Yaşlılara Yakınlık
Dünyaya gelen her insan doğar, yaşar ve ölür. Doğmak ve ölmek kendi iradesi ile olmadığı gibi, yaşamak ve yaşlanmak da kendi iradesi ile değil, yüce Yaradan’ın iradesi iledir. Kimi çocukken, kimi gençken, kimi de yaşlı iken ölür.Her doğan az da olsa yaşar, ama her doğan yaşlanmaz. Uzun yaşayıp hayatı Hakk’ın rızasına uygun davranışlarla değerlendirip, ibadet ve ta’atla geçirmek, insana Allah’ın büyük bir lütfudur. Kişinin gençliğini iyilik ve güzelliklerle geçirip Hakk’a yaklaştıracak ve halkla kucaklaştıracak duyarlı ve dirayetli davranışlarda bulunması, inanç ve bilincinin belirtisidir. Yaşlılara yakınlık göstermesi de yarınını düşünmesinin ve yavrularını yönlendirmesinin göstergesidir.
Bu gerçeğin bilincinde olan Müslümanlar, ebeveynleri ile anneanne, babaanne, büyükbaba ve dedeleri başta olmak üzere diğer büyükleri ile toplumun tüm yaşlılarına ilgi ve ihtiramlarını esirgememeyi ilke edinmişlerdir. Az da olsa yanlış davranışlarda bulunan bazı kişilerin yaptıkları yanlış hareketler zaman zaman basına yansımakta ise de yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu belirtilen ilkeyi benimsemekte ve yaşlılarına yakınlığı ihmal etmemektedirler. Büyüklerini baş tacı edip, üzerlerine titremekte ve onlara kol-kanat germektedirler.
Öte yandan yıllardır yurdumuzda çeşitli etkinliklere sahne kılınan “Yaşlılar Haftası”nda tertiplenen toplantılarda, yaşlılara hürmet ve muhabbetle huzur ve mutluluklarını sağlamaya yönelik düşüncelerin dile getirilip gösterilmesi gereken ilgi ve ihtimamın arttırılmasını amaçlayan çalışmaların arttırıldığı da bilinmektedir. Bazı bakanlık, belediye ve sivil toplum örgütlerinin bu hususta gösterdikleri gayret takdire şayandır. Ancak yaşlıların yalnızlıklarını giderip fizikî, fikrî, sıhhî ve ruhî ihtiyaçlarının temini ile birlikte hayatlarının hitamında hüzünlenmeyip huzurlu olmaları için daha fazlasını yapmak gerekir. Unutulmamalıdır ki onlar, her şeyin en iyisine ve en güzeline layıktırlar. Onlar için ne yapılsa azdır. Onlar bizleri büyütmek, eğitmek ve yetiştirmek için sayısız sıkıntılarla zorlukları göğüslediler. Yemeyip yedirdiler, giymeyip giydirdiler, dinlenmeyip dinlendirdiler. Öyle ki bizler bilgimizi, becerimizi, evimizi-barkımızı, işimizi-gücümüzü, malımızı-mülkümüzü ve sahip olduğumuz her şeyi önce Allah’a sonra onlara borçluyuz. Onlara karşı medyûn-u şükrânız. Minnet ve şükran duygumuzu devamlı dile getirmeye ve davranışlarımızla göstermeye mecburuz.
Bu yıl Kurban Bayramı ile yaşlılar haftasının iç içe olup, birlikte yaşanması, bayram sevincini büyüklerimizle daha yoğun bir şekilde paylaşmamıza vesîle oldu. Dolayısıyla yaşlılarımız da gençlerimiz de iki bayramı bir arada idrâk etmenin mutluluğunu yaşadılar.
Gençleri yönlendirmeyi ve yaşlıları yüceltmeyi devamlı göz önünde bulundurup faaliyet ve hizmetlerini o yönde geliştirmenin ve gerçekleştirmenin gayreti içinde olan YOYAV, 8 Kasım 2014 Cumartesi günü düzenlediği Sorun Söyleyelim Sohbet Toplantısında “Yaşlılara Yakınlık” konusunu gündeme getirdi.
