YOKSULLUĞU YENMEDE YENİ MODEL ARAYIŞLARI SEMİNERİ
12-18 Aralık 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilmesi kararlaştırılan “17. Yoksullarla Dayanışma Haftası” etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen kültürel faaliyetlerden biri de “Yoksulluğu Yenmede Yeni Model Arayışları” semineri idi. 13 Aralık 2009 Pazar günü YOYAV Kültür Merkezi’nde saat 13.00-15.30 saatleri arasında gerçekleştirilen bu seminerde sunulan bildirilerle yapılan konuşmalarda değerli düşünceler dilegetirildi.
İki oturumdan oluşan seminerin 1. Oturumunu Yük. Müh. Dr. İ. Ertan Yülek, 2. Oturumunu da A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nesimi Yazıcı yönetti.
Seminerin açış ve kapanış konuşmalarıyla oturum başkanlarının konuşmalarının dışında 1 ve 2. oturumda birbirinden güzel beş bildiri sunuldu.
Seminerin açış konuşmasını yapan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, seminerin amaç ve içeriğini özetleyen şu cümlelere yer verdi:
“Sayın konuklar, kıymetli konuşmacılar, değerli dostlarımız, basınımızın güzîde temsilcileri!
YOYAV’ın organizatörlüğünde gerçekleştirilen 17. Yoksullarla Dayanışma Haftası’nın ikinci gününde tertiplenen böylesine anlamlı ve önemli bir seminerde siz muhterem misafirlerimizle birlikte olmanın sevinç ve saadeti içinde seçkin heyetinizi sevgi ve saygı ile selamlıyor, hafta sonu tatilinizden fedakârlık yaparak seminerimizi şereflendirmenizden dolayı takdir ve teşekkürlerimizi arzederek hoşgeldiniz diyorum.
27 kurum ve kuruluşun katılımıyla gerçekleştirilen 17. Yoksullarla Dayanışma Haftası’nın 71 etkinliğinden biri olan bu seminerde dilegetirilecek düşüncelerin, yoksulluğu yenme yolunda yürütülen çalışmalara ışık tutması temennisiyle sözlerime başlarken, kıymetli konuşmacılarımızla katılımcılarımıza şükranlarımızı sunuyor, rızâ-i ilâhî ile ödüllendirilmelerini diliyorum.
Malumunuz olduğu üzere yoksulluk, yurdumuzda ve dünyamızda tırmanış ve tahrîbâtını sürdürmektedir. Sahipsiz ve savunmasız olan her yere yerleşip yeşermekte, ayrık otu gibi kök salıp çevresindekilere çile çektirmektedir. Kıskacına giren kıvranmakta, pençesine düşen perişan olmaktadır.
Yoksulluğun girmediği yer, etkilemediği ülke, tehdit etmediği toplum, tedirgin etmediği kesim ve silkelemediği sektör kalmadı. Yurdumuzu ve dünyamızı sarsan krizin olumsuz etkileri devam etmektedir. Öyle ki krizin zaman geçtikçe ağırlaşacağı ve 2010’un, bu yıla göre daha zor bir yıl olacağı ifade edilmektedir.
İşsizlik ile pahalılık, Türkiye iktisadının değişmeyen sorunu. Sorun bir yüzyıldır aynı. Türkiye'de nüfus artıyor ve işgücü piyasasına her yıl bir milyona yakın yeni kişi giriyor. İşsizlik sorununun çözülmesi için değil, işsiz sayısının aynı rakamda tutulabilmesi için her yıl bir milyon kişiye iş bulunması gerekiyor. Bu nasıl mümkün? Yeni sabit sermaye yatırımlarının gerçekleştirilmesi ile mümkün. Ama gerekli yatırım, gerçekleştirilmedi ve gerçekleştirilmiyor. O halde Türkiye'de gelecekte işsiz sayısı artmaya devam edecektir.
Ekonomi iş üretemiyor: Yatırımlar, yetersiz.
Açık işsizlik oranı yüzde 15 olarak tahmin ediliyor. İş aradığı halde iş bulamayanların sayısının toplam işgücü sayısına oranıdır bu sayı. İş bulamadıkları için iş aramaktan vazgeçenler bu sayıya dâhil değildir. İşsiz sayısı 6 milyon. İş aramayan işsizlerin işsizler kadar olduğu varsayımı ile işsiz sayısı 12 milyon işsiz olur. Sayısı yüksek ve işsizlerin yakın bir gelecekte iş bulma umutları yok.
