtmanın yanında çocuklarına isimlerini vererek de yaşatmaktadırlar. 26 Ocak 2002 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde “Türkiye’nin Panoraması” başlığı altında bir anket çalışması sonucu yayınlanmıştı. Strateji/Morinin yaptığı bu araştırmada Türkiye’de kadınlarda en çok Fatma, erkeklerde ise Mehmet isminin kullanıldığını ortaya koymuştu. 2002 yılında Şubat-Ekim ayları arasında 18 yaş üzeri 10 bin kişiyle yüzyüze yapılan bu anket çalışmasında (Türkiye genelinde kadın isimleri olarak yüzde) Fatma 4.5, Ayşe 4.3, Emine 3, Hatice 2.8, Zeynep 1.1. Erkek isimlerinde de Mehmet 6.4, Mustafa 4, Ali 3.8, Ahmet 3,2, Hasan 2.7 olduğu ifade edilmişti.
Bu anketin sonucundan da anlaşılacağı üzere Müslüman Türk milletinin sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in ehl-i beyti ile soyundan gelen insanlara sevgi ve saygısı, inşaallah sonsuza kadar devam edecektir.
Yüce Rabbimizden bu sevgiyi dilimiz ve gönlümüzden eksik etmemesi dileğiyle sözlerimi noktalarken bizleri muhabbet-i Muhammedîye mazhar olan mutlu ve bahtiyar kullarından kılmasını niyaz ediyorum.