Dr. İbrahim Ateş, YOYAV Kursiyerlerinden Makam sınıflarının ikram ettiği kapsamlı kahvaltıdan sonra konferans salonunu dolduran davetlilere hitaben yaptığı kıymetli konuşmasında şunları söyledi:
“Yaşlılara yakınlığın Yaradan’a yakınlık vesîlesi olacağına inanan inançlı, bilinçli ve basîretli kardeşlerim, büyüklerle birlikteliğin bahtiyarlığına ermelerini dilediğim değerli dostlar, yaşlıları yalnız bırakmanın büyük bir yanılgı ve yanlış bir yaklaşım olduğunu idrâk etmelerini temenni ettiğim kıymetli konuklar, basınımızın güzîde temsilcileri!
Yaşlıların yanında ve yakınında olmanın anlam ve önemini anlatıp aktarmak amacıyla tertiplediğimiz sohbet toplantısına teşrif ederek konu ile ilgili görüş ve düşüncelerimizle bazı yazarlarımızın yazılarından derleyip değerlendirdiğimiz bilgi birikimini sizlerle paylaşmamıza vesîle olan güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, yaşlılara yakınlıkları ile Yaradan’a yaklaşma yoluna giren ve yaşlandıklarında yavrularının yakınlıklarını gören mutlu ve umutlu insanlardan olmamızı diliyorum.
Yaradan’a yar ve yaşlılara hürmetkâr olmamız temennisi ile sözlerime başlarken ilgi, destek ve bakıma muhtaç olan ileri yaştaki insanlara ikram ve ihtirama itina gösterip hizmet ve hürmetlerinden kusur etmeyip, rızâ-i Rahmân’a eren bahtiyar insanlardan olmamızı niyaz ediyorum.
Yaşlılarımız; annelerimiz, babalarımız, dayılarımız, teyzelerimiz, amcalarımız, halalarımız, dedelerimiz, ninelerimiz, babaannelerimiz, büyükbabalarımız ve benzeri yakınlarımızdır. Bu yakınlarımıza yakınlığımız esas alınmalıdır. Onlarla yakından ilgilenmeli, yapıcı yaklaşımlarda bulunmalı ve yardımlarına koşmalıyız. Yabancılara yakın, yakınlara uzak duran duyarsız ve dirayetsiz insanlardan olmamalıyız. Onlara yakınlığımızı hissettirecek sıcak, samîmî, sevecen ve sempatik davranışlar sergilemeli, her zaman hizmetlerinde bulunmanın gayreti içinde olmalıyız. Onları yanımızda yaşatmalı ve üzerlerine titreyip kol-kanat germeliyiz. Yanımızda değillerse sık sık ziyaret etmeli ve hatırlarını sorup, ihtiyaçlarını giderme cihetine gitmeliyiz. Onlarla birliktelikten bıkmamalı, tatlı tatlı konuşup gönüllerini almalıyız. Hizmet ve hürmette kusur etmeyip, hayırlı dualarını almalıyız. Onların bizlere yük olduklarını değil, başımıza taç olduklarını hissettirmeliyiz. Yanlarında olmaktan, kollarına girmekten, ihtiyaçlarını gidermekten ve hizmetlerinde olmaktan sıkılmamalı, haz ve huzur duymalıyız. Yaşlı ana-babalarını sofralarına almayan ve hayatlarının hitamında onlarla birlikte olmayan gafil ve cahillerden olmamalıyız.
Kıymetli kardeşlerim!
Yaşlılarımız, geleceğimizin göstergesi olan büyüklerimizdir. Dün onlar da bizim gibi genç, güçlü, atik ve atak idiler. Bugün yaşlanıp yıprandılar ve yatağa mahkûm oldular. Yarın yaşarsak bizler de onların yerini alacağız, yavrularımız da bizim yerimize gelecekler. Dünyanın düzeni böyledir. Bu hâl, Allah Teâlâ’nın yeryüzüne koyduğu kanunun gereğidir. Bu gün bizim büyüklerimize yaptıklarımızı yarın yavrularımız bizlere reva görecekler ve gördüklerini göstereceklerdir. Ben, yıllar önce bu inançla yazdığım bir şiirimde:
Ananı say, gözün ondan ayırma.