Açık işsizlik oranının neyi gösterdiği, neyi göstermediği âşikârdır. İş bulma umudunu yitirdiklerinden dolayı iş aramaktan vazgeçenlerin mevcut işsizlik oranına dâhil edilmesi durumunda işsizlik oranı çok yüksek olacaktır. Fakirleşme ile birlikte özellikle kadınların çalışma istekleri yükselmektedir. Ancak istek, işsizlik vakasının oluşturduğu umutsuzluk nedeni ile işgücü piyasasında herhangi bir işgücü arzı artışına neden olmuyor. Gençler arasında işsizlik oranı daha yüksek. Okul mezunlarının kayda değer bir bölümü her türlü işte düşük bir ücrette çalışmaya razı olduğu halde iş bulamıyor. Üniversite mezunu genç, âdî bir işte çalışmaya razı olduğu halde işsiz.
Türkiye'de yaşayan insanlar, 2008 dünya ekonomi krizinden bu yana bireysel anlamda çıkış aramaktadırlar.
İkinci sorun pahalılık. Türkiye'de hane halkı üyesi temel ihtiyacını karşılamak için piyasaya çıktığında gelire oranla fiyatı yüksek buluyor. İstediğini satın alamıyor. Talep düşüktür. Çünkü Tüketici için fiyat gelire oranla yüksektir. Dolayısıyla Türkiye'de pahalılık büyük bir sorundur.
Gelecekte daha yüksek işsizlik oranı ile daha ağır pahalılık yaşanacağı kolaylıkla öngörülebilir.
İşsizlik ile pahalılık sorununun en kritik iktisat sorunu olarak sayılmaması daha büyük bir sorundur. Sorunun çözümünün önündeki en büyük engel, sorunun sorun olarak sayılmamasıdır.
TÜİK’in 1 Aralık 2009 Salı günü yaptığı açıklamaya göre ülkemizde yaşayanların yüzde 17.11’i, 11 milyon 933 bin kişi yoksul.
İyi de oturup ağlaşacak mıyız? Ah vah ederek dövünecek miyiz? Veya “Ne yapalım... Kaderimiz yoksulluk” diyerek sesimizi kesip oturacak mıyız?
Hayır... Çözüm aramalıyız. Çözüm aramaya mecburuz. Yoksulluğun tek bir çözümü var: O da üretimi artırmaktır. Üretim artacak, insanların işi-gücü olacak ve yoksulluk azalacaktır.
Çare tükenmez, yeter ki isteyelim. İnsan yapımız bu... Yoksulluk tablomuz bu... Bu yapıda, bu tabloda çözüm ne olabilir?
Kısa sürede işsizlere iş sağlama imkânımız yok. İşsizlik bir süre daha devam edecektir.
Düşük maaş, ücret ve yevmiyeleri, düşük emekli maaşlarını kısa sürede artırmak imkânsız. Çünkü devletin parası yok ki artırabilsin, özel sektörün üretimi yok ki fazlasını versin.
Bu tabloda işsizleri ve maaş, ücret, yevmiye yoksulları ile emekli yoksullarını kaderleriyle baş başa bırakamayız. Çare: Ekonomi harekete geçinceye kadar bütçeden bu yoksullara destek sağlanmasıdır.
2010 bütçesi TBMM’de şekillenirken gıda ve gıda dışı yoksulluk sınırı altındaki insanlarımıza destek sağlamaya dönük ödenekler artırılmalıdır.
Kısa sürede tarımda üretim ve gelir artıracak politikalar uygulanmalıdır.
Tarım Bakanlığı 2010 yılı destekleme primlerini cesur bir şekilde ayarlayarak bugünden açıklamalıdır. Tarımdakiler, 2010 yılında başta mısır, soya ve ayçiçeği olmak üzere Türkiye’nin ithal etmek zorunda olduğu ürünleri üretmeli, köylü para kazanmalıdır.
Sanayide üretimi harekete geçirmek için; akıllı döviz kuru politikası uygulanmalı, iç piyasayı harekete geçirmek için iç talebi canlandırmaya dönük tedbirler cesaretle alınmalı ve uygulanmalıdır. KOBİ’lerin vadeli çek, SSK ve vergi borçları sorunlarıyla ilgili düzenlemeler yapılarak, duran çarkın hemen dönmesi ve Anadolu’da üretimin canlanması sağlanmalıdır.