Onu kırıp, başkasını kayırma.
Babana bak, baksın evladın sana.
Bil ki yaptığını yaparlar sana. demiştim.
Her Müslüman, birlikte yaşadığı insanların büyüklerini anne-babası, yaşıtlarını kardeşi, küçüklerini de evladı görüp, büyüklerine saygıda, yaşıtlarına sevgide, küçüklerine de şefkatte kusur etmemelidir. Bir ömür boyunca sadıkane çabalar ve fedakârlıklar gösteren, acılar ve zorluklar çeken büyüklere karşı edepli olmalı, haklarını bilmeli; onlara hürmet ve ikramda bulunmalı, izzet ve saygınlıklarına riayet etmeli, incitmekten kaçınmalı, merhamet ve tecrübelerinden kaynaklanan tavsiye ve yol göstericiliklerine uymalıdır.
Dinî kültürümüzde yaşlılar ve büyükler saygıdeğerdirler. Hz. Peygamber (S.A.V.): “Her kim, bir büyüğün fazilet ve makamını, yaşı dolayısıyla tanır ve ona saygı gösterirse, Allah Teâla onu kıyamet gününün korku ve endişesinden emin kılar.” buyurmuştur.
Büyüklere saygı ve küçüklere sevgi, İslam’ın ahlâkî düsturlarındandır. Bu ahlâk, aile ocağını sıcak ve mutlu hâle getirir.
Yaşlılarla birlikte kalıp, dualarını almanın “olmazsa olmaz”ı sevgidir! Zaten geleneksel aile yapımız, “geniş aile” tipidir. Bu ailede babaanne, dede, anneanne, gelinler, torunlar da yer alır…
Hattâ bazen halalar, teyzeler, büyük halalar, büyük teyzeler bile vardır… Avrupalılaşma sürecinde dayatılan “çekirdek aile” ise yalnızca anne, baba ve çocuklardan (tercihen iki çocuk) oluşuyor.
Bu, öncelikle yaşlılar açısından kötü oldu. Çünkü aile dışında kaldılar. Üzerine titreyerek büyüttükleri evlâtları tarafından bir bakıma terk edilmiş olmak, içlerine oturdu. Ya ayrı bir evde, çocuklarının ve torunlarının yolunu gözleyerek yaşamaya mecbur oldular ya da “âhir ömür”lerini “huzurevi”nde geçirmeye mahkûm edildiler.
Kendinizi lütfen onların yerine koyar mısınız? Bir evlât dünyaya getirmişsiniz, yemeyip yedirmiş giymeyip giydirmiş, geceler boyu uykusuz kalmışsınız. Çocuğunuzun nefeslerini dahi saymış, bakışlarını okumuş, gece yarıları sırtınızda doktora koşturmuşsunuz…
Her nazına katlanmışsınız. Bir dediğini iki etmemişsiniz… Okutmuş (ya da okutamamış) meslek sahibi yapmışsınız. Askerlik yaptırmışsınız (ya da gelin etmişsiniz), evlendirmişsiniz, hiçbir şeyi eksik olmasın diye kendi huzurunuzu, rahatınızı, hayatınızı yıllar boyu ihmal etmişsiniz. Bu arada yaşlanmışsınız. Vaktiyle üzerine titrediğiniz evlâtlarınızın ilgisine, sevgisine muhtaçsınız. Ama onlar kendi ailelerini kurmuş, çekip gitmişler.
Herkes o kadar yoğun ki, bazen iki kelime ile hatırınızı sormayı bile ihmal ediyorlar. Bu tablo hangi anne-babayı incitmez.
Geçmişimiz böyle değildir. Osmanlı, aile içi ilişkileri sağlam tutmuş, ailenin yaşlılarına “öf” dedirtmemeyi esas almıştı. Çocuklar bu örneklere göre yetiştirilirdi.
1650’lerde Osmanlı aile yapısını inceleyen Fransız gezgin A. L. Castellan, “Türkiye Seyahatnâmesi” ismiyle kitaplaştırdığı hatıralarında şöyle bir tespitte bulunuyor: “Türkler, ihtiyarlara ve çocuklara büyük ilgi, sevgi ve şefkat gösterirler.”
Sanırım işin sırrı, sevgiyi de kapsayan bu “şefkat” kelimesinde saklı. Biz bu kelimenin anlamını unuttuk. “Herkes hayatını yaşar” dedik, yaşlıları görmezden gelmeye başladık. Bu da onların duasından ve bereketinden mahrumiyet anlamına geldiği için, aile içi sorunlardan kurtulamıyoruz.
Hayatımız perde perde… Her açışımızda hayatın bir başka döneminde buluyoruz kendimizi. Son perdeyle gelen yaşlılık adeta “ebediyyet âleminin bekleme odası” gibi. Hastalıkların, alınganlıkların bir de ele muhtaç olmanın hissedildiği o demler... Daha önce tatmadığı güçsüzlüğü, bir kenara itilmişliği, gözlerden düşmüşlüğü fark etmenin ağırlığı oturur yorgun yüzlere. Hele özene bezene yetiştirdiği, herkesin bildiği tabirle “yemeyip yedirdiği, giymeyip giydirdiği” çocukları tarafından horlanmak, azarlanmak, terk edilmek, önemsenmemek, dışlanmak yok mu, yaşlılığın sabredilmesi en zor tarafı da bu olsa gerek.
Yaşlıları hayatımızın dışına ittiğimizden beri dünyamıza renk veren güzelliklerin birer birer ortadan kaybolduğunu fark edemiyoruz. Onların yolumuza ışık tutan, anlam kazandıran tecrübelerine ihtiyacımız olmadığına inandığımız andan beri değişmeye başladı hayatın tadı. Bir zamanlar işimizle meşgulken himayesine bıraktığımız çocuklarımız mutlu, bizler huzurlu idik. Evlerde daha serbest (!) olma adına onları huzur evlerine yerleştirdikten sonra bizler aynı huzuru duyamazken, çocuklarımız da mutlu değil. Bu gelişmeler yavaş yavaş kendisinden başkasını düşünmeyen bireyleri çıkarıyor ortaya. Yaşlıları sırtında kambur gibi görenlerin sayısı artıyor ne yazık ki… Geniş odalar, ferah ortamlar dar geliyor bencil yüreklere. Evlerinde barındıramadıkları yaşlılar, artık gönüllerinde de barınamıyor.
Oysa sevdiklerinin dünyasından çıkarılmak pek ağır gelir onların gönüllerine. Buna karşılık içten bir tebessüm, güzel bir söz, değerli olduklarını hissettiren minik bir hediye onları mutluluğun zirvesine çıkarmak için yeterlidir.
Ayrıca ailede ya da çok yakınımızda bulunan yaşlı insanlar hayatın koşuşturmasında nefes aldığımız bir alan sağlar. Biliriz ki onlar evin bereketidir. Musibetlerde birer kalkan vazifesi yaptıklarını Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bildiriyor:
“Eğer beli bükük yaşlılar, süt emen çocuklar ve otlayan hayvanlar olmasaydı, üzerinize azâp sel gibi gelirdi.” Yaşlarından ötürü büyüklerin bir takım sıkıntılarına katlanmak hayır kapılarını açar, gönüllerdeki ülfeti çoğaltır. Adını koyamadığımız bir huzur kaplar yüreğimizi.