“Kim uğraşacak bu işlerle... Şimdi daha önemli dış ve iç meselelerle uğraşıyoruz” diyecek olursanız... Yolunuz açık olsun... Bu yoksulluk azalmaz, daha da artar. Her şeyin karşısında durulur ama yoksulluğun karşısında durulamaz. Büyüklerimizin dediği gibi: “ Aç köpek, fırın duvarını yıkar!”
İnsanlığın tümünü tehdit eden yoksulluğa karşı sessiz ve ilgisiz kalmak ona davetiye çıkarmak ve çanak tutmak olur. Dolayısıyla yoksullukla mücadele herkesim ve her seviyedeki herkesin katılması gereken bir insanlık görevidir. Bu mücadelede başarıya ulaşamadıysak, ki öyledir bunun sebebini araştırmamız gerekir. Bana göre bu başarısızlığın başta gelen sebebi; ya izlenen mücadele metodundaki eksiklik, ya da o metodu uygulamadaki zâ’fiyet ve ciddiyetsizliktir. Bence belirtilen başarısızlıkta ikinci şık daha çok etkili olmuştur.
Herhangi bir düşmanı yenebilmek için, maddeten ve manen ondan daha güçlü olmanın yanında onu yenmeye yönelik istek ile yeterli taktik ve tekniğe sahip olmak gerekir. Zira herşeyin bir yolu ve yöntemi olduğu gibi, yoksulluğu yenmenin de belirli kuralları ve yöntemleri vardır. Onlara uyulması, lüzumu hâlinde yenilerinin araştırılıp bulunması ve uygulanması gerekir.
Mevcut mücadele modelleriyle alınan önlemler yeterli olmazsa, yenileri araştırılmalı ve onlardan yararlanma cihetine gidilmelidir. Her yaş ve her baştaki herkes mutlaka bir iş yapar ve başkalarına bakar olacak şekilde üretime katkıda bulunur konuma getirilmelidir. Bunun için çözümü devamlı devletten veya herhangi bir kurumdan beklemek doğru değildir. Herkes elini taşın altına atmalı, bilgisi, becerisi ve gücünün elverdiği oranda birşeyler yapmanın gayreti içinde olmalıdır.
Meslekî eğitime ağırlık verilmeli, istihdam arttırılmalı, işsizlik azaltılmalıdır. Devlet-millet işbirliğiyle yoksullar yönlendirilmeli ve yüreklendirilmelidir. Herkes çalışıp üretmeli ve kendi geçimini kendi alınteri ile temin etmelidir. Kimse başkalarına yük olma zilletine düşmemelidir. “Armut piş ağzıma düş” anlayışına son verilmelidir.
Sivil toplum örgütleri yörelerindeki yoksullara yönelik çalışmalara ağırlık vermelidir. Üretim teşvik, tüketim tahdit, infak telkin, israf tel’in edilmelidir.
Bu inanç ve anlayışla düzenlediğimiz seminerin amacına ulaşması ve yoksulluğu yenmede başvurulacak yeni modellerin sağlanmasına vesîle olması temennisiyle sözlerimi noktalarken, katkı ve katılımlarınızdan dolayı tekrar teşekkürlerimi sunar, yoksullukla mücadelede birlikteliğimizin devamını dilerim.”
YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş’in konuşmasından sonra seminerde yer alan bildirilerin sunulmasına geçildi. Yük. Müh. Dr. İ. Ertan Yülek’in yönettiği 1. Oturumda sırasıyla DPT Emekli Uzmanı Recep Dumanlı “Son Yıllarda Türkiye’den Yurtdışına Yapılan Yardımlar” konulu bildirisini, DPT Emekli Sosyal Planlama Uzmanı Emel Danışoğlu “Kavramsal Açıdan Yoksulluk ve Yardım Nedir?” konulu bildirisini sundular.
A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nesimi Yazıcı’nın yönettiği 2. oturumda ise yönetici Prof. Dr. Nesimi Yazıcı “Yoksulluğu Yenmede Model Arayışlarına Bir Örnek: Gönen Hayra ve İlme Hizmet Vakfı” konulu bildirisini, Yüh. Müh. Dr. İ. Ertan Yülek “Sistemden Kaynaklanan Yoksulluk” konulu bildirisini, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Eski Başkanı Dr. Necmettin Türinay da “Türkiye’de Yürürlükte Olan Yardım Politikaları” konulu bildirisini sundular.