Yaşlılarımızı o kadar yalnız bıraktık ki bu nedenle yaşlanmaktan; sonumuzun onlar gibi olmasından korkuyoruz. Bunun için yaşlanmamak adına elimizden ne geliyorsa yapıyoruz. Yaşlanmayı geciktirdiği iddia edilen kozmetik ürünler peynir ekmek gibi satılıyor piyasada. Estetik ameliyatların sayısı dudak uçuklatıyor. Maneviyattan yoksun kalmak da, yalnız kalacağım endişesini artırmakta. Oysa atalarımız yaşlanmayı büyük bir olgunlukla kabul ederdi. Yaşlılar saygı gördüğünden yaşlanmak hayatın sonu olarak görülmezdi. Geçmişte insanlar âhir ömürlerini evlat ve torunlarının yanında huzur içinde geçirmenin ayrıcalığını yaşıyorlardı. Sağlam zemine oturmamış ailelerde kendini sığıntı gibi hisseden günümüz yaşlıları desteksiz kalırken; huzurevlerine giden huzursuz büyüklerin sayısı maalesef her geçen gün çoğalıyor.
Bu meselede gençliğini verimli kullanan, ömrün kısalığını aklından çıkarmadan yaşlılığa erişenleri de zikretmeliyiz. Geçim telaşının yanında, gençliğinden itibaren kulluğunu aksatmayan, emanet olarak gördüğü evlatlarının ahiret istikballerini de gözeterek maddî-manevî desteği verip büyüten elleri öpülesi büyüklerimiz vardır. Allah için gayret etmiş, çabalamış dertlenmişlerdir. İhtiyarlık zamanına huzur içinde girerler. Hayatlarını gereksiz yere meşgul etmedikleri için, tasasız yaşlanırlar. Nefes alıp verdikleri müddetçe Allah’a ibadet edecekleri vakitlerinin bulunmasına şükrederler. Her sabah kalktıklarında sevap heybelerine yenilerini katmanın heyecanını duyarken, ihtiyarlıktan dolayı bellerini büken hastalıkları sabırla güzelleştirmenin mizanda ağır geleceğini bilerek mutlu olurlar. Ahirete uzanan yolculuklarının vuslat muştusunu ümitle beklerler.
Bizi küçücük bir bebek olarak dünyaya getiren Yüce Allah’ın, verdiği ömür süreci içinde çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve olgunluk döneminin ardından, kendimizi ihtiyarlık potasında buluveririz. Bu kısa ve uzun ömür yolculuğu, bize ne kadar âciz ve zayıf bir varlık olduğumuzu, ne kadar yaşarsak yaşayalım bir gün mutlaka bu hayatın sona ereceği gerçeğini hatırlatmaktadır. Yaşlılık, yaşamın kaçınılmaz bir gerçeği ve her canlıyı bekleyen bir süreçtir. Bu gerçek Kur’ân-ı Kerîm’in Rum Suresi’nin 54. ayetinde şöyle dikkatimize getirilmiştir: “Sizi güçsüz yaratan, sonra güç- kuvvet veren, ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren Allah’tır. O dilediğini yaratır.”
Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) de bir hadîs-i şerîfinde, yaşlılara saygı ve hürmet göstermenin, Allah’a duyulan saygının bir gereği olduğunu ifade etmiştir. Bir başka hadîs-i şerîflerinde ise: “Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir” buyurarak, yaşlıların masum çocuklarla eşdeğer olduğunu, zamanla gençlerin de aynı noktaya geleceklerini bildirerek, yaşlılara saygı ve hürmette kusur etmemeleri uyarısında bulunmuştur.
Görüldüğü gibi büyüklere saygı, küçüklere merhametle yaklaşmak dinimizin direktifi, ahlakî değerlerimizin de temel taşıdır. Yüce Allah’ın, insanlara bahşettiği özelliklerin en dikkat çekici olanları sevgi, saygı ve merhamet duygularıdır. İnsan ancak bu yüce duygular sayesinde mutlu olabilir. Bu duyguların olmadığı toplumda huzur ve mutluluk söz konusu değildir. Biz Müslümanlar: “Müminler birbirini sevmede ve birbirine karşı sevgi ve merhamet göstermede tek bir beden gibidirler. O bedenin bir organı acı çektiği zaman bedenin diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateş çekerler.” buyuran şanlı bir Peygamberin ümmetiyiz. O, bizlere yaşlılara saygılı olmayı, küçükleri şefkatle sevmeyi, düşeni kaldırmayı, hastaları ziyaret etmeyi, açları doyurmayı, açıktakileri barındırmayı, dul ve yetimlerin elinden tutmayı, yolunu şaşıranlara yol göstermeyi, dünya ve ahiret mutluluğunu yaşamanın yolunu göstermiştir.
Anne ve babalarımız başta olmak üzere, kadın-erkek yaşı bizden ileride olan tanıdığımız, tanımadığımız büyüklerimize karşı saygı ve hürmet göstermenin dinî, millî ve insanî bir görev olduğunu devamlı göz önünde bulundurmalıyız. Dünya hayatının geçici olduğunu, bugünün gençlerinin yarının büyükleri olacağını aklımızdan çıkarmamalıyız. Bugün gücü kuvveti yerinde olan, tuttuğunu koparan insanlardan bir kısmı belki yaşlanmadan dünya hayatına veda edecek, bir kısmı da bizim gibi yaşlanıp eski gücünü, kuvvetini kaybedecektir. Çünkü gençlikteki güç ve kudret, insana Allah tarafından verilmiş bir nimettir. Bizlere düşen bu nimeti iyi değerlendirip, Allah’ın emrettiği, Peygamberimiz (S.A.V.)’in tavsiye ettiği şekilde hareketle, yaşlılara karşı saygıda, küçüklerimize karşı ise sevgi ve merhamet göstermede kusur etmemek, yaşlılara hürmet ifade eden sözlerle hitap etmektir. Unutmayalım ki, dünya etme bulma dünyasıdır ve kişi mutlaka ektiğini biçecektir. “Rüzgâr eken fırtına biçer” denilmiştir. Evlatlarımızdan ve küçüklerimizden saygı görebilmek için, ana-babamız ve büyüklerimize saygı da kusur etmemeliyiz.
Herkese karşı her zaman vefalı davranmak asıl olmakla beraber yaşlılara ve âcizlere karşı vefada daha fazla titizlik göstermek gerekir. Zira onlar himmet ve hizmete daha çok muhtaçtırlar. Hz. Peygamber (S.A.V.) ile görüşmek isteyen yaşlı bir zat geldi. Cemaat ona yer açmada biraz ilgisiz davrandı. Bunun üzerine Allah Resûlü: “Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir”buyurdular.
Biat etmek üzere Hz. Peygamber (S.A.V.)’in yanına getirilen Hz. Ebu Bekir’in babası Ebu Kuhâfe için Efendimiz (S.A.V.): “Bu ihtiyarı neden yordunuz? Ben onun ayağına giderdim” buyurdu.
Hz. Ömer’in oğlu Abdullah, Medine dışında rastladığı bir ihtiyarı devesine bindirmiş. Sarığını da ona giydirmiş, kendisi de yaya olarak gelirken bu vaziyeti soranlara: “Bu zat benim baba dostumdur, yaşlıdır, hürmet gerekir,” diye cevap vermiştir.
Yaşlılar toplumun bereketidir. Hayırlı amel üzere uzun ömür sürenler insanların en hayırlılarıdır. Allah’a ibadet, mahlûkata hizmetle geçen ömürler ne güzel ömürlerdir. Gençliğinde verenler ihtiyarlık döneminde almayı en çok hak edenlerdir. Onlar güzel şeyler ekmişlerdir. Güzel şeyler biçmek haklarıdır. Çocuklar ve gençler, ilk dönemlerinden bu günlere kadarki dönemlerini, ana-babalarının kendileri için ne büyük fedakârlıklara katlandıklarını göz önüne getirmelidirler. Kendileri âciz ve zayıfken nasıl himaye edildilerse, aynı şekilde zaafiyet ve acziyet içinde yaşayan ana-baba ve diğer yaşlılara karşı şefkat ve tevazu kanatlarını açmalıdırlar.
Yaşlı ana-babaya hizmet ve hürmetin evlada cennette Peygamber’e arkadaş olma vesîlesi olacağını unutmamalıdırlar.
Bir gün Hz. Musa (A.S.) Allah Teâlâ ile münâcât ederken, Hak Teâlâ'dan cennetteki arkadaşını kendisine tanıtmasını ister. Hak Teâlâ şöyle hitap eder: "Senin cennetteki arkadaşın filan nahiyedeki gençtir. Hz. Musa (A.S.) genci bulmak için oraya geldiğinde, onun kasaplık yapan biri olduğunu görür. Hz. Musa (A.S.) hangi amelle böyle büyük bir makamı elde ettiğini öğrenmek için çaktırmadan onu takip etmeye başlar. Akşama kadar bekler. Fakat ondan, onu böyle bir makama lâyık kılacak bir amel görmez. Akşam olunca, adam iş yerini kapatıp eve gitmek istediğinde, Hz. Musa (A.S.) kendini tanıtmadan ondan, o gece kendisini misafir etmesini ister. Hz. Musa (A.S.), bu vesîleyle gece boyunca da gencin iyi amellerini takip etmeyi amaçlamaktadır. Genç adam Hz. Musa (A.S.)'nın isteğini kabul edip onu evine götürür. Hz. Musa (A.S.) eve girdiğinde gencin her şeyden önce yemek yaptığını, daha sonra evde bulunan ve felç olan ihtiyar bir kadının yanına oturup büyük bir sabır ve şefkatle yemeği lokma lokma onun ağzına koyarak yedirdiğini, sonra onun elbisesini değiştirdiğini, ihtiyaç gidermesine yardımcı olduğunu; sonra da özel yerine yatırdığını görür. Hz. Musa (A.S.), o gece sabaha kadar gencin normal dinî vazifeleri dışında fevkalâde bir amel, ibadet, münâcât falanını görmez. Sabah olduğunda ise yine genç evden çıkmadan o kadının yemeğini yedirir ve diğer ihtiyaçlarını gidermede şefkatle ona yardımcı olur. Vedalaşırken Hz. Musa (A.S.) gence sorar: "Bu kadın kimdir ve sen ona yemek yedirirken, gözlerini gökyüzüne dikerek ne söylüyordu?" Genç şu cevabı verir: "Bu benim annemdir. Ben ona yemek yedirdiğim zaman hakkımda şöyle dua eder: "Allah'ım! Bu hizmetleri karşılığında oğlumu cennette Hz. Musa (A.S.)'nın yanına arkadaş eyle." Hz. Musa (A.S.) da gence annesinin duasının kabul olduğunu müjdeleyip Hak Teâlâ'yla yaptığı münâcâtı kendisine anlatır."
Unutulmamalıdır ki, gençlik ve ihtiyarlık parayla değil, sırayladır. Ömrü olan herkes hayat basamaklarını birer birer tırmanacak ve ömrünü tamamlayacaktır. Yaşlılıkta bedenî ve ruhî değişiklikler meydana gelir. Deride buruşma, bedende lekeler, saçlarda ağarma, dişlerde dökülme, belde bükülme meydana gelir. Duyma ve görme zaafiyeti artar. Bedenin kendi kendisini tamir hızı ağırlaşır, kaslar gevşer. Büyüme yirmi beş yaşında durur. Otuz yaşından sonra vücut fonksiyonları yavaş yavaş azalmaya başlar, kırk yaşında çöküntü başlar, elli yaşında deri kırışmaya, görme azalmaya başlar, altmış-yetmiş yaşlarında kas gücü gençliğinkinin yarısına iner.
Yaşlılıkta toplumdaki konum da değişir. İş hayatının bitişi yani emeklilik, sosyal ilişkileri ve arkadaşlık bağlarını zayıflatarak kişiyi yalnızlığa sürükleyebilir. Yıllar geçtikçe dost ve arkadaşlık yaptığı yaşıtları hayatını kaybeder, böylelikle kendini daha da yalnız hisseder. Hele eşini kaybetmişse yalnızlık problemi ve ölüm korkusu daha büyük olur. Her vefat, yaşlıya öleceğini hatırlatır ve içine hüzün çöktürür.
Dünya Sağlık teşkilatına göre 45-60 arası orta yaşlı, 60-75 arası yaşlı, 75-90 arası ihtiyar, 90 ve daha sonrası çok ihtiyarlık dönemi olarak kabul edilir. Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde on beşi 65 yaşın üzerindedir.
Ana–babadan başlamak üzere, diğer yakınlar ve yakını olmayan yaşlı, ihtiyar ve çok ihtiyarlara özel ilgi göstermek toplumun vefa göstergesidir. Yakınlar yetersiz kalıyorsa resmî ve sivil kurumların yaşlılara hizmet götürmesi, onların da insanca bir hayat sürüp, huzur içinde bu âlemden göçmeleri için seferber olması gerekir. YOYAV’ın yaptığı da budur.
Batı toplumlarında aile bağları zayıf olduğundan, yaşlılar genellikle çocuklarından ayrı yaşamaktadırlar. Bazı istatistiklere göre Batıda yaşlıların üçte biri yalnız, yüzde ellisi eşleriyle, yüzde onu da çocuklarıyla kalmaktadırlar. Biz de ise yalnız yaşayanların nispeti yüzde sekiz, sadece eşleriyle yaşayanların oranı yüzde yirmi iki, eşleri ve çocuklarıyla kalanların nispeti yüzde altmış altıdır. Yine yapılan tespitlere göre huzur evlerinde kalan çocuklularda depresyon oranı yüzde elli bir, çocuksuzlarda ise yüzde yirmi yedidir. Bu oran göstermektedir ki, çocukları tarafından terkedilmişlik duygusu insanlarda depresyona sebep olmaktadır.
Ana-baba bizi nasıl küçükken kucaklarında büyüttülerse, biz de onları ihtiyarlıklarında mümkün mertebe yanımızda himaye etmeli, onların hayır dualarını almalıyız. Yaşlılıkta onlara hizmet, cennete girmenin en büyük fırsatıdır.
Buna mukabil, ana-babalar da çalışma bahanesiyle çocukları çok küçük yaşlarda, ana kucağına, baba şefkatine en fazla muhtaç oldukları dönemde kreşlere bırakmamalıdırlar. Yaşlıların huzur evlerine bırakılmaları bir bakıma çocukların kreşlerde bırakılmalarının rövanşı olmaktadır. Çocuklar kuluçka makinesinden çıkan civcivler olmadığı gibi yaşlılar da çocuk ve akraba sevgisinden uzak soğuk ortamlara terk edilecek varlıklar değildir.
Ahirette herkes amellerinin karşılığını tam olarak göreceği gibi, dünyada az veya çok yapılanların karşılığı iyi veya kötü olarak görülmektedir. Hz. Peygamber (S.A.V.), yaşlılara hizmet eden gençlere şu müjdeyi vermektedir: “Bir genç sırf yaşlı olduğu için bir ihtiyara ikramda bulunursa, Allah da ona ihtiyarlığında ikram edecek birini müyesser kılar.”
Yaşlılar ve güçsüzler topluma emanettir. İnsanları gençliklerinde kullanıp ihtiyarlıklarında terk etmek en büyük vefasızlıktır. Adalet timsali Hz. Ömer (R.A.), dilenen âmâ yaşlı bir Yahudi’ye niçin dilendiğini sormuş, ihtiyarlık, ihtiyaç ve cizye için dilendiğini söyleyince, hazine görevlisine şu talimatı vermiş: “Bu durumda olanlara dikkat et. Gençliklerinde insanlardan faydalanıp, yaşlanınca onları terk etmek insafsızlıktır.” Bu yaşlı Yahudi’ye maaş bağlanmış, cizyeden de muaf tutulmuştur. Herkesin ve özellikle her müslümanın vefa anlayışı bu olmalıdır. Ödenecek ilk borç, vefa borcudur. Bu borç, parayla-pulla ödendiği gibi, tebessümle, hâl-hâtır sormakla, ziyaretle, nasîhatla da ödenir. Zira maksat gönül kazanmak, dua ve helallik almak, unutmamak ve unutulmamaktır.
Ne mutlu kendini bilen ve kalben Yaradan’ı ile buluşmuş büyüklerimize… Ve ne mutlu yaşlıların değerini bilip, onlara sevgi ve saygı gösteren gençlere!